Yılmamak ama savrulmamak

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Tam da tahmin ettiğimiz gibi oldu, Akdeniz ve doğu sentezini yansıtan toplumsal genlerimiz, son ateşli gribi atlatınca süreğen hastalıklarını yok farzedip kendini koyverdi. Oysa seçimin hemen ertesinde de söylemiştik, siyasi istikrar üzerinde kuşku bulutları doğmadan da, Türk ekonomisinin durumu, bırakın günlük güneşli olmayı, ciddi bozulma ve normalden uzaklaşma belirtileri gösteriyordu. Kaldı ki seçim konjonktürü, yerel seçimlerin yapılması ile sona ermiş değil; önümüzdeki bir yılı aşkın dönemde belki de ülkenin gelecek 10 yıllık serencamını belirleyecek iki önemli seçim daha var. Siyasi ortam sakin iken bile kısa vadeli konjonktür politikaları ve genel geçer şablonlar dışında bir dönüşüm iradesi etrafında yoğunlaşmakta güçlük çeken toplumsal dinamiklerimiz, küresel rüzgarın artık eskisi kadar arkamızda olmadığı yeni dönemde son beş yılın düşük büyüme temposunu aşmakta kesinlikle zorlanacak gibi.

İç ve dış güveni pekiştirmeliyiz

Bir yüzüyle tüketim ve kamu harcamasına, diğer yüzüyle borçlanma ve inşaata yüklenme dışında bir stratejik seçim arayışı söz konusu değil. Bunlarının hiçbirinin kendi başlarına yatırım açığını ve rekabet gücü eksiğini giderecek parametreler olmadığı açık. Bu durumda en azından kısa ve orta vadede etkileri ortaya çıkabilecek stratejik adımlar üzerinde kararlı bir uygulama başlatmak zorunlu gibi duruyor.

İlk olarak içeride ve dışarıda piyasaların ve yatırımcıların güvenini konsolide etmek amaçlanmalı. Dolayısıyla bir yandan kurumsal altyapının bütün unsurlarında, uzun dönemli bir taahhüdün ön işaretlerini taşıyan eşgüdümlü bir iyileştirme çabası başlatılmalı; bu arada, para politikasında kısa vadeli istikrarsızlığa yol açan belirsizliklerden de kaçınılmalı. Öte yandan yıllardan beri sürdürülebilir olmayan yöntemler de kullanarak korunan kamu maliyesindeki istikrarın, bu defa daha güvenli ayaklara oturacağını gösteren bir vergi ve harcama reformu devreye sokulmalı. Bunlar aynı zamanda uzun vadeli diğer yapısal reformlarla bağlantısı olan adımlar.

Yılgınlık da kötü, eylemsizlik de

Bir başka açıdan bakılırsa kısa vadede bütün dikkat, kırılganlık düzeyini ve algısını düşürmeye yönelik olmalı. Tabii aynı zamanda, siyasal geriliminin etkisiyle, uzun vadeli stratejik doğrultumuz konusunda kuşkular doğuran, üstelik kalıcı büyüme yörüngesinin de ayrılmaz parçası olarak büyüyen orta sınıfın demokratik özgürlüklerine ket vurma eğilimlerine de son vermek durumundayız. Bir yandan eğitim ve hukuk güvenliğinde batılı standartlara yaklaştığımızı iddia etmek, ama ilk fırsatta gayrihukuki yöntemlerle bunları yok etmeye kalkışmak olmaz.

Sonuçlarının alınması beş yılı, hatta on yılı bulacak yapısal reform alanlarında da ivmeyi düşürmemek önemli. Zaman alır diye savsaklayarak geleceğimiz yer, on-on beş yıl önceki bir noktadan yani sıfırdan başlamak olur. Bazen en yetkin uzmanlar ve iktisatçılarda da gözlediğimiz “biz buna alışmışız, daha fazlasını yapamayız” yılgınlığından da kurtulmak zorundayız. Mevcut hükümetin sıkıntıya düştüğü kriz dönemlerinde bile toplumsal desteğini yitirmemesinin arkasındaki en önemli faktör, bu yılgınlıktan uzak iddialı söylemiydi. Ne var ki, eylem ve politikaların söylem kadar iddialı olmadığı da ortada. Aksi takdirde on iki yılda çok daha dirençli ve kırılganlığı düşük bir ekonomik yapıya ulaşmış olurduk.

Acil servis değil koruyucu hekimlik

Yeni Ekonomi Bakanı’mızın söylediklerine bakınca da, eski reflekslerimizin harekete geçtiğini, yani “yumurta kapıya dayanınca” ihmal ettiğimiz ev ödevlerimizi hatırladığımızı görüyoruz. Umalım ki bu defa ekonomide “acil servis” zihniyetini bırakıp, yaşam tarzımızı değiştirmeye yani “koruyucu hekimlik” mantığına dönmeye karar veririz. Zaten uzun vadeli yapısal dönüşüm hamlelerinin bir bölümü, toplumsal tepki ve siyasal maliyet doğuracak cinsten de değil. Eğitimin niteliğini arttırmaya ya da hukuk güvenliğini pekiştirmeye yönelik reformlar böyle. Aksine otomatik bir toplumsal uzlaşma zemini yaratıyorlar.

Ancak sorunun sadece yeni politika tedbirlerinde olduğu yanılgısına düşmemeliyiz. Temelde bireylerin ve işletmelerin performanslarını ve verimliliklerini arttırmadan kağıt üstündeki politika tedbirleri sonuç vermiyor. Sözgelişi sıkça övündüğümüz “esnek ve işbilir” müteşebbislerimizin ülkemizi hiç de yüksek girişimcilik düzeyine ulaştırmadığını bilmeliyiz. Kültürel altyapımızın inisiyatifi ve risk almayı desteklemeyişi bir yana, girişimcilik eğitimini almamış, iş planı ya da piyasa testi yapmayı bilmeyen yetenekli ama donanımsız genç işletmecilere para dağıtmakla mesafe almak kolay olmuyor. Mevzuatın ve üniversite sisteminin de eleştirel ve analitik bakışı, ölçek büyütmeyi özendirmiyor. Böyle olunca da küresel rekabete değil, iç pazardaki rant fırsatlarına odaklanmak çok daha cazip oluyor. Bunları yakalayamayanlara da körelmek ya da maaşlı bir iş aramak kalıyor.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019