Deniz, güneş, kum ve tarih…

Üç bin yıl önce felsefenin doğduğu topraklardayım… Günler çabucak geçiverdi; heybem bilgilerle dolu döndüm… Didim yöresinde güneş ve denizin yanında tarih ve kültür turizmi yapmak isteyenler için heyecan verici mekânlar bulunuyor…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Apollon Tapınağı, Milet ve Priene antik kentleri; Miletli filozoflar Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, meşhur Altınkum Plajı, güneşi ve denizinin yanında kültür turizmi yapmak isteyenler için heyecan verici mekânlar ve kişiler…

Tarih yolculuğumuza Apollon Tapınağı ile başlıyoruz… Efsaneye göre Apollon, Didim (antik çağda Didyma) yöresinde çobanlık yapan Brankhos'a rastlıyor. Onun saf halinden temiz yüreğinden etkilenen Apollon, ona kehanetin sırlarını uğratıyor. Brankhos da öğrendiği sırları insanlara aktarma amacıyla bugünkü Apollon Tapınağı'nın bulunduğu yerdeki defne ormanı ve su kaynağının hemen yakınına Apollon adına bir tapınağı kuruyor.

Persler tarafından yakılıp yıkılan, Büyük İskender döneminde yeniden inşa edilen Apollon Tapınağı, 1493 yılında tüm Ege coğrafyasını etkileyen büyük depremde de yıkılıyor. Deprem sonrasında kendi haline terk edilerek harabeye dönüşüyor. Arazi son derece verimli olduğundan yüzyıllar sonra yeniden yerleşilerek bir Rum köyü olan Yoran kuruluyor…
Cumhuriyet döneminde Hisar olarak anılan bölge, 1955 depreminde hasar görüyor ve 1990 yılına kadar Yeni Hisar olarak anılıyor. 1990'da Yeni Hisar'ın adı, Didim olarak tescilleniyor… Didim, bir sene sonra da ilçe oluyor…

Milet'in antik tiyatrosu, hamamları

Apollon Tapınağı'ndan sonra başka bir efsanenin peşine düşüyoruz. Buna göre bir gün Zeus ile fakir bir Miletli, Milet agorasında bir konu üzerinde tartışıyorlar. İkisi de bir türlü geri adım atmayınca, konu uzayıp gidiyor. Sonunda canı sıkılan Zeus tartışmayı sonlandırmak için "Bana bak, beni daha fazla kızdırma, şimdi bir şimşek çakar, seni cayır cayır yakarım!" diyor. Miletli köylü, korkmak bir yana, gayet sakin bir şekilde "koca Zeus, bu öfkenle haksız olduğunu nasıl da kanıtladın" diyor.

İşte Milet (antik dönemde adı Miletos), bundan tam 2 bin 600 yıl önce, akılcı düşüncenin ve felsefenin temellerinin atılmış olduğu böyle bir şehirmiş. İsminin Apollon ile ilgili olduğu söyleniyor. Efsanesi şöyle:

Apollon ile Girit Kralı Minos'un kızı Akakallis üç çocuklarından biri olan Miletos'u Minos'un kötülük yapmaması için dağa bırakıyorlar. Çocuğa kurtlar bakıyor. Daha sonra çobanların büyüttüğü Miletos, Anadolu'ya gelerek Menderes nehrinin kızı Kyane ile evleniyor ve Milet şehrini kuruyor…

Milet, MÖ 7. ve 6. yüzyıllarda en parlak dönemini yaşıyor. Deniz ticaretini ele geçirmelerinden sonra Akdeniz ve Karadeniz'de kurdukları koloniler sayesinde etkinliklerini çoğaltıp zenginleşiyorlar. Giderek İyon dünyasının başkenti haline geliyor.

Deniz, artık çok uzaklarda

Bugün deniz, tıpkı Efes'te olduğu gibi artık çok uzaklarda. Büyük Menderes'in kıyıyı doldurması sonucu sahil şeridi yılda ortalama 6 metre kadar denize doğru ilerlemiş. Böylece antik dönemde Latmos Körfezi'nin ağzında bir sahil kenti olan Milet, zamanla denizden 10 km içeride kalmış. Bir zamanlar kentin karşısında bulunan Lade Adası, bugün ovanın ortasında bir tepeye; Latmos Körfezi ise, Bafa Gölü'ne dönüşmüş…

Antik tiyatroyu, Faustina Hamamları'nı geziyoruz. Anadolu'daki en büyük Roma hamamlarından biri olan yapıyı Roma İmparatoru Marcus Aurelius, eşi Faustina için yaptırmış. Soğuk, sıcak, ılık bölümleri, soyunma odaları ve boylu boyunca uzanmış bir nehir tanrısı (Maiandrios) heykeliyle bir aslan figürünün kopyası yer alıyor. Orijinaller, Milet'i gezmeden önce uğradığımız müzede…

Helenistik dönemde 5 bin 300 kişilik olan Milet tiyatrosunun kapasitesi, Roma döneminde 19 bin kişiye çıkarılmış. Bugün tiyatronun üçüncü katı yerinde Bizans ve Osmanlılar zamanında kullanılmış bir kalenin kalıntıları yükseliyor…

Birçok yer sular altında

Güney agora, onun batısında yer alan buğday ambarı, 100 metre uzunluğundaki tören yolunun kapısı, senato binası işlevini gören bouleuterion, 19 dükkanlı iyonik düzendeki stoa, üç katlı olduğu bilinen ve nymphaion adı verilen kent çeşmesi, Apollon'a adanmış bir açık hava tapınağı olan Delphinios Kutsal Alanı ve kuzey agora, iç içe sıralanmış. İnsan boyunda papatya tarlalarının, iris öbeklerinin içinden geçerek dolaşılıyor. Ne yazık ki birçok noktada yürümek mümkün değil, yağmur sularının birikmesiyle bataklıklar oluşmuş…

Antik Milet'in kutsal kapısından başlayan "Kutsal Yol", mümkün mertebe deniz kenarını takip ederek Didim'in (günümüzde Mavişehir olarak bilinen) Panormos limanına ulaşıyor. Buradan sonra ise güneye doğru kıvrılarak Apollon Tapınağı'nın adak ve sunu terasının önünde son buluyor. 16,5 kilometrelik bu Kutsal Yol'da Pazar günü "kutsal yürüyüş" festival kapsamında bir kez daha gerçekleştirilecekti…

İlyas Bey Camii ve Külliyesi

Tiyatronun yanında İlyas Bey Kervansarayı'nı görmüştük. Biraz ileride Balat Köyü'nde Menteşoğullarından İlyas Bey tarafından 1404 yıllarında yaptırılmış İlyas Bey Camii var. Çok başarılı bir restorasyon geçirmiş cami, gerçekten etkileyici bir mimariye sahip. Yapımında Milet antik kentinin mermer blok taşlarından yararlanılmış. Kare planlı yapının kuzeydeki mermer, taş işçiliği yönünden önemli sivri kemerli kapısı üzerinde h.806 (1403) tarihli üç satırlı yazıtı bulunuyor.

İbadet mekânını öreten kubbesi sekizgen bir kasnak üzerinde 14 m. çapında tuğladan yapılmış, üzeri kiremitle örtülü. Caminin karşısındaki dört köşeli 1404 tarihli kubbeli türbe İlyas Bey'e ait.

Bafa Gölü'nde…

Bölgede mitolojik dünyanın efsaneleri bitmiyor… Heraklia'da sakin, huzurla çırpınan Bafa Gölü'ne bakarken bir başkasını düşünüyorum:

Yukarıda Latmos Dağı'ndan söz ettim. Burada sürülerini otlatan, kavalından başka bir varlığı olmayan yoksul bir çoban var, adı Endymion… Issız Latmos tepelerinde, yamaçlarında dolaşırken yalnıca ayışığı eşlik ediyor ona ve de ay tanrıçası Selene. Endymion'a âşık olan Selene her gece onun üzerine eğiliyor, gümüş ışığıyla sarıp sarmalıyor. Endymion'la Selene için sevgi, ışığın ta kendisi… Zeus bu sevdayı fark edince beğeniyor ve Latmos'un yoksul çobanına bir armağan vermek istiyor; "dile benden ne dilersen" diyor. O da ne dilesin, ölümsüz bir uykuyla uyumayı diliyor ölümsüz tanrıça Selene'sinden hiç ayrılmamak için… O gün bugündür o dağların doruklarında âşık Selene'nin ayışığı bir başka parıldıyor, Endymion'un kavalının sesi duyuluyor rüzgârlarla birlikte…

MÖ 350 yılında Karia Kralı Mausolos'un emriyle kurulmuş bir liman şehri Heraklia… Ben, Atina Tapınağı'nda ışıldayan göle bakarken düşünüyorum tüm bunları… O zamanki Latmos Körfezi'ni antik kenti gözlerimin önüne getirmeye çalışıyorum… Ne de olsa insan, hayal ettiği müddetçe yaşıyor…

Akköy ve Doğanbey

Bir başka gün, Akköy'e gidiyoruz… Çilek ve tütün tarlalarıyla, eski Rum evleriyle öne çıkan ve Milet ile Apollon Tapınağı'nın tam ortasına konuşlanan Akköy'ün en büyük köy kütüphanesine sahip olduğunu söylüyorlar… Bir çilek tarlasını geziyor, kendi ellerimizle kopardığımız çilekleri yiyoruz…

Uğrak yerlerimizden biri Doğanbey. Eski adı Domatia olan Doğanbey de aslında bir Rum köyü. Geçmişi M.Ö. 7. yüzyıla değin uzanan köy, 1924 yılındaki mübadeleye kadar Rum halkının yaşam alanıymış. Köyün daha sonraki halkı olan Türklerin burayı terk ederek, 2 kilometre aşağıdaki bölgeye taşınmasıyla Doğanbey köyü, "Eski" ve "Yeni" olarak iki isimle anılmaya başlamış. Bugün, aralarında sanatçı ve siyasetçilerin de bulunduğu konuklarına ev sahipliği yapıyor…

Benim arkeoloji sevgimin ve "Bir Arkeoloji Detektifinin Maceraları" kitabımın doğmasına neden olan Priene'ye önümüzdeki günlerde gideceğimden orayı bir başka yazıda anlatacağım… Didim hakkında aktaracaklarım da zaten daha bitmedi…

Bu konularda ilginizi çekebilir