Yol haritası AB’den, gerisi bizden

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Türkçe'nin ilginç yanlarından biri niyetimiz her neyse onu destekleyecek, geçerli gösterecek binlerce atasözü ve deyimi barındırması. Üstelik bunların pek çoğu birbiriyle çeliştiği, birbirinin zıddı anlamlar içerdiği, farklı yönler işaret ettiği halde... Bazen düşünüyorum, belki de bir türlü önceliklerimizi, odaklanacağımız eylemleri, ortak hedeflerimizi belirleyememizde bu coğrafyanın tarihinden süzülüp gelen bu kod dağınıklığının payı var mıdır, diye. Gerçekten de bin yıla yaklaşan bir süre önce yurt edinme ve devlet kurma konusunda gösterdiğimiz irade ve kararlılıktan (ki şükür hâlâ devam ediyor), eğitim, bilim ve teknoloji gibi son iki yüzyılın gelişme ve refah anahtarları olan alanlarda ısrarla kaçınmamızı anlamakta zorlanıyorum. Söylem bazında kimsenin itirazı olmasa, hatta son yıllarda olduğu gibi innovasyon, Ar-Ge ve markalaşma benzeri moda kavramlarda yaygın bir sahiplenme çabası ortaya çıksa da bunların gerçekleşmesi için hangi kesimlerin neleri yapması, nelerden kaçınması konusunda açık taahhütler içeren ve kolektif uzlaşma ile belirlenmiş hareket rotaları oluşturamıyoruz. Refahı ve modernleşmeyi istiyoruz tabii, zaten kim istemez ki, ama bunun gerektirdiği dönüşüm programının niteliği, bileşenlerinin saptanması ve maliyetinin dağılımı konusuna kafa yormaktan kaçınıyoruz. Adeta “Biz ayakta duralım yeter, gerisini iyi saatte olsunlar halleder” modundayız. Son sekiz yılda küresel ekonomide gözlenen olağandışı belirsizlik ve çalkantının yol açtığı bulanıklık da durumu idare etmemizi ve günü kurtarmamızı kolaylaştırdığı için azalacağı yerde giderek artan ve biriken riskleri görmezden geliyor, kontrolümüz dışındaki gelişmeler olumluysa başarımız, olumsuzsa kaderimiz diye yorumluyoruz.

AB ile yakınsama ve Eylem Planları

Bizi dibe vurmadıkça harekete geçmekten alıkoyan bu özelliğimiz nedeniyle, toplumsal dinamiklerimizi yönlendirecek içsel çıpalarımız yok. Şirketlerimiz de kendiliğinden bir dönüşüm motoru olacak, topluma bu yönde öncülük edecek bir olgunlukta değil. Bu nedenle dışsal uyaranlara, çıpalara ihtiyacımız var. Başta IMF olmak üzere uluslararası kuruluşların yararı, sadece kırılganlığın tavan yaptığı kriz dönemleriyle sınırlı. İşler yolunda iken, yani konjonktür dengeleri sağlanmışken ekonominin yapısal dönüşümü ve hele bir sıçrama gerçekleştirilmesi onların sınırını aşıyor. Bu bakımdan elimizdeki tek olanak, 2008 öncesindeki başarının da temel faktörlerinden biri olan AB çıpası. Dikkat ediyor musunuz bilmem, ne zaman AB ilişkilerinde ciddi bir canlanma emaresi olsa Türkiye'nin kırılganlık algısında ve ülke riskinde düşme, dış kaynak girişlerinde artış oluyor, makroekonomik dengeleri de kolaylaşıyor. Bunun arka planında Türk ekonomisi ve yatırım ortamı ile ilgili anlaşılabilir, açık ve inandırıcı bir hikayenin hatta resmin ortaya konulamaması var. Dolayısıyla ülkenin yönü ve geleceğini tam anlamıyla öngörülebilir kılamıyoruz. Tam da geçen hafta belirttiğimiz gibi kendi dinamiklerimiz çerçevesinde ortak akıl ile ürettiğimiz ortak paydalarımız belirsiz. İşte AB ile yakınsama iradesi, bütün bu belirsizlik ve bulanıklıkları bir kalemde yanıtlayan ve ülkenin yapısal dönüşüm için toplumsal taahhüdünü belgeleyen, üstelik başarısı diğer üye ülkelerde defalarca test edilmiş bir turnusol kağıdı işlevi görüyor. Bu bakımdan, dış politika bağlamında talihsiz bir inisiyatif gibi görünen Suriye sorunsalının en olumlu sonucu, doğan göçmen krizi ekseninde AB ile yeniden ve ciddi bir şekilde gündeme gelen yakınsama çabalarının yoğunlaşmasıdır.

Nitekim Başbakan Davutoğlu’nun geçtiğimiz iki haftada peş peşe açıkladığı “ilk üç aylık eylem ve reform programı sonuçları” ile “ikinci üç aylık plan”, hem dünyanın anlayacağı bir dili benimseyişimiz, hem de AB ile yakınsama isteğimizin samimiyetini göstermesi açısından prensip olarak umut verici. Bu bağlamda konuyla daha az ilgili olmakla birlikte demokratik süreç ve özellikle maliyet hesabı yönünden doğal ve normal karşılanması gereken seçim vaatleri bir yana bırakılırsa, reform programında da öngörülen eylemlerin yarısından fazlasının uygulamaya konmuş olması, kalanların da haziran sonuna kadar tamamlanacağının vurgulanması önemli. Tamamlanan düzenlemeler içinde tahkim merkezinin faaliyete geçmesi, makina teçhizat yatırımları finansmanına BSMV istisnası getirilmesi, kişisel verilerin korunması yasasının kabulü, işgücü piyasası esnekliği yönünde çalışmaların başlatılması, imar planı revizyonu sonucu değer artışlarından kamunun pay alması, reformların izlenmesi ve eşgüdümü için bir üst kurul oluşturulması stratejik nitelik taşıyor. Kalan bir buçuk aylık sürede tamamlanması öngörülen eylemler içinde yatırım ortamının, şirket kuruluş ve tasfiyelerinin kolaylaştırması, sermaye piyasalarına kurumsal yatırımcı girişinin özendirilmesi, iş uyuşmazlıklarında arabuluculuk düzenlemesi, yerel yönetimlerin ve kalkınma ajanslarının verimliliğinin arttırılması, vergi usul yasası ve öğretmen strateji belgesini de içeren eğitim reformu gibi bir bölümü uzun yıllardan beri gündemde ya da askıda bulunan kritik konular var. Zaman az da olsa sadece başlangıç adımlarının atılması bile AB sürecinin olumlu etkileri bağlamında kayda değer. Bu arada daha önce öncelikli eylemler arasında sayılan Gelir Vergisi Reformu’ndan bu açıklamada söz edilmemesi ve hukuk reformu ile ilgili bir adım öngörülmemesi bunların ötelendiği izlenimini uyandırıyor. Ayrıca hükümetin ilk programında bulunmayan “vize muafiyeti ile ilgili düzenlemeler” ve yeni açıklanan “Türkiye Uzay Ajansı” da gerçekleştirilecek eylemler listesinde.

Yaratıcı bölge politikaları: İran ve diğerleri

Yokluğundan hep yakındığımız yol haritası konusunda AB temel bir referans olarak odak işlevini görürse, işimizin zorluk çektiğimiz stratejik bacağı tamamlanmış olur. Yani mutfağımızı düzenleme konusunda ortak payda için elimiz rahatlar. Biz de nispeten daha iyi olduğumuz taktik bacağına, yani şirketler ve hükümetler arası temas ve görüşmelere, kurulacak ortaklık ve işbirliklerine, finansman teminine ve ihracat pazarlarına yoğunlaşırız. Çünkü bu konularda ve özellikle bölgesel denklemlerde daha dinamik ve yaratıcı politikalara ihtiyacımız var. Özellikle yeni bir beyaz dönem başlatan İran'daki yeniden yapılanma sürecinde aktif rol alarak hem katkı yapma, hem de ciddi kazanımlar elde etme potansiyelimiz var. Küresel finansman ve MİGA gibi ülke riski sigortası mekanizmalarını kullanarak ve batılı yatırım kaynakları ile İran arasında köprü oluşturacak ortaklıklar kurarak kullanacağımız büyük bir fırsat önümüzde duruyor. Aynı şekilde göçmen kriziyle yakınlaştığımız Yunanistan'ı ve Doğu Akdeniz gaz rezervleri için işbirliği yapmaya çalıştığımız İsrail’i, daha sonra da uzlaşmacı yaklaşımlarla güvenlik krizini sonlandırabileceğimiz diğer Ortadoğu ülkelerini düşman değil çözüm ortağı haline getirmeyi hedeflemeliyiz. Bu açılım, kendi sosyal çatışmalarımızın hallini de kolaylaştırır. Unutmayalım, dünya sorun çıkaran değil sorun çözen oyuncuların özlemini çekiyor.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019