Hayat artık daha tek düze
Gabriel Garcia Marquez’i kaybettik. Hayatın yepyeni bir rengi çıkmayacak artık karşımıza onun anlatımıyla. Tek tesellimiz, okumaya doymadığımız kitapları
İSTANBUL - 20. yüzyılın edebiyata armağan ettiği en büyük isimlerden biri, yeryüzünün hüzünlü masalcısı Gabriel Garcia Marquez, geride her biri gökkuşağının başka bir rengine benzeyen eserler bırakarak ayrıldı aramızdan. “Gabo” belki bir süredir yazmıyordu, ama onun varlığı bile hayatın daha az tekdüze olması için yeterliydi sanki. Şimdiyse tek sığınağımız, yeniden yeniden okuyacağımız; bizimkine hem tıpatıp benzeyen, hem de hiç benzemeyen dünyalar sunan onlarca hikâye ve roman... Yaşamının büyük bir bölümünü geçirdiği ve hayata gözlerini kapadığı Meksika’nın başkenti Meksiko City’de bugün Güzel Sanatlar Sarayı’nda adına bir devlet töreni düzenlenecek olan “Gabo”- yu bu hafta sonsuzluğa uğurlayacağız. Ama tabii, bütün büyük yazarlar gibi, o da, satırları yeniden yeniden okundukça unutulmayacak. Biz de, “Gabo”nun en iyilerini yeniden hatırlayalım, dilerseniz.
● Yüzyıllık Yalnızlık Nobel ödüllü yazarın en sevilen romanı hiç kuşkusuz “Yüzyıllık Yalnızlık.” Gabo, başyapıtı için diyordu ki: “Yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli, kocaman bir evde, toprak yiyen bir kızkardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım..."
● Kırmızı Pazartesi Büyülü gerçekçilik akımının en gür kalemi olarak kabul edilen Marquez, “Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek satır bulamazsınız” derdi. Bununla birlikte onun, gerçeğe, salt, kupkuru ve can yakıcı gerçeğe en yakın durduğu yapıtı “Kırmızı Pazartesi”ydi. Herkesin işleneceğini bildiği ve ama önlemek için hiçbir şey yapmadığı bir namus cinayetini anlatan kitap içinse “Ben hiçbir romanımda bu romanımdaki kadar ipleri elimde tutamadım. Belki bunu konu ve hacim nedeniyle başarmışımdır. Konusu çok sert olan ve hemen hemen polisiye bir roman gibi işlenen bir roman bu. Üstelik oldukça da kısa. Sonuçtan hoşnutum” diyordu.
● Kolera Günlerinde Aşk Bırakılmış bir sevgilinin, yeniyetmelik yıllarından başlayarak yaşlılığın alacakaranlığına dek süren yarım yüzyıllık bir aşkın öyküsüydü bu roman. Kendisi de 31 yaşında gençlik aşkıyla evlenen Gabo, bir aşk destanı yaratmıştı bu kez. Roman boyunca, aşk acılarının lirik rüzgârlarının esintileri arasında, Gabriel Garcia Marquez’in, insancıl mizahı sürekli olarak duyuruyordu kendini.
● Albaya Mektup Yok Yayında büyüdüğü dedesi de bir albay olan Marquez, “Albaya Mektup Yok” adlı uzun öyküde ondan beslenmişti. Öyküdeki emekli albay, bir türlü gelmeyen emekli aylığını her cuma günü karısı ve horozuyla birlikte bekliyordu. Bu öykünün de ana teması, her zaman olduğu gibi, yalnızlıktı.
● Anlatmak İçin Yaşamak Sakinlerinin çoğu okuma yazma bilmeyen, kanalizasyonu dahi olmayan Aracataca kasabasında doğan, Kafk a’nın “Metamorfoz”unu okuduktan sonra kendine yeni bir yazı yönü belirleyen, her biri bir roman kahramanı olabilecek bir ailede yetişen, gazetecilikten bir ömür beslenen ve halkının sözlü geleneğini edebiyata taşıyan Gabriel Garcia Marquez’in gerçekten de “anlatmak için yaşadığının” kanıtıydı bu kitap.