Enflasyon neden düşmüyor?
Enflasyon ile mücadele eden tüm ülkeler, farklı gelişmişlik düzeyleri ve sosyo-ekonomik yapıları olsa da aynı para ve maliye politikalarını uygulayarak bu mücadeleyi kazanmayı umuyorlar. Tabii ki sorunun kökenleri ve ülkelerin ekonomik dinamikleri farklı olduğundan, aynı politikalar gelişmiş ülkelerde olumlu sonuç verip kalıcı çözüm üretirken, gelişmekte olan ülkelerde ise geçici bir süre çözüm sağlıyor.
Ekonomist-Bankacı Uğur GÜNDÜZ
Dolayısıyla bizim gibi ülkeler bir süre sonra enflasyon döngüsüne tekrar giriyor. ABD ya da Avrupa’da genellikle talep baskısı (zenginlik başa bela) nedeniyle enflasyon oranı bir kaç puan yükseldiğinde faiz başta olmak üzere tasarruf artırıcı ve ekonomiyi soğutan para politikaları ile enflasyonu düşürmeye çalışıyorlar. Başarıyorlar da!
Enflasyon oranı yüzde 6’ya çıkarak krize giren ekonomilerini, 1-2 yıl içinde yüzde 2-3’e indirerek, düzlüğe çıkarıyorlar!
Nedenler farklıysa çözümler de farklı olmalı.
Gelişmiş ülkeler para ve maliye politikalarını bir bütün olarak ele alıp kısa ve uzun vadeli politikaları aynı anda uygularken gelişmekte olan ülkeler sadece sıkı para politikası izleyerek ve rezerv yönetimi yaparak sorunu halledeceğini sanıyor. Zira uzun vadeli ve sabır gerektiren para (MB bağımsızlığı ve şeffaflık) ve maliye (yapısal reformlar) politikalarının getireceği siyasal riski almak istemiyorlar.
2021 yılında enflasyonu düşürmek için izlenen düşük faiz politikası ile daha önce defalarca uygulanmasına rağmen kalıcı çözüm getirmeyen faiz politikasının tersi uygulanarak faiz-kur-enflasyon döngüsü kırılmaya çalışılmış, ancak geleneksel politikalarda yapılan hata yapılarak merkeze yine sadece faiz konulmuştur. Düşük faiz, kredi desteği ve üretim artışı ile fiyatların düşüşü sağlanmak istenmiş ancak enflasyon beklentisi nedeniyle düşük faizli krediyi sadece bazı firmalar kullanabildiğinden beklenen üretim artışı gerçekleşmemiştir.
Yani irrasyonel plan işlemedi!
Bu yapıyı bir kaç yılda kurmadık, bir kaç yılda da kurtulamayız!
Üretim yapısı ve dağıtım ekonomisi itibarıyla kendine has özellikler barındıran ülkemizde sadece faiz artışı ve talep kısıcı önlemler alınması, sorunu çözmediği gibi uzun vadeye yayıyor.
Talep kısıcı politikalar önce gelir dağılımını bozuyor, sonra faiz artışı yoluyla kurların kontrol altına alınmış olması nedeniyle enflasyonu düşürüyor, ancak sorunun gerçek nedenlerini çözecek bir politika yürütülmediği için bir süre sonra enflasyon canavarı tekrar dişini göstermeye başlıyor.
Maliyet tabanlı bir enflasyonda harcamaları kısmak satışları düşürür, fiyatları değil.
Temel sorunumuz ithalata dayalı, kura aşırı duyarlı üretim yapısı. Bu üretim yapısının kur esnekliği o kadar düşük ki kurdaki en ufak dalgalanma, üretim maliyetlerini doğrudan etkiliyor.
Tarımsal üretim dahil neredeyse ürettiğimiz tüm ürünlerin maliyet hesabında yabancı para kullanılıyor. Çünkü gerek üretimde gerek perakendede gerekse de dağıtımda kullanılan enerji, en büyük maliyet kalemimizi oluşturuyor. Ayrıca ithalatımızın yüzde 80’i ara mal ve hammadde olduğundan, ihracat artışının bile ithalat artışına bağlı olduğu bir üretim yapımız var.
Sonuçları beş yıl sonra görülebilir
Kendimizi kandırmayalım. Bu sorunun kısa vadede çözümü yok. Bugün mevcut üretim yapısını değiştirmeye başlasak ve kura daha az duyarlı, dışa bağımlılığı azaltan arz yönlü politikalar izlesek, en erken sonuçlarını beş yıl sonra görmeye başlarız.
Başka çözüm de yok!
Ya üretimde dışa bağımlılıktan (kur baskısı) kurtulacağız ya da döviz gelirimizi döviz giderinden fazla hale getireceğiz. Mevcut yapıda ithalatı artırmadan bunu yapmanın tek yolu; icat çıkarmak! Yani dünyaya sunacağımız bize ait bir buluş, bu döngüden kurtulmamızı sağlayabilir.
Eğitimde yaratıcılığın ön plana çıkarılması şart. Kısaca, sorunumuz talep değil üretim. Dolayısıyla çözüm de üretim.
Değişen üretim yapısı için;
● Selektif kredi politikaları: Belirli sektörlere (ihracat, teknoloji, yerli üretim vb.) düşük faizli kredi imkanları sunarak döviz kazandırıcı faaliyetleri teşvik etmek gerekir.
İthalatı azaltacak yerli üretim ve ikame ürünlere yönelik kredi desteklerini artırmalıyız. Burada amaç, katı bir ithal ikamesi politikası izleyerek kalitesiz yerli üretimi teşvik etmek değil, diğer ülkelerle rekabet edecek katma değeri yüksek üretime destek olmaktır.
● Bütçe disiplini ve vergi dağılımı: Gelecekteki borç yükünün öngörülmesini zorlaştıran döviz bazlı borçlanmalardan ve garantili sözleşmelerden kaçınmak doğru olacaktır.
Vergi gelirleri yapısının sağlıklı ve çağdaş hale getirilmesi gerekir. Bunun için de dolaylı vergi lehine olan gelir yapısından adil vergilenmeyi sağlayan, doğrudan vergi gelirleri yapısına geçişe yönelik yapısal reformlar yapmak şarttır.
Bu yapılmadığı sürece; talep kısıcı ve vergi gelirini artırıcı politikalar doğrudan gelir seviyesi düşük kesimleri etkileyecek ve gelir dağılımının daha da bozulmasına yol açacaktır. Tüketim vergileri, hem adaletsiz hem de doğrudan fiyatları artırması nedeniyle enflasyonla mücadeleye darbe vuran vergilerdir. Hukuk sisteminin kalitesi, yargı kararları; ekonomik göstergeleri doğrudan ve dolaylı olarak etkiler.
Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, etkinliği ve öngörülebilirliği, sağlıklı ve güvenilir bir ekonomik ortam için kritik öneme sahiptir. Bu politikaların uygulanmasıyla Türk lirasında istikrarın sağlanması, döviz talebinin düşürülmesi ve üretim yapısının değişmesi ancak uzun vadeli bir perspektif ile mümkündür. Bunu başardığımızda ekonomimizdeki kırılganlık azalacak, talep enflasyonu lüksüne biz de sahip olabileceğiz.