İnsanlar yeniden edebiyata yönelecek
Yeni romanı üzerinde çalıştığı şu günlerde PEN Türkiye Başkanlığı görevini de üstlenen İnci Aral
Parçalanıp dağılmış bir aile, beslemelerle paylaşılmış odalar, parasız yatılı okullar, mektuplar, yolculuklar, uçurumlar, şehirler, şarkılar ve tabii öldürücü aşklar ama hepsinden daha büyük bir aşkla bağlanılmış kitaplarla kâğıtlar... 30 yılı aşkın bir süredir edebiyatla uğraşan İnci Aral'ın "Unutmak" isimli, kendini bir roman kahramanı gibi irdelediği nehir söyleşi kitabının arkasında yer alıyor bu satırlar. Bu sürenin çeyrek asrına, ben de yakından tanığım. Onun bütün uğraşılarını bırakıp yalnızca ve yalnızca edebiyata, iyi edebiyata yönelişini hem bir kitapsever, hem de bir dostu olarak dikkatle izliyorum.
"Bazen, hayatımın uzun yıllarını bir odaya kapanıp kendi kendimi rehin alarak çile ve yalnızlık içinde geçirmiş olduğumu düşündüğüm de oluyor ama yine de ölüm geldiğinde yaşamaya doymuş ve her şeyi unutmuş olacağım.
İşte o zaman gözlerimi, edebiyatın ruhuma verdiği genişlik ve adıma vaat ettiği sonsuzlukla huzur içinde kapatacağım..."
İşte bu sözcüklerle anlatıyor edebiyat sevgisini, tutkusunu söz konusu kitabında İnci Aral. Üreterek geçirdiği "çile" günlerinden mutlu, memnun, huzurlu. Son günlerde kendini, yeni romanına adamış, ona yoğunlaşmış çalışırken bir öneri geliyor dünya edebiyatçılarının önemli derneklerinden Uluslararası PEN'in, Türkiye temsilciliğinden:
"Arkadaşlarım arzu ettiler, çok ısrar ettiler başkan olmam için… Seçimlere giderken umarım seçilmem, diye düşünüyordum. Çünkü, çok işi olan, sürekli yazan, üreten bir insanım. Bundan ötürü yazılarımın, yazmayı sürdürürsem de oradaki görevimin aksayacağını düşünüyordum. Seçimden sonra çok uyumlu bir ekiple çalışacağımı gördüm. Henüz iki toplantı yaptık. Yönetim kurulu üyelerimiz benim önceden tanıdığım ve sevdiğim arkadaşlar olduğu için huzurlu bir ortam var. Bir de böyle işin içine girince, artık geri duramayacağınızı görüyorsunuz. Gereği neyse yapılacak. O bakımdan, iyi olacak diye düşünüyorum şimdilerde ve heyecanlıyım. Bir şeylerin, hatta daha farklı şeylerin yapılabileceğini görüyorum."
Öyleyse hemen ilk ağızdaki projelerden söz etmeliyiz...
"Birkaç proje var. Tabii çok yeniyiz ve şimdi tatile de gireceğiz. Ancak Eylül'de hayata geçirmeyi planlıyoruz. Bunlardan birisi, Türkiye'nin her yerine ulaşmak, oralarda okumalar yapmak; o bölgelerde yazan, edebiyatla uğraşan genç insanları tanımak - bunların içinden çok iyiler çıkabilir-, onlara destek vermek, büyük merkezlere ulaşabilmelerini sağlamak... Her şeyden önce yalnız olmadıklarını hissettirerek moral destek… Bu, bir kültür hareketi.
İkinci projemiz yine aynı çerçevede PEN üyesi olan ya da olmayan yazar arkadaşlarımızla okullara gitmek, çocuklarla tanışmak, konuşmak, onlara okumayı sevdirmek için bazı programlar yapmak.
Başka projeler de geliştireceğiz tabii. Ancak, şu anda elimizdeki imkânlar çok yeterli değil, ama kaynaklarımız neler olabilir, bunları da araştıracağız."
İnci Aral, PEN Türkiye'nin Halide Edib Adıvar ve Nebile Direkçigil'den sonraki üçüncü kadın başkanı. Kitaplarında kadını anlatan, kadından yola çıkan bir yazar için, erkeklerin çoğunlukta olduğu bir örgütte başkan olmak... Nasıl bir duygu bu?
"Başkanlığım için daha ziyade şöyle düşünüyorum; kadın ya da erkek oluşumla ilgili değil bu. Beni seven, bugüne kadarki kariyerimin böyle bir göreve uygun olduğunu düşünen arkadaşlarımın önerisiydi ve büyük destek aldı üyelerden. Demek ki edebiyat çevresinde de sevilen bir insanmışım. Bu da tabii bana hem o güveni ve sevgiyi boşa çıkarmama arzusu veriyor, hem de mutluluk…
Kadın olmak ise başka bir gurur. Halide Edib'in kurduğu uluslararası bir dernekte Türkiyeli bir kadın olarak yer almış olmak çok gurur verici."
Yazmayı tek sığınağı, ayrıcalığı, ödülü olarak gören "Yazmasaydım, kendimi yaşayan bir ölü sayabilirdim" diyen İnci Aral, böyle önemli bir sosyal sorumluluk çalışması için, yazı odasından çıkacak, diyebilir miyiz? Yoksa ikisi bir arada gidebilecek mi?
"Yazı bazen durur"
"Başkan seçilmemden bu yana geçen bir ay, bana bazı ipuçları verdi. Aslında bunu yapabileceğimi gördüm biraz PEN'den yana olarak. Kendi kendime şunu söyledim; 'Yazı bazen durur, ancak ona her zaman yeniden devam edebilirsin, ama PEN'le ilgili meseleler bekleyemiyor.' Kendimi, ikisini birden yürütebileceğime inandırdım. Yazının zaman zaman biraz gecikmesinin böyle bir çalışmanın yanında çok da önemli olmadığına karar verdim ve rahatladım. PEN adına dünyada ya da Türkiye'de olan bir şey için hemen bir duyuru yapmamız gerebiliyor, yani acil durumlar ortaya çıkabiliyor. Böyle nedenlerle bir süre için yazmaya ara verebilirim, diye düşünüyorum."
İnci Aral'ın, bir mavi çamın da dikili olduğu bahçe içindeki evinin huzurlu, dingin bir köşesinde gerçekleştiriyoruz bu söyleşiyi. Bir okuma tutkunu, hatta "arsızı" olan arkadaşım Nevzat Işıltan da bizimle beraber. Tabii ki dayanamıyor ve hemen konuşulanlara bir yorum getiriyor: Yazı, neticede sizin planladığınız, kafanızda oluşturduğunuz bir proje, ama diğerleri, dediğiniz gibi PEN adına göstereceğiniz günlük tepkiler…
"Yazı hayatımdan biraz fedakârlık edeceğim tabii ki. Sonuç olarak şöyle düşünüyorum: Bu, 2 yıllık bir süreç, bir görev. İnsanın bunu da yapması gerekiyor. Belki de başka şeyler öğreneceğim orada, bana kazandırdıkları mutlaka olacak. Ben, şimdiye kadar örgütsel bir çalışmanın içinde yer almadım. Bunun, gerçekten farklı bir kazanç olacağını düşünüyorum. Belki olaylar karşısında daha soğukkanlı olacağım. Çalıştığım grupta çok heyecanlı insanlar varsa, onları düşünmeye davet edebileceğim. Yaşım dolayısıyla da, Türkiye'de çok şey görmüş geçirmiş biri olarak da bu soğukkanlılığa sahip olduğumu, yararlı olabileceğimi düşünüyorum PEN'e. İnsanın bunu düşünmesi, o işe öncelik tanımasını da getiriyor.
Şimdi elimde bir roman var. Yaz sonunda onu bitireceğim. Böylelikle biraz önüm açılacak, çünkü ardından denemelerimi falan toplayacağım. Bu sayede roman bittikten sonra o kadar odama kapanmaya gerek olmadan çalışabileceğim bir zaman olacak. Sonra, deneyimli arkadaşlarımız var dernekte ve komisyonlar kurduk, işleri delege ettik. Bunlar da büyük kolaylık sağlayacak."
Hayatı damıtmak
Aral, ona dokunan, görünen ve yüreğini titreten her şeyi içselleştiriyor, kâğıda geçirerek kaydediyor. Ancak, böylelikle onları unutabiliyor. Çünkü, biliyor ki şu ya da bu biçimde unutmayı beceremezse hayatta kalamaz. Böyle yaşamak katlanılır bir şey değil. Bir sonraki soru için notlarımı karıştırırken, Nevzat Işıltan'dan yine bir yorum geliyor "Yazarlık tavrı farklı bir şey. Siz, hayatı izliyorsunuz ve onu damıtıyorsunuz yazarken. Romanınızda, hikâyenizde onlar ortaya çıkıyor. PEN'de ise hayatın akışı içinde yer alıyorsunuz." diyor.
"Bütün o damıttıklarım da gerek PEN'deki toplantılarda gerek bu işin içerisindeki ilişkilerde benim işime yarayacak şeyler. Ben, her ne kadar edebiyatçıysam da siyaseti, siyasi oluşumları, değişimleri her zaman çok yakından izledim."
Evet, İnci Aral'ın, Kahramanmaraş olaylarını anlattığı "Kıran Resimleri"nden bu yana hep böyle bu. O, siyasi gelişmeleri de yakından izliyor ve yapıtlarına yansıtıyor.
"'Kıran Resimleri' benim 2. kitabım, ama yazarlık çizgimde bir kırılma noktasıdır. Daha önce 'Ağda Zamanı' vardı biliyorsunuz ve daha çok kadın dünyasını ele alan öyküler bulunuyordu orada. Ya ben o çizgi üzerinden gidecektim ve bir zaman sonra anlattıklarım artık ilginç olmayacaktı ya da başka bir çizgiden ilerleyecektim. Bunun bilincindeydim. Orayı atlamam gerektiğini düşündüm. Maraş'a gidişim ve 'Kıran Resimleri'ni yazmam kendimi aşma yolunda bir projeydi. Sonra bunu gerçekleştirebildiğimi gördüm. Kitap başarılı bulundu. Ondan beri de ben, anlattıklarımı, bu ülkenin insanlarını her zaman bir bütün içinde kavradım. Sosyal, ekonomik, kültürel boyutlarıyla... Ki aslında da öyledir; bu ülkede, bu topraklarda yaşayan bir insan bunlardan soyutlanamaz. Bu temeller olmadan insanları doğru olarak yerlerine oturtamazsınız, konumlandıramazsınız, karton tipler haline gelirler. O anlamda 'Kıran Resimleri', benim yazarlık yolumu da açmış, genişletmiş oldu. Öyle de bir önemi vardır o kitabın."
Son yıllarda edebiyattaki bu "karton tipler"in sayısı artırıyor mu ne?
"90'lardan başlayarak sermayenin küreselleşmesi olgusuyla birlikte Türkiye'ye gelen, benim 'Yalan Zamanlar'da anlatmaya çalıştığım olgular, insanların, özellikle de genç yazarların - ki onların çoğu 80 kuşağı diyebileceğimiz gençlerdi - fazlasıyla içe kapanmalarına veya o dünyanın dayattığı daha ticari, kolay okunan, kolay tüketilen kitaplar yazmalarına neden oldu. O içe kapanmayla birlikte edebiyat kendi temellerini, kendi varoluş zeminini kaybetti."
Bu kez Nevzat soruyor: Toplumla ilişkisi kesildi diyebilir miyiz?
"Türk edebiyatı, halkını kaybediyor diyorum. Halkı belki biraz ileri bir yorum, ama okurunu kaybediyor. Çünkü hayatla bağlarını kesti. Kendine kapandı."
Nevzat, son yıllarda karşılaştığı kitaplardan yola çıkarak diyor ki: "Eskiden gülüp geçtiğimiz 'hayatım roman' lafı gerçek olmaya başladı. Her bilgisayarı olan, her 3-5 cümleyi bir araya getirebilen insan, hayatıyla ilgili bir şeyler yazıp onu roman haline getirmeye başladı. Kendi hayatlarını çok merkeze alıp başka yaşamlar yokmuş gibi yapıtlar ortaya koyuyorlar. Roman enflasyonu yaşamaya başladık."
"Edebiyatın metalaşması ile birlikte roman yazmanın, romancı olmanın para kazanmak için çok uygun bir alan olduğu gibi çok yanlış bir düşünce de oluştu. 'Evimde otururum, romanımı yazarım, işe yetişmek için koşturmam' gibi bir fikre kapıldı birçokları. Ancak, bir hayatın ilginç olması, inişli çıkışlı olması yetmiyor roman olmasına."
Son soru, bir edebiyatçı ve bir dernek başkanı olarak Türk edebiyatının bugününü ve yarınını nasıl görüyor İnci Aral?
"Bugünkü Türk edebiyatı ile ilgili olarak hem umutluyum, hem de biraz umutsuzum. Epey bir zamandan beri edebiyatın gittikçe daha dar köşelere itilmekte olduğunu, aşırı derecede ticarileştiğini görüyorum. Bu yaşadığımız kriz, bunun belki biraz önünü alabilir diye bir ümidim var. Çünkü çok fazla 'çöp' kitap basıldı son 10-15 yılda. Batı'da kimsenin yüzüne bakmadığı ya da en sıradan insanların okuyacağı kitaplar çevrildi ve kitlelere sunuldu. Bu kitaplar 'çöp' olmalarının yanı sıra belli bir dünyagörüşünü aşılıyorlardı. Bu da tehlikeli bir şey. Mistik, kaderci bir görüş bu… Bunlar çok okundu, çok satıldı, toplumun umutsuzluğu bir şekilde kullanıldı. Zayıflama, kişisel bakım, 5 günde köşeyi nasıl dönersiniz, herkese nasıl evet dedirtirsiniz gibi gerçek dışı şeylerle oyalandı toplum. Kriz, tam bunların üstüne geldi ve bütün o dayanaksız umutlar yeşermeye başladığı anda onları biçti. Böyle kitaplar her zaman olacaklardır tabii, ama nerdeyse edebiyatın önüne geçtiler.
Şimdi insanlar bir yüzleşme dönemi yaşayacaklar diye umut ediyorum. Ondan sonra da bazı şeyler rayına oturacak. Yeniden edebiyata, daha derin bir şeylere yönelecekler ki onun işaretlerini de görüyoruz, krize rağmen böyle kıpırtılar var ve bu, umut verici bir şey."
Modalara karşı tavrı
Peki, İnci Aral hiç bu modalara kapılmak duygusunu yaşamadı mı? Aklını bunlar çelmedi mi?
"Benim hiç aklımı çelmedi, çelemedi. Dünyagörüşüm buna izin vermiyor. Neyin ne olduğunu gayet net görüyorum. Onuruma yediremiyorum böyle şeyler yazmayı. Bir yazar ve bugüne kadar çizgisini korumuş bir insan olarak her şeyden önce kendi gururum kırılır böyle şeyler yaparsam. Onun için asla oraya yanaşamıyorum ben. Çok küçük – hesaplanmış bir kurguyla değil -, kendiliğinden, benzer bir bir şeyler yazdığımda hemen siliyorum. Hatta geçen gün editörüme yakındım: 'profesyonelleşmek çok kötü bir şey… İnsan artık kendisini kandıramıyor. Daha iyi, daha iyi, daha iyi diye uğraşıyorsun ve asla o çizginin altına inmek istemiyorsun. Susarım, hiç yazmam ama oralara inmem.' Tabii yeter ki onu görebilecek bilinç ve uyanıklık devam etsin. Bunarsam, bütün yakınlarıma söylüyorum; 'Sakın bana bir şey yazdırmayın, bağlayın ellerimi.'"
Yeni kitabı sadakat üzerine
İnci Aral'ın halen üzerinde çalıştığı, diğerleri gibi Turkuvaz Kitap'dan çıkacak olan yeni romanını konuşacağız şimdi:
"Yeni romanla ilgili konuşamıyorum aslında. Konuşmuyorum demiyorum, konuşamıyorum. Bir ana tema var belirlediğim ve o çizgi üzerinde romanı götürdüğüm… Ama şu anda nereye doğru gideceğini hem biliyorum, hem bilmiyorum. Bir macera benim için. Şimdi 100 sayfadan sonra o kanalları yeni yeni görmeye başladım, ama henüz netleşmiş değil. Çok genel olarak şunu söyleyebilirim: Bir evlilik romanı bu, sadakat üzerine kurgulanmış bir roman. Sadakatin farklı insanlar tarafından nasıl yaşandığı, nasıl algılandığı, nasıl kavrandığı ile ilgili. Ağırlıklı olarak üzerinde durduğum şey şu: Sadakat kavramının üzerinde kesin bir teslim oluş mu olmalı? Yani biri ötekine söz vermişse bütün duygu dünyasına, bütün ilgilerine, fantezilerine, her şeyine el koyma hakkı var mıdır? Nereye kadar sadakat? O görünürdeki sadakatin arka plânını yoklamaya çalışıyorum. İnsanın küçük kaçışları, o küçük kaçışlara bile ambargo koymaya çalışan ikinci kişiler…
Yani sadakati sorguladığım bir roman. Kısaca böyle özetleyebiliriz. Ama bu tabii bir aldatma-aldanma hikâyesi değil örneklerini gördüğümüz gibi, çok daha derin. İnsan özgürlüğü, zihnin, hayallerin özgürlüğü temelinde… 'Gölgede Kırk Derece'de kendi içlerinde kaybolmuş kadınları ve onların kendi hayal dünyalarındaki yolculuklarını anlatmıştım. Burada da yine daha derin yerlere doğru gitmeye çalışacağım."