Doğa ve tarih kucaklaşınca...

Bu hafta sonu Girne’deyiz... Beşparmak Dağları'nın yeşillenmeye; kuş seslerinin çevre köyleri sarmaya başladığı şu günlerde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde keyifli bir mola vereceğiz...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

NERMİN SAYIN

İstanbul'da bu hafta yine donduk! Oysa, kısa bir süre önce gittiğim Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde baharın müjdecisi kırçiçeklerine, kuş seslerine tanık olmuş; Akdeniz’in müşfik mavisiyle ruhumu yıkamıştım. E, madem bahar bize henüz gelmiyor, o halde biz bahara gidelim. Var mısınız Girne’de bir “Hafta Sonu Molası”na?

Girne dedin mi seyyahın görmesi gereken ilk yerin adresi belli: Liman. Kuzey Kıbrıs turizminin en önemli merkezlerinden biri olan Girne Limanı’na geldiniz mi, yürüyüş yolunda mis gibi iyot kokusu alarak biraz ilerleyin ve “kentin karşısı” na geçin ilk olarak... Görecekleriniz kısmen sayfamızdaki büyük fotoğrafta. Biraz da ben anlatayım: Solunuzda Bizans, Lüzinyan ve Venedik’ten izler taşıyan kunt Girne Kalesi (o, kapakta) vakur bir edayla “Hoş geldin” diyor size. Kalenin hemen yanından başlayan adaya özgü saman sarısı tarihi evlerin hemen hepsi turizmin hizmetinde. Denize sıfır lokantalardan balık kokuları taa bulunduğumuz yola kadar gelip iştah açıyor... Limanın hemen yanı başında, denize doğru Zincir Kulesi var, Venedik dönemindenmiş. Giriş çıkışları kontrol etmek için liman ağzına boydan boya gerilen zincirin bağlandığı kule. O da sapasağlam karşınızda işte! Bundan 500 küsur yıl önce gerilen o zincirin hayalini takip ederseniz, diğer uçta da eski gümrük binası karşılayacak sizi. Liman hattından kafanızı kaldırdığınızda ise, işte orada: Ağırbaşlı bir bilgeymişçesine dikilen ve şefk atli bir baba gibi Girne’yi saran Beşparmak Dağları... Kırçiçeklerine, yeşile durduğunu; bahara selam verdiğini olduğunuz yerden bile hissedebilirsiniz... Öyle de güzel bir efsanesi var ki...

Beşparmak Dağları'na yaslanmış...

Yamaçlarındaki bir köyde bütün efsanelerdeki gibi çok güzel bir kız yaşarmış bir zamanlar. İki delikanlı da talipmiş ona; biri iyi, diğeri kötü yürekli... İnatlaşmışlar, iş düelloya kadar gitmiş, Mesarya’da bir bataklığın kenarında buluşmuşlar. Dövüş başlamış, kötü yürekli delikanlı, diğerini bir manevrayla bataklığa itmiş. İyi kalpli olan bir yandan dövüşmeye bir yandan bataklıktan kurtulmaya çalışsa da yavaş yavaş gömülmüş karanlığa, son bir hamleyle kılıç tutan elini havaya kaldırmış. Fakat ne çare, kılıç düşmüş, elinin parmakları açık bir halde bataklığa gömülmüş... Gel zaman git zaman bataklık kurumuş, bölgede yüksele yüksele bir dağ oluşmuş. Üstelik beşparmağı andıran bir tepeye sahip bir dağ...

Girne’ye “Hoş bulduk” dediyseniz, hadi geldiğimiz yoldan geri, at nalı şeklinde limana dönelim ve hayata karışalım artık. Farklı kültürlerden beslenmiş tarihi binalarla dolu sokaklarında turlamaya başlayalım. O sokaklar ki -hele de fotoğraf meraklısıysanız- nefis kareler vadediyor sizlere... Benim vaktim epey azdı ve molama limanı merkez aldım. Çevresindeki sokaklarda birkaç saatlik bir turda rastladıklarımı hemen sıralayayım sizlere: Hem bu güzel topraklarda 1970’lerde yaşanan büyük acıları hem de barışın güzelliğini hatırlatan Beyaz Güvercin Heykeli, Baldöken Osmanlı Mezarlığı, Ağa Cafer Paşa Camii, şu an tadilatta olan İkon Müzesi, 1887’den kalma bugün de bir tür çarşı olarak kullanılan kapalı pazar yeri Bandabulya, sahilde Atatürk Anıtı, St. Andrew Kilisesi, Lüzinyanların 12. yüzyılda inşa ettikleri bugün içinde el sanatları örnekleri satılan Halka Kule, keyifl e dolaşabileceğiniz çarşı ve Geç Roma Dönemi Kaya Mezarları.

Girne Kalesi’nde 2 bin 300 yıllık batık ticaret gemisini mutlaka görün!

Gelelim Girne Kalesi’ne... O, başlı başına bir tarih kitabı, üstelik surlarına çıkıp şehri 360 derece görme fırsatı veriyor ziyaretçisine. İç mekânlarıysa çağdaş müzeler olarak düzenlenmiş, vaktiniz varsa her bölümü, kısıtlıysa özellikle Batık Gemi Müzesi’ni görmenizi öneririm. Söz konusu gemi, çıkarılmış en eski batıklardan biri, 1965’te bir sünger avcısı bulmuş onu. Kıbrıs’tan önce Akdeniz ve Ege kıyılarında alışveriş yaptığı, içinde bulunan 413 amforanın Rodos ve Sisam’dan olduğu sanılıyor. Yaklaşık 2 bin 300 yıllık. İçinden çıkarılanlarla birlikte sergileniyor. Kalıntılar arasında fal bakmak ya da oyun oynamak için kullanılan aşık kemikleri bile var... Denizcilerin baktıkları fallarda kimbilir ne kavuşmalar çıkmıştı, ama... Kalenin diğer bölümlerindeyse Zindanlar, St. George Kilisesi, Vrysi Neolitik Yeri Canlandırması, Kırnı Mezarları Canlandırması gibi düzenlemeler var. Girne molanızda 1974’te gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı’nda şehit olan askerlerimizin ebedi istirahatgâhı Karaoğlanoğlu Şehitliği ve Müzesi’yle askerlerimizin anısını yaşatan Özgürlük ve Barış Anıtı da görmeniz gereken yerler arasında yer alıyor. Anıt, şehrin Alsancak bölgesinde.

Haydi, Beylerbeyi Köyü’ne uzanalım...

Liman, kale ve şehitlik ziyaretlerinizi tamamladıysanız hadi biraz Girne’nin dışına çıkalım. Daha doğrusu dışına değil de “yukarısı”na... Beylerbeyi Köyü’nden bahsediyorum. Bu köy, bulabileceğiniz bütün Girne rehberlerinde ziyaret edilmesi gereken ilk yerlerden biri olarak anılan önemli bir tarihi kalıntıyla meşhur: Bellapais Manastırı’yla. Ve bir yazarla: Lawrence Durrell ile. Girne’den bir araçla 10-15 dakikada ulaşabileceğiniz Beylerbeyi Köyü nefis bir doğaya sahip, önce onu anlatmalıyım. Artık Beşbarmak Dağları’na iyice yaklaştınız ve Girne Limanı, kale, tüm o neşeli-hareketli ortam ayaklarınızın altında kaldı. Fransızca adı “Abbaye de la Paix” yani “Barış Manastırı” olan Bellapais, böyle bir doğa cennetinde işte. MS 1158-1205 arasında Kudüs’ten göç eden Augustinian rahipleri tarafında kurulan manastırın bugünkü kalıntılarının Fransa Kralı III. Hugh tarafından inşa edildiği düşünülüyor. Gotik binanın bir zamanlar ne kadar görkemli olduğunu kalıntılarından bile anlamak mümkün. Duvarlarında; sütun başlarında kalmış taş işlemeler, Girne’yi gören taş pencerelerinin bir çerçeveyi andıran zerafeti, tam ortasındaki 4 dev selvi ağacı görülmeye değer... Burada keyifl i bir mola vereceğiniz kafeteryalar da var. Kuş seslerinin arkadaşlarınızla sohbetinizi bastıracağı güzel Beylerbeyi Köyü, “İskenderiye Dörtlüsü”yle tanınan Lawrence Durrell’a da mekân bir olmuş bir zaman. Onun “Acı Limon” kitabını yazdığı dönemde yaşadığı ev, bu köyde. “Acı Limon Sokak”ı takip ederek ulaşabilirsiniz. Yol üstündeki tarihi değirmeni de ziyaret etmenizi öneririm. Girne’de “Hafta Sonu Molası” için hâlâ zamanınız varsa, bacaklarına güvenenlere tavsiye edilen Orta Çağ’dan kalma St. Hilarion Kalesi’ne tırmanıp 732 metre yüksekteki “Kraliçenin Penceresi”nden Girne manzarası seyredebilir, hava uygunsa doğa yürüyüşlerine katılabilir, Beşparmak Dağları’nın 950 metre yüksekliğindeki Buff avento Kalesi’ni görebilirsiniz... Aman spor ayakkabı giyin!

Şeftali kebabı yemeden adadan dönülmez!

Kıbrıs mutfağı nefis... Tabii ki başrolde balık ve tüm deniz ürünleri var. Hele hele Girne Kalesi’nin hemen yanı başındaki limanda bir balık keyfi yapmak adetâ elzem! Bir de kebapları var ki yemeden dönülmez! Şeftali kebabından bahsediyorum. İçinde şeftali filan yok elbette, zaten adının yapan ustanın ismi olan “Şerif Ali”den geldiği söyleniyor. Nefaseti kuzu gömleği kullanılmasından geliyor.

Ceviz macununu tatmış mıydınız?

Nefis bir tatlı yapılıyor Kıbrıs'ta; ceviz macunu... Maharetli ev hanımlarının ikram ettikleri macun, bugün Kıbrıs’tan alınan hediyeliklerin de başında geliyor. Taze ceviz, kabuğu soyulduktan sonra acılığı gitsin diye 6-7 gün suda bekletilip, içine karanfil ve badem koyulup kaynatılıyor, sonra şeker ekleniyormuş. Özellikle kahveden sonra servis ediliyor.

Kahvaltının kraliçesi hellim peyniri

Kahvaltıların kraliçesiyse tabii ki hellim peyniri. Kızartılarak sofralara getirilen peynir, tost için de ideal bir seçim. Mangalda hazırlandığı da oluyor. Hellim'in bir diğer kullanılma yöntemi de rendeleyip üzerine kuru nane serperek makarna sosu yapmak.

Bu konularda ilginizi çekebilir