Yeniden yörüngeye oturmak

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Bir önceki yazıda temel sorunumuzun zamana dayanıklı ve özgün bir strateji ile olgun ve homojen bir orta sınıfa sahip olamayışımızda aranması gerektiğini belirtmiştik. Zira kısır döngülerden kurtulmayı sağlayacak zorunlu fakat külfetli çözümlerin önündeki direnci aşabilmenin yolu yönümüzü bulacağımız bir oyun planının ve dönüşüme sahip çıkıp onu talep edecek güçlü bir toplumsal desteğin varlığından geçiyordu. Son ayların moral bozan gelişmelerine rağmen geçen yüzyılın son on yılındaki tablo ile karşılaştırıldığında hâlâ oldukça güçlü sayılabilecek temel ekonomik göstergeleri de göz önüne aldığımızda, bu konuda bütün trenleri kaçırdığımızı düşünmeye mahal olmadığını düşünüyoruz. Zaten hatırlarsanız, enerjimizi yeniden konjonktür savaşımına odaklamak durumunda kaldığımız küresel krizin hemen öncesinde gündemimize yoğun bir ekonomik strateji arayışı, yer yer yüzeysel de olsa, girmeye başlamıştı. Ayrıca on yıl süren küresel para bolluğu döneminde azgınlaşan ve kuşkusuz ekonomik yönden sakıncaları bulunan tüketim eğilimini besleyen, yaygınlaşan internet teknolojisi ve sosyal medya kanalıyla demokratik özgürlüğünü de genişleten bir orta sınıf oluşumunun da sinyalleri belirginleşmişti. Yani doğru yörüngeye giriyor gibiydik. Ne yazık ki genetik kodlarımız baskın çıktı ve işi bitirmişçesine kendi ellerimizle yeni bir kargaşa yaratmayı başardık. Üstelik hiç de tahammülümüzün olmadığı bir zamanda, yani para bulmak zorlaşmış, göstergeler bozulmaya başlamışken...

Kazanımlardan geri dönüş olmamalı

Yine de ağıt yakmak yerine ülkenin bu durumdan çabuk sıyrılmasını ve giderek karmaşıklaşan ana gündemine dönmesini temenni edelim. Hem almamız gereken onca mesafe varken, güçlükle ulaştığımız, ulaştığımıza da dünya alemi inandırdığımız düzeyden de geriye düşmeye katlanmamız söz konusu olmamalı. Toplumun dinamiklerinin böyle bir havlu atmaya izin vermeyecek kadar güçlü olduğundan kuşkum yok. Kutuplaşma ve ayrışmanın sonuçta kimsenin yararına olmadığı mutlaka anlaşılacaktır.

Ancak geriye düşmeyi reddetmemiz gereken tek alan siyasal gerilim değil. Genel olarak kurumsal altyapının bütün unsurlarında aksine daha da iyileştirmeye ihtiyacımız var. Ayrıca ekonominin yapısal temellerinde bozulma eğilimlerini de durdurmak zorundayız. Sözgelişi imalat sanayiinin mili gelir içindeki payı ve teknoloji düzeyi ile ihracatın ithalatı karşılama oranı gibi göstergeler, farklı bir oyun planı kurgulamasına tezelden başlamamızı gerekli kılıyor. Şimdi olduğu gibi mevcut yapı ile devam edersek bunları ve benzer kötüleşmeleri düzeltmek mümkün görünmüyor. İmalat sanayiindeki rekabet gücü kaybı, sadece kur politikalarıyla giderilemeyecek derinlikte yapısal boyutlar taşıyor. İhracatta da işimiz kolay değil; zaten toplu halde cari açığı bulunmayan AB’de sorunlu Akdeniz ülkeleri de dış ticaret dengelerini iyileştirmeye yoğunlaştıkları için henüz tam adapte olamadığımız Asya ve öteden beri başarılı olamadığımız ABD pazarları ile dengeleme şansımız şimdilik az. Üstelik transatlantik anlaşması da, eğer bizim ticaretimize yapacağı olumsuz etkileri telafi edecek bir çözüm bulamazsak, durumu daha da zorlaştıracak. Toparlanmanın ardından güçlü bir pazar niteliğini pekiştirecek olan ABD ekonomisine dönük özel bir politika geliştirilmesi gerekiyor.

Kırılganlığa rağmen

Öte yandan küresel konjonktürdeki değişme, Türkiye'nin elini geçen yıl bu zamanlara oranla zayıflatmış bulunuyor. Öne çıkan yeni risk sınıflamasına göre “kırılgan ülkeler” grubunun içine en tartışmasız ülke olarak dahil edilmemiz, buna ilişkin altı göstergenin kamu borcu dışındaki tümünde en kötü durumda bulunmamızdan kaynaklanıyor. Gerçekten gerek cari açık, buna ilişkin doğrudan yatırım düzeyi ve rezerv karşılama oranı gibi dış finansman göstergeleri, gerekse hane halkı borçluluğu ve kredi büyümesi gibi iç finansman göstergeleri açısından diğer ülkelere oranla daha kırılgan görünüyoruz. Yani kazandığımız konumdan geri gitme riskini savuşturmak için harcamamız gereken çaba eskisinden fazla.

Buna bir de 2014 yılında ödenmesi gerekecek dış borç ile finanse edilecek cari açığı yani toplamda 250 milyar dolara yaklaşan bir finansman açığını eklersek kendi hatalarımızla ilave kırılganlık yaratmaktan kaçınmamızın zorunlu olduğu ortada. Uzun yıllar küçüklüğünden yakındığımız bankacılık kesiminin dengesiz ve tüketim kredileri ağırlıklı büyümesi de itina ile kontrol altına almamız gereken bir başka hassas gösterge. Kısaca hem mevcut yapıda büyümeyi sağlayan faktörleri törpülemek, hem de yeni yapının temel yapıtaşlarını döşemek durumundayız.

Şirketlerimiz küreselleşmeli

Rekabet gücünü kalıcı bir şekilde yükseltmenin temel koşullarından biri de, genellikle sanılanın aksine, Türk şirketlerinin küreselleşmesi, yani yurtdışına sermaye ihraç etmeleri. Bu açıdan geleneksel çekingenliğimizi yavaş yavaş aşmaya başladığımız anlaşılıyor. Yurtdışında satınalmaların son yıllarda işlem adedi olarak beş, işlem tutarı olarak iki katına çıkması olumlu, ama diğer yükselen ülkelerle karşılaştırıldığında yetersiz düzeyde olduğu söylenebilir. Bu alımların doğru stratejik tercihlerle yapılması, bilgi ve teknoloji transferini sağlaması da fazlasıyla önemli.

Tabii geçmişte zaman zaman belirttiğimiz gibi mevzuatımızı da içe kapalı bir modelin izlerini taşıyan içerikten kurtarmamız ve hem şirketleri optimal maliyet yapısını bulacak hareket serbestliğine kavuşturmak, hem de Türkiye’yi avantajlı bir merkez üssü ve yatırım yeri yapmak gibi iki farklı amacı eşanlı olarak hedeflememiz de şart.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019