Geleceğin çiftçileri CEO’lar olacak

İklim krizi, su kıtlığı ve artan maliyetlerle zorlanan geleneksel tarım yerini, su kullanımını yüzde 95 azaltan, ilaçsız üretim yapan ve hasat süresini üçte bire indiren dikey tarıma bırakıyor. ErgoFarm, geliştirdiği bu yüksek teknolojili sistem ile şehirleri kendi gıdasını üretebilen sürdürülebilir tarım merkezlerine dönüştürmeyi amaçlıyor.

Geleceğin çiftçileri CEO’lar olacak

Başak Nur GÖKÇAM

Artan nüfus, küçülen ta­rım arazileri, hızla tü­kenen su kaynakları ve iklim krizinin derinleşen et­kileri. Dünyanın gıda üretim modeli, yüzyıllardır alışılmış biçimde devam edemeyecek kadar büyük bir baskı altın­da. Bu noktada geleneksel ta­rımı tamamlayıcı, şehirlerde dahi yüksek verimle üretim yapmayı müm­kün kılan dikey tarım, sürdürü­lebilir bir gele­ceğin anahtar teknolojilerin­den biri olarak öne çıkıyor. Bu yenilikçi tarım modeli ile topra­ğa ihtiyaç duyul­muyor, su geri dönüştürülüyor ve iklim koşulla­rından bağımsız üretim sağlana­rak hem çevre­sel yük azaltılı­yor hem de güvenilir gıdaya erişim güçlendiriliyor.

Kapalı ve kontrollü ortam­larda üretim yapmayı müm­kün kılan dikey tarım, Japon­ya, Hollanda, İsrail ve Güney Kore gibi tarım alanı kısıtlı ül­kelerde uzun yıllardır gelişti­rilen bir teknoloji. Türkiye’de ise henüz yeni yeni duyulan bir sistem. 2 yıl önce enerji mü­hendisi Selim Kara tarafından hayata geçirilen mühendislik ve Ar-Ge şirketi ErgoFarm da dikey tarım üzerine çalışmala­rını devam ettiriyor.

ErgoFarm’ı kurduktan son­ra uzun çaplı araştırmalar so­nucunda Hollanda’da 50 yıl­lık bir çiftçi tarafından kuru­lan Artechno Growsystems B.V’nin 12 yılda geliştirdiği dikey tarım sistemini yerin­de görmek için şirketle ileti­şime geçtiğini söyleyen Selim Kara, “Bu sistemin iskeletini yapmak kolay. Ama her bitki­nin başka bir beklentisi var.

İklimi, nemi, ışığı, minerali farklı. Her biri ayrı bir bilim. Türkiye’de insanlar sıfırdan başladığı için optimum değe­ri bulmak yıllar alıyor. Ben bi­raz daha yukarı basamaktan git­mek istedim ve bu işin bilimini en iyi bilen Hol­landa ve üreti­mini yapabilen Çin’le anlaşa­rak, Türkiye’de­ki operasyonu birlikte yürüt­mek, bu sistemi daha da geliştir­mek için iş birli­ğine yöneldim. Ve hikâyemiz böylelikle başla­mış oldu” dedi.

“İstanbul, gelecekte tarım şehri olacak”

Lojistik maliyetlerinin ve karbon salımının dünya ça­pında büyüyen bir problem olduğuna dikkat çeken Kara, “Gelecekte şehirler kendi gı­dasını üretmek zorunda ka­lacak. Bugün İstanbul’da ta­rım yok ama 20 milyon insanı beslemek için gelecekte şehir içi tarım zorunlu olacak. Di­key tarım; AVM teraslarında, depolarda, bir binanın -10. ka­tında bile kurulabilir. Gele­cekte İstanbul bir tarım şeh­ri olacak. Yeni jenerasyonun tarıma ve çiftçiliğe olan ilgi­sizliği nedeniyle bu iş ileride çiftçilerin değil de daha çok iş insanlarının yatırım yapacağı bir alan olacak ve onlar tara­fından yönetilecek. Yani CE­O’lar çiftçi olacak. Restoran, otel ve büyük işletmeler kendi üretimlerini yaparak hem is­rafı azaltabilecek hem de teda­rik zinciri risklerini ortadan kaldırabilecek” diye konuştu.

Su kullanımı yüzde 95 azalıyor

Dikey tarımın avantajı­nın sadece üretim kapasitesi ya da yer tasarrufu değil; ay­nı zamanda bilimsel bir üre­tim disiplinine sahip oluşun­da yattığını belirten Kara, “Di­key tarımın en dikkat çekici avantajı su kullanımı. Bir ma­rulun tarlada yetiştirilmesi için yaklaşık 6 ton su gereki­yor, dikey tarımda ise bu mik­tarın yüzde 95 azalıyor. Sis­tem; verilen suyu geri topla­yıp yeniden kullanıyor, hiçbir kimyasal pestisit kullanılma­dığı için su atığı da oluşmu­yor. Elektrik ise en büyük gi­der kalemi. Bir marulun bize maliyeti 12 lira, bunun 6 lira­sı elektrik. Sisteme yenilene­bilir enerji eklendiğinde de üretim tamamen karbon nötr hale gelebiliyor. Hatta kapa­lı devre yapısı nedeniyle sis­tem karbonu geri dönüştüre­rek karbon negatif bir etki bile yaratabiliyor” bilgisini verdi.

Yetiştirme süresi 3’te 2 kısalıyor

Geleneksel yöntemlerle tar­la sulandığında her koşulda bitkinin alması gerekenden fazla su verildiğinin altını çi­zen Kara, “Bitki zaten suyla be­raber içindeki minerali alıp, suyu tekrar bırakıyor. O da top­rak altındaki kaynaklara gidi­yor ve tonlarca su harcanıyor. Biz ise dikey tarım ile bitki ne­ye ihtiyaç duyuyorsa onu veri­yoruz, sulamalarda da bitkinin istediği minareli alması son­rasında bitkinin geri bıraktı­ğı suyu tekrar tanka gönderip, ertesi gün tekrar kullanıyo­ruz.

Üstelik bu sistemde hiç­bir şekilde pestisit ve ilaç kul­lanılmadığı için de suyu kirlet­miyoruz. Bitkiye ihtiyacı olan azot, potasyum, fosforu ver­diğimiz için de besin değerini korumuş oluyoruz. Ve ortala­ma 25 ile 50 günde ağaç olma­yan her bitkiyi elde edebiliyo­ruz. Yani süreyi 3’te 2 oranın­da kısaltmış oluyoruz ” dedi ve şöyle devam etti: “Bir toprağa kimyasal değdirildiğinde 40 yıl, atom bombası atıldığında 100 yıl organik tarım yapmak mümkün olmuyor. Kimyasalın toprağa verdiği zararı buradan hesap etmek mümkün.”

Dikey tarımda bitkiye mi­neral vermeyi keserek büyü­mesinin engellenebildiğini, yalnızca sulama yapılarak da taze tutulabildiğini belirten ErgoFarm kurucusu Selim Kara, “Bu sistemle ürünün raf ömrünü 4 kata kadar çıkarıyo­ruz. Bizim yetiştirdiğimiz ma­rul 2 ay geçse de taze kalıyor. Zaten doğal olan geç bozulur. Yani dikey tarım teknolojisi ile gıda israfını yüzde 80’e ka­dar azaltmış oluyoruz” dedi.

Gıda enflasyonuna çözüm ekonomisi

Türkiye’de gıda fiyatlarındaki artışın önemli bir bölümünün nakliye, soğuk zincir ve üretim risklerinden kaynaklandığını belirten ErgoFarm Kurucusu Selim Kara, kontrollü tarım ve yenilenebilir enerji sayesinde bu maliyetlerin büyük ölçüde düşürülebileceğini belirtti. Yaşanan don olayları, ani iklim değişimleri ve küresel ısınmanın tarımı her yıl daha çok zorladığını vurgulayan Selim Kara, “Tarladaki hasadı bir gecede don yüzünden kaybediyorsunuz. Dikey tarımda böyle bir risk yok. İklim tamamen kontrol altında. Bu da fiyat istikrarı demek” diye ekledi.

Yapay zekâ destekli tarım

ErgoFarm’ın üzerinde çalıştığı yeni teknoloji ise yapay zekâ ile bitki takibi. Kameralar, yaprak rengi ve gelişimini analiz ederek bitkinin eksik minerallerini tespit ediyor, sisteme gerekli ayarlamaları iletiyor. Bu sayede yıllarca süren Ar-Ge sürecinin otomatik hale gelmesi bekleniyor.

Kaynak: DÜNYA - İSTANBUL