Camın olağanüstü serüveni

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Prof. Önder Küçükerman

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

1935 yılında Türkiye İş Bankası tarafından Atatürk'ün direktifleriyle kurulan Şişecam'ın 76 yıllık serüvenini anlatan "1935'ten Günümüze Camla Yazılan Tarih" sergisi Türkiye İş Bankası Müzesi'nde sürüyor. Sergide, Şişecam'a ait antik cam koleksiyonu ile Osmanlı cam koleksiyonunun yanı sıra günümüz el işçiliğinde kullanılan çeşitli aletler, sanayi üretiminde kullanılan kalıplar, camın hammaddeleri olan kristal parçaları, kuvars, kum ve soda,  cam fabrikasına ait bir maketin yanı sıra Şişecam'ın eskiden beri ürettiği hafızalarda yer eden kavanoz, şişe ve bardak örnekleri gibi pek çok farklı obje yer alıyor.

İşte bu serginin küratörü, halen Haliç Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölüm Başkanı olan Prof. Önder Küçükerman bu haftaki konuğum.

Uzmanlık alanı içinde olan 'endüstri tasarımı', 'yaratıcılık', 'Türk evi', 'Anadolu'da geleneksel tasarım', 'halıcılık', 'porselen ve seramik sanatı', 'giyim sanayii', 'otomotiv sanayii', 'sanayi ve tasarım tarihi mirası', 'milli saraylar' konularında çok sayıda bilimsel ve sanatsal araştırma, yayım, tasarım, TV programları yanında, elliden fazla yayımlanmış kitabı bulunan Küçükerman'la sohbetimize, konumuz nedeniyle 'cam sanayii'ni konuşarak başlıyoruz...

"Camla ilgim benim açımdan önemlidir. 1971 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'nde asistanken, endüstri tasarımı diye bir mesleği kurmak istiyordum. Akademi Senatosu bana güvendi ve Türkiye'de ilk kez o mesleğin eğitimine başladık.

Bunun arkasında şu yatıyordu, 70 ihtilalinde sanayileşme politikası destekleniyordu. Ben de bu sözcüğü üniversiteye sokmak istiyordum, ama üzerime yürüyorlardı ‘ne alâkası var güzel sanatlar fakültesi ile?! Endüstri kelimesini buraya sokan, haindir' diye... Böyle bir tavır vardı. Güç alabilmek için Devlet Planlama Teşkilâtı'na gittim ve ‘siz Türkiye'de sanayileşmeyi teşvik ediyorsunuz, tamam fabrikalar kuruluyor, ama ne üretecek bu fabrikalar? Üretilecek olanları kim çizecek?' diye sorunca, DPT'den büyük destek aldım.

1971 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'ne bağlı olarak biçimlendirilen 'Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu'nu (U.E.S.Y.O.) kurdum ve beni, genç bir adam olarak Bölüm Başkanı yaptılar. 1980 yılına kadar onu ve aynı zamanda Akademi'deki görevimi de sürdürdüm. O yıl Güzel Sanatlar Akademisi'nde yeni kurulan 'Endüstri Sanatları Fakültesi'nin Dekan Yardımcılığı görevine getirildim. 1982 yılında Akademi'nin temelleri üzerine kurulan 'Mimar Sinan Üniversitesi' Mimarlık Fakültesi'nde, 'Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü' başkanı oldum. Yani, 1971'den 2006 yılında emekli oluncaya kadar 'Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü' başkanlığını görevini kesintisiz olarak sürdürdüm."

Gelelim bu anlattıklarınızın Şişecam sergisi ile bağlantısına...

"Çok ilginç bir bağlantısı var: 71'de bu bölümü kuran genç bir insan ortaya çıkınca, o dönemin siyah-beyaz televizyonu bu mesleği çok ciddi olarak lanse etti. Ve sanayiciler bana gelmeye başladılar. İlk gelen, Şahap Kocatopçu ve ekibidir."

En büyük iltifat...

11 Mayıs 1954'ten 22 Eylül 1980'e tam 26 yıl Şişecam'ın genel müdürlüğünde bulunmuştu... O dönemi kastediyorsunuz...

"Evet, efsane genel müdür... O, bana hayatımdaki en büyük iltifatı yapmıştır, şunu söylemiştir:

‘Biz, ilk kez ihracat yapmak üzere Portekiz'de, Lizbon'da ‘Uluslararası El Üretimi Cam Sergisi'ne davet edildik. Ürünlerimizi seçince gördük ki, hiçbiri kendimize ait değil. Dolayısıyla bizim çok acele tasarımlara ihtiyacımız, 15 gün de vaktimiz var.'

Akademi'nin o dönemki rektörü bu konuda 3 kişiyi çağırmıştı: Birisi ben, biri Bedri Rahmi Eyüboğlu hocamız ve diğeri heykeltraş Zühtü Müridoğlu. Olsa olsa bunların ilgisi olur diye düşünmüştü herhalde. Bedri Rahmi Hoca, bir kilim götürmüş desenlerini kullanmaları için; Zühtü Hoca ise bir bakır kap... Fabrikada bunların hiçbirini yapamadılar.

Ben, masa üzerinde neye ihtiyaç vardır, diye düşündüm ve büyük bir proje hazırladım... 1970'lerde Beykoz'daki Paşabahçe fabrikasına gitmek, 3-4 saat alırdı. Çünkü, günde yalnız birkaç kez otobüs çalışırdı. Köprü de yok. Arabamla Yeniköy'e kadar gidip oradan Billur 1 isimli motorlu tekneyle fabrikaya geçtim ve kaderim değişti.

Bu sergi için 200'e yakın ürün çizdim. Bunlar en acemi, ama en saf dönemimin ürünleriydi. Orada çizdiklerim, daha sonra çok önemli oldu..."

Bu meşhur bahar dalları falan...

"Hepsinin ilk örnekleri orada çıktı. Bu ürünlerin bazılarıyla fuara katılındı. Sonra ben, unuttum gitti... Ödeme de yapamayacaklarını söylemişlerdi. Çünkü, yaratıcılık için herhangi bir fasılları yoktu...

Üstünden 5-6 ay geçti, gayet kızgın sesli bir kadın aradı. ‘Nerelerdesiniz, niye görevinize gelmiyorsunuz?!' diye. Meğerse Şahap Bey, beni genel müdür danışmanı tayin etmiş, benim haberim yok... Böylelikle, 1971'de fabrikaya girdim ve profesyenel ihracatta ve içpazarda katma değer üreten ürünün ne demek olduğunu oradan öğrendim. Hemen hemen 35 sene Şişecam'a çok büyük emek verdim, içinde kaldım. Orada çizdiğim ürünler hâlâ benim için büyük bir şereftir; çünkü endüstri tasarımının gerçek, saf ürünleridir."

Pozitif bir iş...

Yani?

"Bu ürünlerde bir tasarımcının kendi yaratıcılığına bırakılmış bir şey yoktur. Problem gelir, o problemi çözmek gerekir. Zaten endüstriyel tasarımın başarısının oradan geldiğine inanırım. Çılgın çocukluk değildir bizim işimiz, pozitif bir iştir. Sonuçta, beş-altı yıl boyunca çok ciddi ürünler yaptık el üretimi üzerine ve bunlar su gibi ihraç edilmeye başlandı. Frankfurt ve Macef fuarlarına gittik. Beni son derece şereflendirmişlerdir, bunu itiraf etmeliyim..."

Ya "Bahar Dalı" serisi?

Sonra 1980'e doğru gelince beni çağırdılar, ‘bize çok para kazanacağımız bir ürün tasarlamanızın zamanı geldi, bugüne kadar sizi destekledik ve hep zarar ettik,' dediler. ‘Bahar Dalı' serisi öyle çıktı... Fabrika, ileri teknolojili değildi, teknik sınırları vardı. Bu ürünle üretimde ne kadar engelimiz varsa, onları avantaja çevirdik. Dolayısıyla ürün, sıfır hatalı hale geldi. "Bahar Dalı" 1980'de çizildi ve 2002'de Beykoz'daki fabrika kapatılana kadar non-stop üretilerek bir nevi dünya rekoru kırdı.

Bu ürünler çok büyük başarı kazanınca, kalıba imza atmamı istediler. 21 kalıbından bir tanesini bir koleksiyon parçası olabilmesi için imzaladım."

Gümüş malalar...

Bugün artık çalışmayan Beykoz'daki fabrikanın önünde küçücük bir satış mağazası vardı, oraya gider, alışveriş yapardık.

"Orası ilginçtir, o küçücük mağaza, Şişecam'ın en çok satış yapılan yeriydi."

Fabrika niye Beykoz'a kurulmuştu, bir araştırma yaptınız mı?

"III. Selim, 1800'lerde Venedik teknolojisiyle ilk cam fabrikasını Paşabahçe'ye birkaç yüz metre mesafede kurdurmuştu. Orada başlatılmış meşhur Beykoz camcılığı..."

Sergideki gümüş malaların da tarihi değeri ve anlamı çok büyük...

"İş Bankası daha 10 yaşında genç bir şirketken Şişecam'ı kuruyor. Sergide harç atılırken kullanılan iki gümüş mala, bir de açılışta kullanılan makas vardır. Bu malalardan birinin üzerinde Başvekil İsmet İnönü ve İktisat Vekili Celal Bayar tarafından ilk harcın atıldığı yazar. Bir nevi fabrikanın kuruluş iradesi malanın üzerine yazılmıştır."

Sergiye dair...

Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A. Ş., Türkiye'de tek. Avrupa'da ilk beş, dünyada ilk on arasında yer alan küresel bir sanayi topluluğu. Dünya cam üretiminin yüzde üçünü gerçekleştiriyor. Serginin adı da "...Kum, Ateş ve Cam: Şişecam... 1935'ten Günümüze Camla Yazılan Tarih." Tarih boyunca cam ustalığının geliştirilmesine emeği geçen herkese ithaf edilebilecek bir sergi... Gezmek isteyenler için biraz ayrıntılara girebilir miyiz?

"Bu sergiyi ben, üç bölüm olarak tasarladım. Birinci bölüm, Şişecam'ın arkasındaki kültürel güç, birikim nedir? Bunun yanıtını görüyor ziyaretçiler... Biliyorsunuz dünyada ilk cam, Mersin Silifke arasında yapılmıştır. Oradaki kumlar o kadar hazırdır ki, onları alın ısıtın, yeşilimsi bir cam ortaya çıkar. İşte orada başlayan 5 bin yıl öncesine tarihlenen camcılıkla ilgili önemli bir müze kuran Şişecam'ın, o müzesini serginin birinci bölümüne koyduk. Şişecam'ın Anadolu'nun bize yüklediği binlerce yıllık bir miras olduğunu söylemeye çalıştık.

İkincisi, cam fabrikası karanlık, gürültülü, sıcak bir yerdir. Oraya girmeden camın niye karanlıkta yapıldığını anlayamazsınız. Cam erimiş bir şey olduğu için, ancak ortam karanlıkken onun ısısını görebilirsiniz. Bu ortamı oluşturalım istedik ve Denizli cam fabrikasındaki el imalatında yüzlerce yıldır kullanılan aletleri getirdik. Onları ortaya koyduk ve Şişecam'a ait Denizli Cam, Trakya Düzcam, Trakya Otocam, Topkapı Şişe ve Kırklareli Paşabahçe Fabrikası olmak üzere beş fabrikada özel çekimler yaptırdık. Bu çekimlerde cam üretiminin aşamalarını yansıttık. Bunlar, fabrikaya gittiğinizde tanık olabileceğiniz görüntüler. Bu sergiye gelenler, kullanılan aletleri görüyor ve nasıl cam yapıldığını filmde gerçek sesleriyle izliyorlar... İkinci bölümde bunları sergiledik.

Üçüncü bölüm ise Şişecam'ın kuruluş öyküsü... Bu iradeyi veren Atatürk'ün kararnamesi ile başlayan, 1935'te fabrikanın açılışı ile devam eden, 1960'lara kadar o bölgedeki hayatı anlatan, 60'tan sonra düz cam üretilmeye başlanmasını, 70'lerden itibaren benim tasarımlarımdan bazı örnekleri ve 90'lardan sonra bir yılda 3-4 fabrikanın açıldığı yılları yansıtan bir bölüm..."

76 yılın öyküsü...

Yani Türkiye'nin küresel gücü olma yolundaki emin adımların yansıtılması...

"Kesinlikle. Cam fabrikalarına tesis denir. Tesis demek de baca demektir. Yanılmıyorsam sekiz ülkede 101 tesise ulaşılmıştır. 1930'larda Rusya'dan know-how alarak işe başlayan şirketin yine yanılmıyorsam bugün orada sekiz fabrikası vardır.

Ben 70'lerde işe başladığımda günde kırılan bardak yüz-iki yüz bin civarındaydı. Bugün yanılmıyorsam bir buçuk milyon civarında bardak kırılıyor, o da kışın... Bu sayı, yazın daha da artıyor. Yani bu rakamlar da bin çeşit üründe günde 25.2 milyon adet şişe ve kavanoz, cam kap üretildiğini haber veriyor. Dolayısıyla bu sergi, üretimde olağanüstü büyük ve karmaşık bir gücü kullananların 76 yıllık öyküsü."

Teşekkürler Sayın Küçükerman... Hemen belirteyim meraklıları, 1935'ten Günümüze Camla Yazılan Tarih" sergisini 29 Nisan 2012 tarihine kadar Pazartesi hariç her gün İş Bankası Müzesi'nde ziyaret edebiliyor...

Şişecam'ın tasarıma katkıları çok büyük...

Çalışmalarınız yayınladığınız kitaplarla belgelendi... Cam alanında ilki 1977'de Paşabahçe Şişecam'ın bastığı "Cam ve Çağdaş Tasarım İçindeki Yeri"  idi sanırım.

"Çok miktarda kitap yazdım. Çünkü, yayınlamadığınız taktirde ürünleri tescil etmeniz mümkün değil. 80'li yıllarda geleneksel sanatlara da el atmamı istediler. Gözboncuğu konusunda camcıları teşvik etmek için büyük emek sarf ettik. İki tane gözboncuğu kitabı yayınladım biri İngilizce, biri Türkçe. Bunlar, hep Şişecam'ın tasarıma çok büyük katkılarıdır, tabii beni de teşvik etmişlerdir.

Bugün Türkiye İş Bankası Müzesi'nde süren serginin ilk prototipi sayılabilecek etkinliği, Expo-2000 Hannover Fuarı'ndaki Türkiye pavyonu içinde gerçekleştirdik. Benim danışmanlık yaptığım bu etkinlikte 5 bin yıllık Anadolu medeniyetindeki Türk cam sanayii ve Şişecam'ı anlatan ‘Kum, Ateş, Cam ve Yaratıcılık' sergisini açtık ve çok prestijli bir kitap yayınladık.

Böylelikle hem akademisyen olarak sektöre kalıcı katkılar yapmaya uğraştım, hem de çok büyük şeref kazandım. Bu süre içinde fark etmeden camı öğrendiğim anlaşıldı. Bugün camla ilgili ne yapılsa beni arıyorlar. Nitekim bu sergide de beni aradılar. Paşabahçe cam fabrikasının 76 yıldır ömrü, ben aşağı yukarı bunun yarısı kadar sürede orada bulundum. Ruhunu biliyorum..."

Cam üretmek, kasaba kurmak demektir...

Siz Paşabahçe'ye girdiğinizde eski cam ustaları hayatta mıydı? Çalışıyorlar mıydı?

"İlk işim onları aramak oldu. Çok yaşlanmış o insanları buldum. Ve o zaman Şişecam'ın kurulma öyküsünün Osmanlı'nın 150 yıllık devlet teşvikiyle başlayan büyük bir proje olduğunu gördüm. Büyük Atatürk de sonuç itibariyle devletin öncülüğüyle Şişecam'ı kurdurmuştur.

Bunun arkasında ekonomik bir gerçek yatar: Cam fabrikaları dünyanın her yerinde genellikle devlet teşvikiyle yapılabilir. Çünkü, tahmin edilemeyecek kadar ağır bir prosedürdür. Bu sergide de bunu yansıtmaya çalıştık. Cam fabrikaları 24 saat çalışmak; fırın, hep bin 300 derece sıcaklıkta kalmak zorundadır. 24 saat çalışmak demek de bir kasaba oluşturmak, demektir. Düşünün, 1970'te Şişecam'da 3 bin kişi çalışıyordu. Böyle bir kasaba, Cumhuriyet'in o yıllardaki zor imkânlarıyla ancak İş Bankası gibi büyük projeleri yönetebilecek bir güçle gerçekleştirilebilirdi."