Sanata, daima evet

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu 29 yıllık bankacı DenizBank'ın Finansal Hizmetler Grubu Başkanı Hakan Ateş oldu

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

Bu haftanın konuğu, 2008 yılı Eylül sonu itibariyle, 13 iştiraki ve 373 şubesiyle Türkiye’nin özel sermayeli 6. büyük; son yıllarda tarım sektörünün gelişmesi yönünde sürdürdüğü yoğun faaliyetler ve sektöre sunduğu yenilikçi ürünler ile tarıma en büyük yatırımı yapan özel bankası konumundaki DenizBank’ın Finansal Hizmetler Grubu Başkanı Hakan Ateş...

DenizBank, yalnızca içinde bulunduğu sektöre değil, sosyal sorumluluk misyonu ile kültür ve sanata da destek oluyor. Bu amaçla DenizBank Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A. Ş. (DenizKültür), bilimsel araştırma, sanat ve edebiyat başta olmak üzere kültür etkinlikleri düzenlemek ve bu tip etkinliklere destek olmak amacıyla 2004 yılında kurulmuş. DenizKültür’ün üretim alanları; bilim, sanat ve edebiyat içerikli kitap basımı, işitsel ve görsel kültür malzemeleri, sahne sanatları etkinlikleri, plastik sanatlar ile el sanatlarına yönelik koleksiyon/sergi çalışmaları, sosyal misyona uygun kampanyalar ve yeni fikirlerle gelişecek diğer kültürel çalışmalardan oluşuyor...

Hakan Ateş, Türkiye'nin en tecrübeli bankacılarından. 29 yıllık kariyerinin 12 yılını DenizBank’ın kurucu genel müdürü olarak geçmiş. DenizBank’ın faaliyete geçtiği 1997 yılından bu yana kültür ve sanatı, öncelikle yayınladıkları kitaplarla desteklemiş. Objektif tarih bilincinin geçmişimize olduğu kadar geleceğimize de ışık tutacağına inanıyor; bu düşünce çerçevesinde, toplumsal tarih bilincinin geniş kitlelere yaygınlaştırılması yönünde DenizKültür aracılığıyla pek çok projeye katkıda bulunuyor. Ve diyor ki:

“Biz, kurulduğumuzdan bu yana her sene hard-cover bir kitap yayınlıyoruz. Seçtiğimiz özel konu Osmanlı. Yani Osmanlı kültürü, Osmanlı yaşamı, Osmanlı coğrafyası, Osmanlı eğlence hayatı, önemli sultanlar ve dönemlerinde yaptıkları her şey… Sadece tahta çıktıkları, indikleri değil de gerçekten ne düşünmüşler, vizyonları ne imiş gibi sorulara yanıtlar arıyoruz…  İkinci Mahmud o işi neden yapmış veya sanata dair ne tür eğilimleri varmış gibi pek çok farklı konuya değinerek biraz koptuğunu da düşündüğüm kültürler arası farkı kapatmayı amaçlıyoruz. Toplumsal geçmişimizin önemli bir parçasını oluşturan Osmanlı İmparatorluğu dönemi boyunca yaşananları, önyargılardan uzak, nesnel ve tümüyle bilimsel temellere dayanan bir bakış açısıyla sunmaya gayret ediyoruz. Yılbaşında yayınlanan son kitabımız ‘Osmanlı ‘Altın Çağ’ının Hükümdarı - Kanuni Sultan Süleyman’ da böyle bir çabanın ürünü... 2008 başında da ’20. Yüzyıl Başında Osmanlı Coğrafyası’nı hazırlatmıştık... Bir önceki yılki kitabımız ‘Fatih Sultan Mehmet – Osmanlı Devleti’ni Osmanlı İmparatorluğu’na Dönüştüren Hükümdar’ idi...

Ben, yetişkin olana kadar inanın Osmanlıca diye ayrı bir dil olduğunu sanıyordum, daha doğrusu tabii ki ayrı bir dil var, ama o dönemde de bizim gibi Türkçe konuşuyorlardı. Kafamda o kadar ayrışmış ki uzayda başka bir gezegen gibi…  Biz, onların devamıyız. Dolayısıyla o mozaiği insanımıza anlatmayı hedefledik. Sanıyorum bir ölçüde başarılı da olduk.”

“Sesli Edebiyat”

Edebiyatı da “Sesli Edebiyat Yapımları” ile destekliyor DenizBank. “Öyküler ‘Ses’leniyor” isimli bir proje gerçekleştirildi 2007 yılında. 1860-1952 yılları arasında doğan 100 yazarımız ve onların birer öyküsü, 20 CD’de tiyatro sanatçılarımızın seslendirmeleriyle bir araya getirilmişti.

“Evet, az önce sözünü ettiğim gibi Osmanlı tarihi her yönüyle odaklandığımız bir yer. Bir diğer odak noktamızda ise öykü edebiyatımızı en geniş kitleyle buluşturmayı hedefledik ve bu işitsel CD arşivini hazırlattık... O CD’leri köy ilkokullarına kadar gönderiyoruz.  Çok fazla okuma alışkanlığımız olmadığını biliyoruz, ama edebiyat CD’lerde olunca en azından arabasındaki veya okulundaki bir CD çalara koyarak bunu dinleyeceklerini umuyoruz. Görmezlere de çok büyük bir katkı bu arşiv. 20 CD’de bir araya gelen 100 öykünün toplam dinleme süresi 26 saati buluyor.”

DenizKültür’ün müzik yapımları ve sponsorlukları da var...

“Özellikle de klasik müziğe. Çünkü müziğin diğer alanları çok ciddi destekleniyor, para da kazanıyorlar oradakiler. Popa bakın, halk müziğine bakın… Onlar da mutlaka olmalı ve çok da güzel, ama biz, özellikle klasik müziğin, üniversal anlamda müziğin önemli olduğunu düşünüyoruz. Mesela Danimarka gibi çok gelişmiş, kişi başı geliri kırk bin Euro’nun üzerinde olan bir ülkede opera yok. Bizde yanılmıyorsam altı-yedi opera var. Ayrıca İzmir Senfoni var, İstanbul, Ankara senfoni var…  Biz, senfoni orkestralarının -özellikle İstanbul ayağının- sponsoruyuz. Dört yılımızı bitirdik. Biliyorsunuz AKM tadilatta olduğu için onlar değişik salonları kiralamak zorundalar. Bu konserlere sponsorlukta bulunuyoruz. Bu orkestraları ben birer Atatürk kurumu olarak görüyor, yaşatılması ve beslenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bizi dünyaya tanıtması ve kendi içimizde böyle bir kültürün oluşması açısından çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Müziğin üniversal dilini bu anlamda bankacılık olarak destekliyoruz.

DVD ve müzik CD’si formatında ürünler de yayınlıyoruz. Klasik müzikten caza, türküye, opera aryalarına desteklediğimiz projeler var...”

Bu arada belgesellere de destek veriyor DenizBank. Örneğin “İstanbul Tarihi Yarımada” başlıklı bir saatlik bir DVD çıkmıştı. 2006 yılında yitirdiğimiz Tenor Ömer Yılmaz’ın yaşam belgeseli ve müzik CD’si, Bodrum belgeseli hemen aklıma gelenler. Bir de Alptekin Müderrisoğlu’nun çalışmalarından yapılanlar var sanırım...

“Turgut Özakman’ın ‘Şu Çılgın Türkler’i çok sattı. Kaynakçasında Alptekin Müderrisoğlu’nun kitaplarına çok dokunmuş dikkat ettiniz mi bilemiyorum. Bankacılık yapmış, ama yıllarını araştırmalara ayırmış bir isim Müderrisoğlu. Onun külliyesini ailesinden aldık. Orada Kurtuluş Savaşı’mıza, yakın tarihimize ışık tutan çalışmalar var. ‘31 Mart Olayı Foto Belgeseli’, ‘Türk Alman Silah Arkadaşlığı Foto Belgeseli’, ‘Yakın Tarih Fotoğraf Arşivi’ bu çalışmalardan hazırladığımız DVD’ler. Örneğin fotoğraf arşivi, 12 DVD’lik bir set ve tam 20 bin fotoğraf bulunuyor içinde...”

Bütün bu çalışmaların yayınlanmasında, Hakan Ateş’in sanata yakınlığının payı önemli olmalı. Yıllar önce seslendirme yapmasının, müziği çok sevmesinin... Ama, 11 yıl boyunca sürdürdüğü seslendirme ve oyunculuk kariyerine bir anda son verip ailesinin isteğiyle finans sektörüne geçmiş; sanat çevresinden kopup kendini Anadolu’nun bir kasabasında müfettişlik yaparken bulmuş. Yıllar sonra da Denizbank’ın kurucu genel müdürü olmuş… Ama oyunculuk, içinde hep ukde olarak kalmış…. Biraz da onun ilginç hayat hikâyesini dinleyelim:

“İlk, orta ve lise öğrenimimi TED Ankara Koleji’nde tamamladım. İlkokuldayken öğretmenim ‘Ali ile Ayşe Doğruluk Opereti’ni yazmış ve başrolü de bana vermişti. Okullarda ve özel günlerde oynadık. O zaman gazetelerde haberimiz çıkmıştı. O haberden etkilenmiş olmalılar ki, TRT Çocuk Saati programı yetkilileri beni davet etti ve daha sonra bir sınava soktu. 10 yaşımdayken TRT Çocuk Saati programının kadrosuna katıldım. ODTÜ İşletme Fakültesi’ni bitirene kadar da seslendirme yaptım. ‘Çocuk Saati’,  ‘Arkası Yarın’lar, Okul Radyosu ve televizyonda… ‘Beyaz Gölge’, ‘Kadın Polis’, ‘Arsen Lüpen’ gibi yapımlarda… ‘Beyaz Gölge’de, ‘İsviçreli Robinsonlar’da, ‘Şeker Kız Candy’de vardım. Ailemden hiç harçlık almadan on yaşından itibaren hayatımı idame ettirdim.

29 yıllık bankacı

ODTÜ bittikten sonra da acaba sanatla ilgili bir şey mi yapsam diye düşündüm, çünkü hoşuma gidiyordu. Ama babam bir mühendis, iki çocuğunu kolejde okutmuş kendi kısıtlı imkânlarıyla, sonra ODTÜ’de… Ablam da mimarlıktan mezundur. Ama o, yedi sene Çevre Müsteşarlığı’nda çalıştıktan sonra operacı oldu. Şimdi Ankara Devlet Operası’nın yirmi küsur yıllık sanatçısı. O, yüreğinin git dediği yere gitti.

Sahne tozu çok enteresan bir şey. Ankara Radyosu’nda Rüştü Asyalısı’ndan Semih Sergen’e; sonra Zuhal Olcay’a, Derya Baykal’a, Köksal Engür’e. Onlar, hep beraber yaşadığımız, birlikte seslendirme yaptığımız insanlardı.”

Bu kültürel ortamın dayanılmaz keyfi içinde bankacılık yaşamınızı nasıl parselledi diye sormanın tam zamanı...

“Bankacılık 1980’de başladı... Yirmi dokuz sene olmuş, neredeyse otuz. Bizim apartmanda İş Bankası’nda çalışan müfettiş bir ağabeyimiz oturuyordu. Onun eşi annemi o kadar doldurmuş ki;  ‘Bize o kadar çok para veriyorlar ki nereye koyacağımızı şaşırıyoruz’ diye... Onlarda çift ikramiye vardı. Bana da çok methetti, girdim sınavına - ki ODTÜ’de hukuk ayrıntılı okutulmaz, hukuk çalıştım birkaç ay da -  kazandım, ama 12 Eylül oldu, bütün ikramiyeler kesildi İş Bankası’nda. Sonra, teftiş iyidir dediler, girdik.

Teftiş bana inanılmaz şeyler öğretti. Üniversite duvarlarının arkasında şu veya bu fikri savunmanın başka bir şey, realitenin farklı bir şey olduğunu anladım. İnsanımızın ne kadar adaptasyon kabiliyeti olduğunu gördüm. Kelkit’te briç oynuyorlardı, ben pişpirik oynuyorlar sanırken… Briç ata sporuymuş hâlbuki… Çekirdekten, bugün benim diyen briç oyuncusunun oynayamayacağı kalitede briç oynandığına tanık oldum. Şunu anladım: Kimseyi azımsamayacaksınız. İnanılmaz yerlerden inanılmaz cevherler çıkıyor. Ve Türkiye coğrafyası çok güzel. 

Altı ay turnemiz vardı, Anadolu’da şube şube geziyorsunuz daha önce hiç görmediğiniz yerlerde… Başta bana çok sıkıcı ve zorlayıcı geleceğini düşündüğüm şey, zevk oldu. Sonra beş yılım orada geçti. Şimdiki gerek mesleki gerek sosyal hayatımda çok büyük katkıları olmuştur. Bankacılığın başlangıç hikâyesi bu. Daha sonra İstanbul’a gelip muhtelif bankalarda; İnterbank, arkasından Doğuş Grubu’nda çalıştım. Moskova’ya gittim, Garanti Bankası’nın Moskova kurucu genel müdürlüğünü yaptım. İki yıl orada kaldım ailemle birlikte, sonra geldik, DenizBank maceramız başladı 1997’de bir otel odasında. Swissotel’de iki oda tuttuk. Ben Rusya’dan yeni gelmiştim, eşim evi kiraya vermişti, odaların birinde eşim, oğlum ben kaldık; diğer odada tek hatlı bir telefonla işe alımlara başladık. 1 sicil numarası bendim. Sekreterimi bir ay sonra işe aldım, 2 oldu.  Şimdi 8 bin 255 kişi hâlihazırda çalışıyor.

O taraftan bu tarafa da bankanın genel müdürüyüm. Sanıyorum ki epey kıdemliyim Türk bankacılığında genel müdür olarak...

Geleceğe sanat kalır

Evet, deminki sorunuzun yanıtına gelecek olursak buraya gelirken şu on iki senelik öyküde benim eğilimlerim şirkete ve finansal hizmetler kuruluşumuza yansımıştır.”

Peki, yarınlara ilişkin son söz?

“DenizBank’ın ilk yıllarında Afife Jale Sahnesi’nin inşaatını yapmıştık Beşiktaş Belediyesi ve Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı (TOBAV) ile birlikte. Bütün finansmanını üstlenmiştik. O zaman ‘DenizBank sanata evet’ diye bir sloganla çıkmıştık hâlâ da onun arkasındayız. ‘Sanata evet’ çünkü bakın geriye koskoca bankalar bile kalmıyor, padişahlar, devlet başkanları kalmıyor. Toplumların sanata dair yaptıkları güzel şeyler- tüm sanatları kastederek konuşuyorum- kalıyor bir tek gelecek yüzyıllara. Ve medeniyetin ifadesi de bu oluyor. Onun için burada ne yapılırsa çok uzun vadede kârdır, getirisi olan şeylerdir. Biz de gücümüz yettiğince varız, olacağız.”  

Sponsorluklarda yaşanan problemler

Hakan Ateş’e sponsorluk yaparken yaşadıkları sıkıntıları soruyorum, diyor ki:

“İnsan o kadar çok şey yapmak istiyor ki sanata ve kültüre destek vermek için… Ama bir problem yaşanıyor sanata dönük destek faaliyetlerinde. Maalesef örneğin televizyonlarda RTÜK kuralları var destekçinin tanıtımını engelleyen... Biraz da basınımızın o anlamdaki ilgisizliğinden söz edeceğim. Destekçiyi çok fazla öne çıkartma eğilimi yok bizde. Logosunu bile göstermezler. Gazete veya televizyonunda haberi yapar, ama kimdir sponsor adı geçmez. 

Hâlbuki ben de sponsorluğu cebimden ödemiyorum ki... Söz konusu olan işletmenin parası. Tabii ki bir ticari gaye de var arkasında. Sosyal sorumluluğu yerine getirmenin yanısıra şirketi daha iyi tanıtmak amacı...

Bir de yanlış bir kanaat var; bütün bu destek faaliyetlerinin vergiden muaf olduğu düşünülüyor. Sanki biz bu işleri yapıyoruz, sonra vergi falan ödemiyoruz. Böyle bir şey de yok. Benim personelimin taksiye bindiği zamanki, yemek yediği zamanki, maaşındaki gider neyse aynı nitelendirilir. Aynı şekilde kurumlar vergisinden tenzil edilebilir, o da kanunen kabul edilmiş olan yerlerde... Sanata kültüre destek giderlerinin tamamı vergiden düşülebilmeli. Ama bu, kontrollü bir şekilde olmalı, istismara bırakılmamalı. Çünkü vergi ödemelerine de ihtiyaç var... Ama üst ve alt limitler koyulabilir.”