Çevre duyarlılığı olmayan bir proje ruhsat dahi alamayabilir
Yeni yasa ile konutlarda karbon emisyonu hesaplanması ve eşik değer aşımında yaptırım ya da izin mekanizmaları gündeme geliyor. Artık sanayi tesisleri gibi, büyük konut projeleri de sera gazı salımı izni almak zorunda kalabilir. İklim duyarlılığı olmayan bir projeye ruhsat almak dahi mümkün olmayabilir. Ancak yasa, konut sahiplerine yönelik doğrudan karbon vergisi ya da ceza mekanizması içermiyor.
Prof. Dr. ALİ HEPŞEN
Türkiye’nin uzun süredir beklediği İklim Kanunu, yalnızca çevre politikaları açısından değil, tüm sektörleri etkileyecek sistematik bir dönüşümün hukuki altyapısını oluşturuyor. Paris Anlaşması’na taraf olunmasıyla birlikte başlayan bu yeni süreçte, yeşil kalkınma perspektifinin mevzuata yansıması kaçınılmazdı. Bu kapsamda hazırlanan İklim Kanunu taslağı, özellikle konut sektörü açısından yeni bir dönemin habercisi. Zira artık bir konutun değeri, yalnızca lokasyonu, metrekaresi veya manzarasıyla değil; karbon ayak izi, enerji verimliliği, malzeme bileşimi ve iklim dostu tasarım kriterleriyle de ölçülmeye başlanacak.
Konut sektörü, enerji tüketimi ve sera gazı salımı açısından en yüksek paya sahip sektörlerden biri. TÜİK ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de binalar toplam enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 30’unu oluşturuyor. Üstelik mevcut yapı stokunun önemli bir bölümü enerji verimliliği açısından yetersiz, yalıtımı zayıf ve karbon emisyonu yüksek yapılar. Dolayısıyla İklim Kanunu’nun yalnızca yeni yapılacak projeleri değil, mevcut konut stokunu da doğrudan etkilemesi kaçınılmaz.
Yeni yasa ile birlikte, konutlarda karbon emisyonunun hesaplanması ve belirli eşik değerlerin aşılması durumunda yaptırımların ya da izin mekanizmalarının uygulanması gündeme geliyor. Bu noktada, artık yalnızca sanayi tesisleri değil, büyük konut projeleri de sera gazı salımı izni almak zorunda kalabilir. Örneğin, büyük ölçekli toplu konut projelerinde kullanılacak malzemelerin üretim kaynaklı emisyonları, inşaat sürecinin karbon ayak izi, binanın işletme sürecindeki enerji tüketimi gibi tüm unsurlar hesaplanarak bir ‘karbon bütçesi’ sistemine entegre edilebilir. Böylece konut sahipleri ya da üreticiler, karbon salımına karşılık karbon kredisi satın alma veya dengeleme mekanizmalarına katılma gibi yükümlülüklerle karşı karşıya kalabilir.
Bu durum yalnızca maliyetleri artırmakla kalmayacak; konutun piyasa değerini de yeniden tanımlayacak. Artık enerji verimli olmayan, yalıtımsız, eski teknolojiyle inşa edilmiş konutlar yalnızca çevresel değil, finansal risk de taşıyacak. Nitekim bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, enerji sınıfı düşük binaların kiraya verilmesi ya da satışı belirli kısıtlamalara tabi tutulabilir. Türkiye’de de benzer uygulamaların İklim Kanunu ile birlikte devreye girmesi sürpriz olmayacaktır.
Karbon ayak izi, yeni değerleme ölçütü
Kanun, aynı zamanda enerji verimliliği alanında önemli bir kırılma yaratacak. Yeni konut projelerinde pasif enerji tasarımı, çatı üstü güneş paneli uygulamaları, gri su geri kazanım sistemleri ve doğal havalandırma gibi sistemlerin zorunlu hale gelmesi bekleniyor. Özellikle belirli bir büyüklüğün üzerindeki projelerde yenilenebilir enerji sistemlerinin entegre edilmesi, yalnızca bir çevre hassasiyeti değil, mevzuat gerekliliği olacak. Bu durum, mimarlık ve mühendislik disiplinlerini de yeniden şekillendirecek; zira artık iklim duyarlılığı olmayan bir projeye ruhsat almak dahi mümkün olmayabilir.
İklim Kanunu’nun etkileri yalnızca yeni yapılarla sınırlı değil. Türkiye’nin uzun yıllardır gündeminde olan kentsel dönüşüm politikaları da bu kapsamda yeniden tanımlanmak zorunda. Bugüne dek büyük ölçüde deprem riski ve fiziki eskime üzerinden ilerleyen dönüşüm süreçleri, artık çevresel performans, enerji sınıfı ve karbon emisyonu kriterleriyle birlikte değerlendirilecek. Mevcut yapı stokunun büyük kısmı enerji performans sertifikasız, yalıtımsız ve yüksek karbon salımlı yapılardan oluştuğu için, kanun bu yapıları dönüşüme zorlayıcı bir rol üstlenecek. Bu dönüşüm yalnızca bir fiziksel yenileme değil, aynı zamanda çevresel yeniden yapılandırma süreci haline gelecek.
Özellikle kamu eliyle yürütülen kentsel dönüşüm projelerinde, artık yeşil bina sertifikasyonları (LEED, BREEAM, EDGE vb.), iklim adaptasyonu stratejileri ve düşük karbonlu malzeme kullanım zorunluluğu gibi kriterlerin proje ruhsatlarında yer alması gerekecek. TOKİ, Emlak Konut GYO ve yerel yönetimler gibi aktörlerin bu yeni iklim rejimine hızla uyum sağlaması, yalnızca çevresel değil, aynı zamanda sosyal sürdürülebilirlik açısından da kritik önemde.
Bu büyük dönüşüm sürecinin sağlıklı işlemesi ise yalnızca hukuki ya da teknik düzenlemelerle mümkün değil; aynı zamanda güçlü bir finansal mimariyle desteklenmesi gerekiyor. Konut üreticileri, müteahhitler ve bireysel konut alıcıları için bu yeni çevresel standartlara uyumun maliyeti, geleneksel yapım maliyetlerinin üzerinde. Enerji verimli sistemlerin kurulumu, iklim dostu malzeme tedariki, yenilenebilir enerji entegrasyonu ve sertifikasyon süreçleri gibi kalemler, özellikle başlangıç aşamasında önemli bir finansman gerektiriyor. Bu noktada, yeşil finansman ve iklim tahvilleri gibi alternatif finansal araçların daha görünür hale gelmesi kaçınılmaz.
Sürdürülebilir konutun anahtarı…
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yeşil konut kredileri, sürdürülebilir yapı yatırımlarına yönelik özel fonlar ve çevreye duyarlı projeler için faiz avantajlı kamu destekli krediler devreye alınmalı. Ayrıca kalkınma bankaları, portföy yönetim şirketleri ve sigorta sektörünün bu sürece entegre edilmesi, sadece büyük çaplı dönüşüm projeleri için değil, bireysel konut sahiplerinin yapacağı enerji verimliliği yatırımları için de kapsayıcı bir finansal ekosistem oluşturulmasını gerekli kılıyor.
Bu bağlamda, BDDK, SPK, Merkez Bankası ve ilgili kamu otoritelerinin yeni İklim Kanunu’na uygun olarak, yeşil finansman stratejisini konut sektörü odağında yeniden yapılandırması, dönüşümün yaygınlaşması açısından kritik önemde. Konut sektörü, yalnızca karbon salımı değil, aynı zamanda finansal erişilebilirlik anlamında da bir eşik noktasında. Yeni dönem, hem sürdürülebilir yaşam hem de sürdürülebilir finans ilkelerinin eşgüdüm içinde yürütülmesini zorunlu kılıyor.
Burada altı çizilmesi gereken bir başka husus ise kamuoyundaki yanlış algılardır. İklim Kanunu, bireysel konut sahiplerine yönelik doğrudan bir karbon vergisi ya da ceza mekanizması içermemektedir. Emisyon Ticaret Sistemi, yalnızca sanayi ve enerji yoğun üretim yapan organizasyonları kapsamaktadır. Kanunun bireylerin mülkiyet hakkı, seyahat özgürlüğü veya yaşam tarzı üzerinde doğrudan bir kısıtlayıcı hükmü bulunmamaktadır.
Karbon emisyonunun fiyatlandırılmasına ilişkin getirilen Emisyon Ticaret Sistemi, doğrudan bireyleri değil; sanayi kuruluşları, enerji santralleri ve büyük ölçekli üretim tesislerini kapsamakta. Konut sektöründeki etkisi ise daha çok teşvik mekanizmaları, enerji verimliliği kriterleri ve sürdürülebilir yapı standartları üzerinden dolaylı olarak hissedilecektir.
Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken temel bir unsur var: Türk halkı, konut söz konusu olduğunda dokunmak, görmek, hissetmek ister. Çevresel kriterlere dayalı puanlama sistemleri, soyut emisyon hesaplamaları ya da karbon lisansları, ancak yeterli kamuoyu bilgilendirmesi ve davranışsal dönüşümle toplumsal karşılık bulabilir. 2017’deki gayrimenkul sertifikası ihracı örneğinde olduğu gibi, yeterli iletişim kurulmadan yapılan teknik dönüşümler halk nezdinde karşılık bulamayabiliyor. Bu nedenle İklim Kanunu’nun uygulama başarısı, teknik düzenlemeler kadar sosyal algı yönetimine de bağlı.
Konutu değil, geleceği dönüştürüyoruz…
Sonuç olarak, İklim Kanunu ile birlikte konut sektörü çok boyutlu bir dönüşümle karşı karşıya. Yeni yapıların tasarımından mevcut yapı stokunun rehabilitasyonuna, kentsel dönüşüm modellerinden konut finansmanına kadar her alanı etkileyecek bu dönüşüm, bir zorunluluk olarak değil; fırsata çevrilmesi gereken bir eşik olarak görülmeli. Enerji verimli, iklime dayanıklı, düşük emisyonlu ve sürdürülebilir yaşam alanları üretmek, artık sadece bir çevre hedefi değil; ekonomik rekabetin, toplumsal refahın ve kentleşme vizyonunun da vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir.
Bu süreci doğru okumak, yalnızca mevzuata uyum meselesi değil; gelecek nesiller için iklim dirençli şehirler inşa etme sorumluluğudur. Dolayısıyla sektör paydaşlarının —mimar, müteahhit, yatırımcı, kamu otoritesi, finans kurumu ve nihayetinde konut kullanıcısının— her birinin bu dönüşümde aktif rol üstlenmesi kaçınılmazdır. Bilgi temelli yönetişim, teknik kapasite artışı, yeşil finansmana erişim ve toplumsal farkındalık gibi unsurların eş zamanlı devreye girmesi, sürecin başarısını doğrudan belirleyecektir.
Unutmamalıyız ki bu dönüşüm, yalnızca küresel iklim hedeflerine katkı sağlamakla kalmayacak; aynı zamanda daha sağlıklı, daha ekonomik ve daha dayanıklı yaşam alanları inşa etme fırsatıdır. Konutu sadece bir taşınmaz değil, sürdürülebilirliğin taşıyıcısı olarak yeniden tanımlamak; önümüzdeki dönemin en kritik adımlarından biri olacaktır.
Konut sektörünü neler bekliyor?
1 Artık bir konutun değeri, yalnızca lokasyonu, metrekaresi veya manzarasıyla değil; karbon ayak izi, enerji verimliliği, malzeme bileşimi ve iklim dostu tasarım kriterleriyle de ölçülmeye başlanacak.
2 Belirli bir büyüklüğün üzerindeki projelerde yenilenebilir enerji sistemlerinin entegre edilmesi, mevzuat gerekliliği olacak. Bu durum, mimarlık ve mühendislik disiplinlerini de yeniden şekillendirecek.
3 Konut sahipleri ya da üreticiler, karbon salımına karşılık karbon kredisi satın alma veya dengeleme mekanizmalarına katılma gibi yükümlülüklerle karşı karşıya kalabilir. Bu durum yalnızca maliyetleri artırmakla kalmayacak; konutun piyasa değerini de yeniden tanımlayacak.
4 Yeni konut projelerinde pasif enerji tasarımı, çatı üstü güneş paneli uygulamaları, gri su geri kazanım sistemleri ve doğal havalandırma gibi sistemlerin zorunlu hale gelmesi bekleniyor.
5 Kamunun yürüttüğü kentsel dönüşüm projelerinde, artık yeşil bina sertifikasyonları (LEED, BREEAM, EDGE vb.), iklim adaptasyonu stratejileri ve düşük karbonlu malzeme kullanım zorunluluğu gibi kriterlerin proje ruhsatlarında yer alması gerekecek.
6 Enerji verimli olmayan, yalıtımsız, eski teknolojiyle inşa edilmiş konutlar yalnızca çevresel değil, finansal risk de taşıyacak. Nitekim bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, enerji sınıfı düşük binaların kiraya verilmesi ya da satışı belirli kısıtlamalara tabi tutulabilir.