”Perde hep açılsın!”

Geleneksel tiyatromuzun son temsilcilerinden Zihni Göktay'la "Cibali Karakolu"ndan "Lüküs Hayat"a...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

"Allah bana sağlık verdiği müddetçe, elim ayağım tuttuğu sürece performansımı yine aynı tutarak, gramajdan eksiltmeden, yine aynı eforla oynayacağım 'Lüküs Hayat'ta" diyor Zihni Göktay. Kadıköy'de, Baylan Pastanesi'ndeyiz. Geleneksel tiyatromuzun ustasıyla, sanatseverlerin bu geleneksel buluşma noktasında konuşmayı tercih ettim. "Lüküs Hayat"ın 24 yıl önceki kadrosundan bir tek o oynuyor hâlâ kapalı gişe sergilenen oyunda. Yıllarca yüz yüze, omuz omuza, kol kola aynı sahneyi paylaştığı Suna Abla'sı da artık uzaklarda, yukarılarda bir yerlerde, ışıklar içinde. Zihni Göktay, "Çarşamba Söyleşileri"min bu haftaki konuğu. "Lüküs Hayat" büyük başarıyla sürüyor sürmesine de, o meslekte 45. yılına yaklaşırken yeni bir şeyler mutlaka yapacaktır. Bu nedenle de bu sayfadaki bütün söyleşilerimizde olduğu gibi, geleceğe yönelik projelerle başlıyoruz sade kahvelerimizi yudumlarken:

"'Cibali Karakolu'nu sahneleyeceğiz."

Muammer Karaca'nın unutulmaz oyunu. Cüneyt Arkın'ın, Ayfer Feray'ın başrolleri oynadığı bir film olmuş, son yıllarda Nejat Uygur sahnelemişti. Sandalyemden biraz doğrulup heyecanla dinliyorum Zihni Göktay'ı:

"Nejat Abi oynamıştı daha önce. Onun oynadığı biraz değiştirilmiş bir 'Cibali Karakolu'ydu, kanava, iskelet aynı olmakla beraber. Biz, otantik 'Cibali Karakolu'nu oynamak üzere harekete geçtik, fakat metinde eksik sayfalar var, kimileri de silik. Tam orijinal teksti bir türlü elde edemedik, ama bulacağız, yahut da yaşayan bazı abilerimiz var onların yardımıyla tamamlayacağız. Örneğin oyunda rol almış Zafer Önen gibi abilerimiz, onlardan yardım alacağız. 'Cibali Karakolu'nu müzikal olarak sahneleyeceğiz, besteleri Selim Atakan yapacak..."

Peki mekân, şu anda Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu yeniden inşa ediliyor, bazı binalar yenileniyor. Zihni Göktay "Bu nedenle" diyor:

"Fatih Reşat Nuri Sahnesi'nin de akıbeti belli değil, belki çocuk bölümü olarak kalacak. Onun için biz bu projeyi dondurduk. Daha doğrusu, bir sezon erteledik, 2009-2010 mevsimine, İstanbul'un kültür başkenti olacağı yıla. Onu derin dondurucuya koyduk Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya kardeşimle birlikte, ama o bana, 'bu sezon için sana yeni bir projem var' dedi: 'Tek başına 'Fareli Köyün Kavalcısı'nı oynayacaksın!'"

"Kavalcı" olacak

Ortak dostumuz kukla ustası Cengiz Özek, bir düzenleme yapıyor, 'Fareli Köyün Kavalcısı'nı, yeni bir dramaturji ile tek kişilik oyun haline getiriyormuş. Orhan Alkaya, 'Sen oynayacaksın, ama yediden yetmiş yediye herkes için 'Fareli Köyün Kavalcısı' olacaksın, herkes seyredip zevk alacak" demiş.

"Ben, tamam dedim. Henüz çalışma aşamasındalar. Tekst tamamlanınca, çağıracaklar, ben onu tek başıma, yavaş yavaş hazırlayacağım. Başlangıç tarihini koymadık, çünkü prömiyer tarihi konulduğu zaman, telaşlanıyorum. Tek başıma olduğuma göre yönetmenle çalışma saatlerini ayarlarız, illa sahnede olması da şart değil. Zannederim Cengiz, kendisi yönetebilir. Bazı kuklaların yardımı da alınabilir, onları da o oynatırsa, yani kişiler belki kukla olarak etrafımda olurlar, ben onlarla konuşursam.. bilmiyorum. Şimdi ne söylesem yalan olur. Böyle bir projemiz var kısacası. Tarihi belli değil, ama bu sezon içinde hazır olacak."

Söyleşimizin başında "Lüküs Hayat"ın bu sene 24. yılı olduğunu, ilk kadrodan bir tek Zihni Göktay'ın sürdürdüğünü söylemiştim. Çünkü, Suna Pekuysal'ı da kaybettik, demiştim. Göktay'ın, Suna Ablası'na veda görüntüsü, günlerce aklımdan çıkmamıştı.

"Cenaze törenindeki halet-i ruhiyem, buzdağının görünen kısmıydı. Titanic'i batıran buzdağının altta kalan üçte ikisi beni çok zedeledi. Kırk yıllık dostluğum vardı onunla."

Çünkü, taa Fatih'ten tanıyor Suna Hanım'ı. Zihni Bey de benim gibi Fatihli.

"Suna Abla da Fatihli'ydi, genç kızlığı Fatih'te geçti. O profesyoneldi, biz kısa pantolondan daha yeni kurtulmuştuk. Suna Ablamız sokağımızdan geçtiği zaman ona takılırdık, bize cevap verirdi, hiçbir zaman halktan kopuk yaşamadı. Hiçbir zaman kibirli ve burnu büyük olmadı. İşte o yıllar, benim tiyatroya heves ettiğim zamanlardı, çünkü Şehir Tiyatroları'nın Çocuk Bölümü'ne götürüp getiriyordu babam. Biliyor musunuz o beni hiç maça götürmedi, tiyatroya gittik; tiyatro aşkım öyle başladı; maça götürenleri de kınıyor değilim, ama tiyatro daha önemli."

Sözün burasında Zihni Göktay'ın babasını tanımak gerekiyor. Bizim evle Fatih Millet Kütüphanesi arasındaki sokakta, yani Feyzullah Efendi Sokak'ta dükkânı var babasının. Mesleği mi? Terzi...

"Dükkân, daha önce Aksaray'daydı, Adnan Menderes oraları yıkıp Millet Caddesi açılınca Fatih'e taşındı babam. Gençliğinde amatör tiyatro yapmış, Reşat Nuri'nin 'Taş Parçası' isimli piyesinde oynamıştı. Bir de klasik gitara meraklıydı, gençliğinde müzikle de meşgul olmuş bir terziydi yani. Mesleğimi seçmeme hiç karışmadı. Bir gün bana dedi ki, 'Tiyatroya hevesini çok olgunlukla karşılıyorum, ama beşinci sınıf bir aktör olma. İyisi olacaksan, başa güreşeceksen yolun açık olsun.'

Bir de 'Çok para kazanacağına, müreffeh bir hayat süreceğine inanıyorsan ondan da vazgeç,' dedi. Sene 1960... 'Eğer bu ülkede çok para kazanmak istiyorsan' dedi, esprili bir insandı 'ya büfe aç, ya genelev aç, ikisinin de önü çok kalabalıktır!...'

Güldük geçtik. Sonra ben profesyonel oldum. Babamı da mahcup etmediğimi sanıyorum. 'Lüküs Hayat'ı seyredemedi ama diğer oyunlarımı izledi, bir ona yetişemedi, annem yetişmişti. Onun rahat uyumasını istiyordum, rahat uyuyordur. Bu günlerim ona malûm oluyordur sanıyorum."

Baba desteği büyük

Zihni Göktay babasıyla Dersaadet'in dört bir köşesindeki oyunları izliyorda kalmıştık biraz önce. Yine oradan, onun anlatımıyla devam edelim:

"Şehir Tiyatroları Çocuk Bölümü'nün başında Ferih Egemen vardı rahmetli. Onun koyduğu bütün oyunlara götürürdü babam, hiç üşenmezdi. Annem gelmezdi. Ayrıca Gülhane Parkı'na Şark Kıraathanesi'ndeki İbiş'li kuklaya, Fatih'te Madalyon Sineması'nda İsmail Dümbüllü'nün yaz temsillerine, Eyüp'teki bahçe sinemalarına giderdik. Bu tarihi yarımadadaki bana uygun olan bütün yerlere... Sonraları delikanlılığımda Pera'ya çıkmaya başladım: Ses Opereti'ne, İstanbul Tiyatrosu'na ve Karaca Tiyatro'ya ki onlar bahsi diğer..."

Baba her zaman destek olmuş Zihni Göktay'a ve:

"Dediği gibi çok para kazanmadım, dişimle salatalık soydum. Şu anda bile mecburen bazı işlere gitmek zorundayım. Çünkü devletin vermiş olduğu, yoksulluk sınırında bir maaş. Ne yazık ki o kadar verebiliyor, işine gelen çalışır, işine gelmeyen çalışmaz... Buna ek olarak, devletin vermiş olduğu ekmek parasına, kıyma parasına katkı olsun diye dizilere gidiyoruz." sözcükleriyle bu konuya noktayı koyuyoruz. Şimdi, kaldığımız yere, Suna Pekuysal'a dönelim:

"Ben nereden bilebilirdim ki seneler sonra, o çocukluk çağımda şakalaştığım ablamla aynı sahneyi paylaşacağım ve birçok oyunda, birçok dizide birlikte oynayacağız. 'Lüküs Hayat'ta 14 yıl birlikteydik. Omuz omuza, kol kola, can cana... Sevgilimi oynuyordu, Zeynep'i."

Zeynep deyince, akan sözcükler durmalı. Çünkü Zeynep, Göktay'ın kızının adı. Ve isim annesi Suna Pekuysal:

"Zeynep, 'Lüküs Hayat'ın prömiyerinde doğdu. Oyundaki sevgilimin adı Zeynep olduğu, Suna Abla'mın kucağına Zeynep Kâmil'de doğduğu için, 'adını Zeynep koyalım' dedi Suna Abla. 24'ün enteresan bir yeri vardır hayatımda. Bugün Zeynep 24 yaşında oldu, 'Lüküs Hayat'la beraber doğduğu için. 24 yaşında evlendi bundan bir ay önce. Suna Abla 24 Temmuz'da vefat etti, 24 Ekim 1933'te doğmuştu. Ben, 24 Ekim 1978'de evlendim. Yani ben, onun doğumgününü kutlardım, o benim evlilik yıldönümümü... Suna Abla, 'ben düğüne gelemeyeceğim, Mecidiyeköy'e Zeynep'in evine gideceğim,' demişti, ama maalesef...

Bir 'Lüküs Hayat' temsili var, Suna Abla'nın anısına ithaf ettik. 26 Ağustos'ta, yani bu röportaj yayınlandığında bir gün önce oynanmış olacak. Biletler şimdiden tükenmiş durumda. 'Lüküs Hayat,' ekim ayında sezon açılınca, muhtelif sahnelerimizde oynanmaya yine devam edecek."

Zihni Göktay, her yaptığı işte geleneksel tiyatromuzun izini sürmesiyle de ünlü. Her "Lüküs Hayat" temsilinde de farklı doğaçlamalarla hem seyirciyi, hem rol arkadaşlarını şaşırtıyor; yükseltiyor... Onun halk tiyatrosunu sevmesine neden olan kişilerden birisi İsmail Dümbüllü. Tabii Şark Kıraathanesi'ndeki İbişli kukla da:

"İbişli kukla çok hoşuma gidiyordu. Bu arada, babamın dükkânı için Kapalıçarşı'ya alışverişe giderken Vezneciler'den geçiyorduk.  Babam bana diyordu ki 'Burada sol tarafta Komik-i Şehir Naşit Bey'in tiyatrosu var. Şurada Kel Hasan Efendi'nin Acemoğlu Hamamı'na gitmeden sağ tarafta şu anda mevcut olmayan baraka gibi tiyatrosu, 'salaş'... Muhsin Ertuğrul'un Ferah Tiyatrosu şu köşebaşındaydı. Şu gri bina, 14 numara Letafet Apartmanı, Darülbedayi'nin kurulduğu yer.' Şimdi İletişim Fakültesi'dir orası.

Ben tabii o dokudan çok etkilendim. Hatta Direklerarası'nın direklerinden bazıları, sol tarafta duruyordu."

Böyle bir ortamda, daha ilkokuldayken müsamerelerde biribiri ardına geliyor başarılar. Sonra Valde Mektebi'nde yani Pertevniyal Lisesi'nde tiyatro koluna katılıyor.

"Bu arada, evde Karagöz oynatmak istedim. Perde tutuştu, evi yakıyordum az daha annem yokken. O yıllar salon salamanjede, salonun bir kapıyla iki odaya bölündüğü noktada, bizde kapı yoktu. Annemin kadife bir perdesi sarkıyordu yerinde, tiyatro perdesi gibi kordonu olan. Babamın patiska bezlerini çıta ile gerdim, arkasına mum yaktım, perde alev aldı... Temiz bir sopa yemiştim. Ama bu, beni hiçbir zaman tiyatrodan vazgeçirmedi."

Pertevniyal Lisesi'ne giderken Eminönü Halkevi'ne de devam ediyor. Milli Türk Talebe Birliği Tiyatrosu'nda oynuyor. Sonrasını yine Zihni Göktay'ın sözcükleriyle okuyalım:

"İstanbul Üniversitesi'nin talebe tiyatrosunda oynuyordum. Fakir Baykurt'un 'Yılanların Öcü'nü sahneliyorduk. Kendi yaşımda çok az rol oynadığım için, orada da yaşlı bir köylüyü canlandırıyordum. Yaşar Kemal'in ve Fakir Baykurt'un çok hoşuna gitmiş oynadığım rol. Bu arada belirtmek isterim ressam Balaban dekorları ve kostümleri hazırlamıştı. Bütün Anadolu'yu dolaşmıştık Oktay Arayıcı başkanlığında. Ergin Orbey'in oyunlaştırdığı 'Yılanların Öcü' Devlet Tiyatrosu repertuarına siyasal gerekçelerle alınmamış, ret edilmişti, ama biz üniversite tiyatrosu olarak sahnelemiştik 1964'te.

Yaşar Kemal dedi ki 'Gülriz Sururi yazdığım 'Teneke'yi sahneye koyuyor İstanbul Tiyatrosu'nda. Arzuhalciyi sen canlandır.' Bir kart verdi bana, git bununla hemen başla, dedi. Ancak ben İstanbul'da profesyonel olmak istemiyordum. Hacı dedem ve dayılarım aktör olmama pek iyi bakmıyor, müspet ilim yapmamı istiyorlardı. Mühendis, diş tabibi, en azından avukat falan. Çocukları sınıflarını iftiharla geçiyordu, aileden birinin tiyatrocu olmasını hoş karşılamıyorlardı. Onun için İstanbul'da değil, başka bir yerde profesyonel olmak istiyordum.

Gülriz Ablalara giderken Erdinç Üstün ve Selçuk Uluergüven ile karşılaştım İstiklâl Caddesi'nde."

Ve dileği yerine geliyor Zihni Göktay'ın. "Ankara Meydan Sahnesi İstanbul'a geldi. Oyuncu arıyorlar Haldun Taner'in 'Eşeğin Gölgesi' oyunu için" diyorlar.

"Çetin Köroğlu'nu gör, dediler. 'Biz anlaşma yaptık bile. Sen de bizim tarafımızdan gönderildiğini söyle.' Gittim, anlaştım, Çetin Abi'yle. '8 Ekim'de Ankara'da ol,' dedi. Teksti verdi, 'Foto Bella'da fotoğrafını çektir' dedi.

Tam dokuz sene, on sezon Ankara Meydan Sahnesi'nde oynuyor Zihni Göktay. 1973'te tiyatro kapanınca dönüyor İstanbul'a ve Şehir Tiyatroları'na müracaat ediyor:

Ve... Şehir Tiyatroları

Bu mesleğin ancak devletin çatısı altıda iyi yürütülebileceğini anlamıştım. Özel tiyatroların  yaşadığı zorlukları görmüş, yaptıklarının bir şövalyelik olduğunu fark etmiştim. Hiçbir şey yapamadan geri döndü, demesinler diye, müracaat ettim, ama on senem geçmiş, ben yolumu almıştım, önemli roller de oynamıştım, kimse benden rol kıskanmamıştı Çetin Abi sağolsun.

Yetiştim orda, piştim, geldim İstanbul'a. Kalfalık dönemimde Şehir Tiyatrosu'na girdim. Vasfi Rıza Bey aldı yevmiyeli olarak. Muhsin Ertuğrul Bey de aradan altı ay geçince: Vasfi Rıza Bey, Ahmet İsvan'ın belediye başkanı seçilmesiyle evine çekilmiş, Dragos'tan Muhsin Ertuğrul Bey gelmişti. Dosyamı incelemiş, attan inip eşeğe binmişken, on senelik bir aktörken yevmiyeli figüran kadrosuna girmişken, (kadro yoktu her zaman olduğu gibi), Muhsin Ertuğrul beni Başar Sabuncu'nun yönettiği 'Mutemet Ali Rıza Bey'in Yaşanmış Hayat Hikâyesi' adlı oyunda beğenerek 74 Nisan'ında kadroya alacaktı."

Ve o günden bugüne aralıksız Şehir Tiyatroları... Bir sezonda iki-üç piyes, bu arada çocuk oyunlarında da roller... Bu yoğun çalışma temposu içinde belki ihmal olunan bir sinema kariyeri:

"1975-76 sezonunda 'Tosun Paşa'da Ruhi rolüyle sinemaya ilk adımımı attım. Rahmetli Kemal Sunal rica etti gel oyna, diye. Kemal'le üç film yaptım 'Atla Gel Şaban', 'Tosun Paşa' ve 'Meraklı Köfteci.' Daha sonra 'Fahriye Abla' Müjde Ar'la... Son üç Hababam'da oynadım, bir de 'Döngel Karhanesi'nde. Bir de 'Çıngıraklı Top' diye bir film var. Şimdi de Sulhi Dölek'in 'Kirpi' romanından çekilecek filmde kayınpederi oynayacağım.

Yani set zamanlarında ya provalarım, ya turnelerim oluyordu, bu nedenle çok filmde rol alamadım. Ötekiler ebru sanatı gibi hep satıhta, altı ay dizi yapmayın unutulursunuz, ama sinema... Filmler hâlâ oynuyor, sinema klasik, kalıcı. Sinemayı seviyorum, fırsat olunca da yapıyorum."

Televizyon dizileri, binden fazla radyo oyunu, TRT televizyonundaki ilk film seslendirmesi, uzun yıllar dublaj, yine radyoda'çocuk bahçeleri,' 'arkası yarınlar'da yönetmenlik... Profesyonel olarak geçen 44 yıl...

"Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım"ı mırıldanıyor Zihni Göktay... Yeni projeleriyle başladım, yarınlara dair temennileriyle sohbetimizi bitirmek istiyorum. Diyor ki:

"Türk tiyatrosu adına... Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Uygar ülkelerde koltuk sayısı o ülkenin nüfusunun onda biridir. 70 milyonsanız yedi milyon koltuk olması lâzım. Ama şu anda antik Yunan ve antik Roma'dan kalan anfitiyatroları, bütün bahçe sinemalarını, Anadolu'daki düğün salonundan bozma salonları bir araya getirdiğimizde eğer bana 300 bin koltuk gösterebilirseniz Türkiye'de Doğu Beyazıt'tan Kapıkule'ye ve bunu noter huzurunda ispatlarsanız, ben bir yıllık maaşımı Memetçik Vakfı'na bağışlamaya hazırım.

Ne istiyorum? 81 ilimizde Muhsin Ertuğrul'un vasiyetinde olduğu gibi, o zamanlar 67 vilayetti, sonra 81 il oldu, her gece perde açılsın ve tiyatro yapılsın istiyorum. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da tekrar yapılanmada ilk tiyatrolar tamir edilmiş, öteki devlet işleri çadırlarda da yürür, demişler. Bunu istiyorum ben."

Şu 'kavuk' meselesi!

Geleneksel Türk tiyatrosunun ustası İsmail Dümbüllü adına her yıl, bu alanda emeği geçen bir tiyatro sanatçısına Dümbüllü heykelciği veriliyor. Dümbüllü'nün kavuğunun temsilen devri anlamına da geliyor bu tören. Zihni Göktay da kavuğun sahiplerinden birisi, ama uzun yıllardır bir kavuk tartışmasıdır sürüp gidiyor. Herkes kavuk bende, diyor… İşin aslını ve çözümünü Zihni Göktay bakın nasıl anlatıyor:

"Kavuk aslında kimsede değil. İsmail Dümbüllü'nün kızı İpek Hanım, damadı Mete Bey, torunu Ufuk'la konuştuğumuzda, 'kavuk kimsede değil, bizde' diyorlar. Oysa Ferhan bende diyor, Münir Özkul bende diyor, Müjdat bende değil diyor, kavuğa sahip çıkma kavgası var... Ben de Müjdat'a dedim ki, biliyorsunuz o da Fatih doğumludur, bir sokak üstümüzdeydi. Müjdat, dedim şöyle bir şey yapalım:

Senin MSM önünde toplanalım bütün geleneksel Türk tiyatrosu temsilcileri, son yıllarda kavuk bende diyenler. Zaten İsmail Abi'nin orada büstü var, o büstün önünde... Basın mensuplarını da çağıralım. Baylan'dan kavuk şeklinde yani dilimli bir pasta yaptıralım, her dilimini kavuk bende diyenlere ikram edelim. Kavuk yensin, kavga bitsin. Hocanın söylediği gibi yorgan gitti, kavga bittiiiii, kavuk yendiii. Ondan sonra kimse itiraz etmesin. Çünkü kavuk, İsmail Abi'nin kızının evinde sandıkta duruyor, öyle söyledi İpek Dümbüllü bana. 'Kavuk bizde, kimsede değil. Çok duygulandığı bir zaman babam takkesini vermiş' dedi.

Bu arada, ilk Dümbüllü ödülünü alan sanatçı da Suna Abla'dır."

Dümbüllü olayı, Zihni Göktay'ın yorumuyla böyle.