Zamanın ruhu ve ölçek sorunu

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Biliyorsunuz, bu köşede hem mevcut yapısal sorunlar hem de zorlu gelecek tasarımı yönünden sık sık değindiğimiz zaaflarımızdan biri şirketlerimizin ölçeklerindeki yetersizlik. Sadece bugünün küresel dünyasında artık kaçınılmaz hale gelen rekabet yeteneği açısından değil, makul maliyette finans kaynaklarına ve nitelikli profesyonel insan kaynağına sahip olmak için de optimal bir ölçekte olmak zorunlu. Oysa bırakın çoğunlukla küçük ve mikro boyutta olan milyonlarca işletmemizi, en büyük 1000 ya da 500 şirketimizin de ilk 50 dışındaki bölümü bile dünya standartlarında ancak orta ölçek kategorisine girecek büyüklükte. Üstelik ilk 50 arasında da dünyanın ilk birkaç yüz şirketi arasına girebilen yok. Oysa sadece Çin ve Hindistan gibi büyüklerden değil, Meksika gibi bize daha yakın yükselen ülkelerden de ilk 100’e girenler var. Ne var ki ne mevzuat dahil olmak üzere mevcut kurumsal çerçevede,  ne de girişilen bunca reform inisiyatifinde ölçek zafiyetinin giderilmesinin öncelikli bir sorun olarak algılandığını söyleyemiyoruz.

Eskiyen anlayışla yeni rekabete uyum zor

Gerçekten de bizde piyasa ekonomisine girişle birlikte bütün siyasal partiler, şirketlere destek olmayı belli başlı politika önceliklerinden biri yapmış ve gerek korumacı politikaların ağır bastığı 80’li yıllar öncesinde,  gerekse sonraki liberalleşme dönemindeoldukça çeşitlenmiş bir özel sektör oluşmasına büyük katkı sağlamış olmakla birlikte, küreselleşmenin hızlanmasıyla artan rekabetçilik ve verimlilik baskısına uyum süreci yeterince önemsenip yönetilememiş, dolayısıyla kaynakların katma değeri artırıcı yönde yoğunlaştırılması mümkün olmamıştır. Açıkçası artık eskiyen ve yetersiz hale gelen “sanayi toplumu” ve “ürün odaklı sanayi” anlayışından yeni anahtar olan “bilgi toplumu” ve “talep odaklı rekabetçi üretim”anlayışına geçmeyen işletmelerin başarı şanslarının olmadığını kavramakta bizimle aynı durumda olan Güney Kore gibi ülkelere oranla büyük ölçüde geç kaldık. Sadece işgücü maliyetini düşük tutmak ve mümkün olduğu kadar çok teşvik almak dışında bir katma değer üretimini, yani yaratıcılık, yenilik ve verimlilik arayışını şirketlerimizin gündemine sokmayı başaramadık.

Üstelik makroekonomik dengeleri düzeltip bankacılık sistemini sağlamlaştırdığımız veyapısal reformları başlattığımız 2000’li yıllarda küresel koşulların sağladığı bol ve ucuz finansman imkanları bir yandan hızlı büyümeyi sağlarken bir yandan da düzeltmeyi ihmal ettiğimiz üretim yapısındaki çarpıklığı keskinleştirdi. Ürettikçe ve büyüdükçe daha fazla ithalat yapar hale geldik, cari açığın kronikleştiğini ve sürdürülemez bir hale geldiğini anlayıncaya kadar bunu sürdürdük. Ekonomimizi daraltsa da 2008 krizinin bu yönden bir yararı bile olduğu söylenebilir.  Çünkü ancak ondan sonra üretim yapısındaki bu zaafın asıl önemli reform ihtiyacına işaret ettiğini, yıllardır konuşulan fakat adım atılmayan sanayi stratejisinin ve ikinci nesil reformların artık aciliyet kazandığını kabullenmemiz ve politika geliştirmemiz mümkün oldu.

Gerçekçi ve derin bir dönüşüm

Ancak ben hala dönüşüm ve reform ihtiyacının derinliğinin yeterince farkında olduğumuzdan emin değilim. Sözgelişi gelişmiş ülkeler bloğunda 2008 krizi ile başlayan sıkıntıların ve krizin artçı şoklarının uzun sürmesi ile yeni oluşacak küresel düzende bizim de içinde olduğumuz yükselen ülkelerin büyük avantaj kazanacağını ve sorunların kendinden çözüleceğini öngören tezlerin revaçta olduğu dönemler bile gördük. Oysa dünya üretiminin yarısı, ihracatının yaklaşık üçte ikisi hala gelişmiş blok tarafından yapıldığı gibi,  kalanınbüyük bölümü de özellikleriyle diğer yükselen ülkelere pek benzemeyen Çin’e ait. Daha önemlisi, küresel üretim ve ticaretin dağılımı ne olursa olsun, temel belirleyici faktörler yani nihai ürün talebi ve teknoloji yine gelişmiş ülkelere bağımlı. Teknoloji iyice zor ama nihai ürün talebinin yer değiştirmesi dahi kısa ve orta vadede imkansız gibi. Nitekim Çin’de azalan dış talebi ikame etmeye yönelik iç talebin ve orta sınıfın desteklenmesi politikasının büyük yapısal sorunlar doğuracağı, zaman alacağı anlaşılıyor.

Bizde ise dış ticaret ve cari işlemler açığı, tasarruf yetersizliği, dış kaynak bağımlılığı ve sıcak para riski, verimlilikten hızlı artan reel ücretler, sığ sermaye piyasaları gibi pek çok farklı sorun var. Kalıcı büyümenin ana dayanağı olan imalat sanayiinin büyümeye katkısı hızla düşüyor. Yeni yüzyılın ilk on yılında bu katkı % 6 iken diğer yükselen ülkelerde ortalama %20’ye yakın. Ayrıca sanayideki katma değer de azalıyor ve montajın payı artıyor. Sanayiden sadece kamu değil, alternatif rant fırsatlarına odaklanan özel kesim de çekiliyor.

KOBİ sorunsalı

Önemli ve üzerinde yeterince durulmayan bir handikapımız da sanayi stratejisinden teşvik rejimine kadar her konuda temel politika ekseni saydığımız KOBİ’ler ile ilgili yanılsama.Şirket sayısının %99’unu, istihdamın % 70’ini, üretimin ise sadece %47’sini sağlayan KOBİ’ler, gelişmiş toplumlardaki benzerlerinden çok düşük verimlilikte ve teknolojik düzeyde bulunuyor. Kişi başına katma değer büyüklüğü, büyük ölçekli şirketlerin dörtte biri düzeyinde. Bu şirketleri dönüştürmedikçe ve belki de KOBİ olmaktan süratle çıkarmadıkça sanayi stratejisinin sonuca ulaşması da zor olacak gibi görünüyor.

Bu sorunların herbiri için ayrıntılı analiz ve ayağı yere basan strateji / eylem planları gerekiyor. Bir örnek vermek gerekirse, kayıtdışılığın yol açtığı bilanço küçüklüğü ve kurumsal altyapı yetersizliği nedeniyle finans erişimi sınırlı kalan KOBİ’ler için başta nakit yönetimi olmak üzere mali tablolarda gevşek davranmalarını önleyecek sınırlamalar öngören ve bu şartla bankaların keyfi koşullar dayatmalarını da yasaklayanözel bir düzenleme düşünülebilir.

Bu koşulları karşılayan kredi kullanımlarında maliyet içindeki vergi vb.  yükler de azaltılırsa yatırım teşviğinden daha yararlı bir destek sağlanmış olur. İşgücü piyasasındaki nitelik sorununu ve katılıkları aşmak için de daha esnek ve yabancılara çalışma izni kolaylığı gibi cesur adımlar içeren düzenlemeler düşünülebilir. Kısacası farklı ve daha kaliteli bir gündem üzerinde çalışmalıyız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019