Sait Faik’in bir kolunda martılar, öbüründe Fazıl Say

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

nermin_sayin-012.jpg

Edebiyatımıza bir martı kanadında gelip yerleşmiş bir yazar o. Denizin, güneşin, ille de Burgaz’ın, elleri nasırlı deniz insanlarının, kör sokak kedilerinin, iyot kokusunun ve bilcümle insanatın dostu, yoldaşı. O, Sait Faik. Türkçe’nin gelmiş geçmiş en iyi hikâye anlatıcısı. 

Müzik Festivali, bu yılki “sipariş” kontenjanını, işte Türkçe'nin bu en müzikli kalemi için kullandı. Sipariş konusu nasıl biricikse, sipariş edilen de öyle: Fazıl Say. Edebiyatın gölgesini her daim yapıtlarında hissetmeye alışık olduğumuz bestecimizin, Sait Faik’in 60. ölüm yıldönümü için hazırladığı eserin prömiyeri geçen hafta Burgazada’da yapıldı, ertesi akşam da Zorlu Center mekân oldu bu buluşmaya. Özen Yula’nın kolajı, ek metinleri ve rejisiyle desteklenen beste, Sait Faik’in bir ömre sığdırdığı bütün insan sevgisini fısıldadı dinleyicilere. Tıpkı ıslıkla çalınan bir şarkının en güzel yeri gibi. Fazıl Say, inanılmaz bir başarıyla alaturkaya yaklaşan ama aynı zamanda kendi stilinin imzasını da sonuna kadar taşıyan bestesi için, usta öykücümüzün “Stelyanos Hrisopulos Gemisi” adlı öyküsünü temel almıştı. Öyle bir hikâyeydi ki bu; geçim darlığıyla boğuşan balıkçı bir dedeyle hayattaki tek yakını olan yeni yetme torunu Trifon’un anlatmaya kalksan ciltler ciltler dolduracak sergüzeştlerini birkaç sayfaya tereyağından kıl çeker gibi sığdıran bir ustalık belgesiydi. Trifon’la dedesini yoksulluk, yoksunluk, hasret ve hüzzam kokan dünyalarına doğan bir minik gemi umudu ve o umudun batırılışının kanadı kırık öyküsüydü. Ama Fazıl Say yalnızca onların değil, Sait Faik’in bütün insanlarının, hatta kedilerden güneşin batışına, martı çığlıklarından semaver fokurtusuna kadar bütün zenginliğini özümsemiş, özümsemekle de kalmayıp bizlere kolaylıkla geçirebilmiş bir yapıta imza atmıştı. Öyle ki CD’sini beklemek bir edebiyatsever olarak benim için görevdir artık... 

Özen Yula hikâyeyi üç anlatıcı arasında “paylaştırmış”; Demet Evgar, Esra Bezen Bilgin ve Songül Öden’den her şeyden önce hikâyenin içindeki yaşama tutunma duygusunu ve umudu yeşertmelerini istemiş. Öykü hüzünlü olabilir, müzik de öyle. ama Kemal Yiğitcan’ın yer yer güneşi, yer yer Burgazada açıklarını sahneye taşıyan şölen tadındaki ışıkları içindeki üç aktrisin yorumunu tanımlamak için en doğru kelime coşku olabilir. Hatta zaman zaman -özellikle Songül Öden’de- önü alınamaz bir sel olmuş bu coşku. Mizansenler de gerçekten ince hesaplanmış ve pek sevimlililerdi, belirtmek isterim.

"Burgazadayım ben" 

Öykünün parçalarını birleştiren ve yorumlayan metinlerle Serenad Bağcan ile Zeynep Halvaşi'nin yorumladığı şarkıların sözleri de Yula'nın. Şarkılar çok güzel, sanatçıların yorumları da gerektiği kadar teatral, gerektiği kadar da yalın. Hele o “Burgazadayım Ben”i mırıldanıp durdum aklımda kaldığı kadarıyla, bir zaman. Ya müzisyenler: Hakan Güngör'ün kanunu, Derya Türkan'ın kemençesi. Onlara vurmalı çalgılarla katılan Aykut Köselerli ve Borusan Quartet'in içli yaylıları... Stelyanos ile Trifon bile gömüldükleri maziden kulak kabartıp kendi hikâyelerini dinlediler o gece, bence. Şu dünyadan iyi ki bir Sait Faik geçti dedirtti bize bir kez daha Fazıl Say. Yüreğine sağlık.