Yeni güvenlik tehdidi olarak biyogüvenlik

Biyoteknolojik gelişmelerin hem korunma hem de savunma amaçlı kullanımı giderek önem kazanıyor. Küresel Sağlık Güvenliği Endeksi’ne göre 195 ülkenin sadece 27 ülke biyogüvenlik ajansına sahip. Türkiye, ajansı olmayan ülkeler arasında.

Yeni güvenlik tehdidi olarak biyogüvenlik

DR. ZERRİN AYŞE ÖZTÜRK / Ege Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

Son yıllarda biyogüvenlik kavramına dair çeşitli an­layışlar gelişmiş olsa da ge­nel anlamda biyogüvenlik, nüfus­ları, ekonomileri ve çevreyi kasıtlı biyolojik tehditlerden korumaya yönelik olarak alınan tüm önlem­leri kapsamaktadır. Bilim ve tek­nolojideki son gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda, kü­reselleşen dünyada ortaya çıkan pek çok yeni güvenlik tehditle­rinden biri olarak biyogüvenliğin önemi göz ardı edilemez. Özellik­le Covid-19 pandemisi ve May­mun Çiçeği Virüsü (MPOX) sal­gını gibi yaşanan son küresel sağ­lık felaketlerden sonra biyolojik tehditlerin önlenmesi, tespit edil­mesi ve bu tehditlerle mücadele­ye yönelik kapsamlı stratejilerin kritik öneme sahip olduğu anla­şılmıştır.

Biyogüvenlik, yalnızca kasıtlı biyolojik saldırıları değil, aynı za­manda biyolojik kazaları, hasta­lıkların doğal yayılımını ve biyo­teknolojinin yanlış ya da kötüye kullanımını içeren geniş kapsam­lı güvenlik tehditlerini de kapsa­maktadır. Biyolojik tehditler, top­lum sağlığı ve ekonomik istikrar üzerinde ciddi etkiler yaratabile­ceği gibi, yanlış bilginin yayılma­sı ve kamuoyunda güven kaybına neden olarak toplumsal düzeni de zayıflatma potansiyeline sahiptir. Tüm bu gerekçeler doğrultusun­da biyogüvenlik, başta ABD ve AB ülkeleri olmak üzere tüm dünya­da stratejik bir öncelik olarak ele alınmaya başlanmıştır.

Biyoterörizm ve biyolojik silahlar

Öte yandan, biyoteknolojik ge­lişmelerin hem korunma hem de savunma amaçlı kullanımı gide­rek daha fazla önem kazanmakta­dır. Etkili biyogüvenlik stratejileri yalnızca halk sağlığının korunma­sı açısından değil, aynı zamanda biyoterörizmin ve biyolojik silah­ların yayılmasının önlenmesi yo­luyla ulusal ve uluslararası güven­liğin sağlanması bakımından da büyük önem taşımaktadır. Dünya liderleri, teknolojik gelişmeler ile küresel ticaret, turizm ve ulusla­rarası terörizmdeki artışlara rağ­men, küresel ölçekte yıkıcı biyo­lojik olaylara yönelik planlama­lar yapmak konusunda yeterli bir ilerleme göstermemişlerdir. Ön­celiklendirme eksikliği, yetersiz kaynaklar ve ilgili akademik uz­manlık alanlarının sınırlılığı ne­ticesinde çok az sayıda ülke kendi ulusal biyogüvenlik stratejilerini geliştirmiştir.

Biyogüvenliğin kapsamlı bir sağlık güvenliği stratejisinin önemli unsurları olarak kabul edildiğini gösteren Küresel Sağ­lık Güvenliği (GHS) Endeksi, ilk defa 2019 yılında yayınlanmış­tır. Dünyadaki 195 ülkeyi potansi­yel olarak tehlikeli organizmala­rın kaybolmasını ya da yanlış elle­re geçmesini önlemeyi amaçlayan bir kuruma sahip olup olmadıkları açısından değerlendiren 2019 ra­poru, biyogüvenlik ajansına sahip olan ülkeleri şu şekilde sıralamak­tadır: Avustralya, Bulgaristan, Ka­nada, Şili, Çin, Küba, Çekya, Da­nimarka, Estonya, Fransa, Gür­cistan, Macaristan, Endonezya, İrlanda, İsrail, Japonya, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Singapur, Slovakya, Güney Kore, İsveç, Tay­land, Ukrayna, Birleşik Krallık ve ABD. Türkiye, maalesef bu ülkeler arasında yer almamaktadır.

Endeksin cevap aradığı bir diğer soru ise ülkelerin özellikle tehli­keli patojenler, toksinler veya pan­demi potansiyeli taşıyan biyolo­jik materyallerle çalışan ya da bu materyalleri barındıran tesisler­de görevli personel için, ortak bir müfredat çerçevesinde standart ve zorunlu bir biyogüvenlik eğiti­mi olup olmadığı sorusudur. Stan­dartlaştırılmış biyogüvenlik eği­timi şartı getiren ülkeler arasında Türkiye’nin yanı sıra Ermenistan, Belçika, Kanada, Şili, Danimarka, Ekvador, Finlandiya, Fransa, Gür­cistan, Almanya, Yunanistan, Ka­zakistan, Kenya, Hollanda, Nor­veç, Singapur, İsveç, Slovenya, Tayland, Uganda ve ABD de yer al­maktadır.

Hem umut hem farklı tehlikeler barındırıyor

Öte yandan, biyoteknoloji ala­nında yeni teknolojilerin gelişti­rilmesi hem umut hem de farklı tehlikeler barındırabilir. Örne­ğin, kanser hücrelerini etkili şe­kilde hedefleyen proteinler ta­sarlamaya yönelik araştırmalar çok yararlı tedavilere olanak sağ­layabilirken, aynı teknolojinin sağlıklı hücreleri kötü niyetle he­def almak için kullanılmamasına da dikkat edilmelidir. Patojenler üzerine yapılan araştırmalar bağ­lamında ise bu organizmaların hastalığa nasıl yol açtığını anla­mak büyük faydalar sağlayabilir; ancak aynı araştırmalar, başka­larına bu patojenleri daha tehli­keli hale getirme konusunda bilgi de verebilir. Bu nedenle çift kul­lanımlı potansiyelin göz önünde bulundurulması, araştırma süre­cinin önemli bir parçası olmalı­dır. Bu noktada, endeks şu soruyu sormaktadır: “Özellikle tehlike­li patojenler, toksinler, pandemi potansiyeli taşıyan patojenler ve/ veya diğer çift kullanımlı araştır­malar üzerinde denetimi zorunlu kılan bir yasa veya düzenleme var mı?” Yapılan araştırmaya göre, çift kullanımlı risklerin önemine rağmen çok az ülkenin bu konuda yasal düzenlemesi bulunmakta­dır. Bu ülkeler şunlardır: Avust­ralya, Brezilya, Kanada, Tayland, Hollanda, Slovenya, İsveç, Birle­şik Krallık ve ABD.

Küresel Sağlık Güvenliği (GHS) Endeksi 2021 raporuna göre, in­sanlığa küresel ölçekte zarar ve­rebilecek ve uzun vadeli potansi­yelini tehdit edebilecek eşi ben­zeri görülmemiş büyüklükteki biyolojik riskler olarak tanımla­nan Küresel Yıkıcı Biyolojik Risk­ler’e (GCBR) karşı acilen tedbirler alınmalıdır. 2021 raporu, ülkele­rin yarısından fazlasının biyolo­jik tehditlerle mücadele etme ka­pasitelerini zayıflatabilecek ciddi siyasi ve güvenlik riskleriyle kar­şı karşıya olduklarının altını çiz­mektedir.

2021 Endeksine göre Türkiye, endekste taranan 195 ülke arasın­da 46’ncu sırada yer almaktadır. Endekste toplam 195 ülke, altı te­mel kriter altında değerlendiril­mektedir; önleme, tespit ve rapor­lama, hızlı yanıt, sağlık sistemi, ulusal kapasitenin, finansmanın ve küresel normların geliştirilme­sine yönelik taahhütler ve son ola­rak da risk faktörü. 2021 raporu­na göre Türkiye; önleme, tespit ve raporlama ile sağlık sistemi kri­terlerinde iyileşme gösterirken, hızlı yanıt kriterinde düşüş kay­detmiştir.

Yeni güvenlik tehdidi olarak biyogüvenlik - Resim : 1

Biyogözetim kapasitesi geliştirilmeli

Raporda, tüm hükümetlerin, ulusal sağlık güvenliği stratejile­rine ölçülebilir biyogüvenlik ve biyoemniyet kriterlerini dahil et­meleri tavsiye edilmiştir. Ayrıca teknolojik gelişmelerle bağlantılı biyolojik risklerin erken tespiti ve azaltılmasını teşvik etmek ama­cıyla özel bir uluslararası norm belirleyici kuruluş oluşturulma­sı, tüm kamu ve özel kuruluşların sürdürülebilir kalkınma ve sağ­lık güvenliği bütçelerinin belirli bir yüzdesini biyogüvenlik alanı­na yatırmaları istenmiştir. Dünya liderlerinin de biyogüvenliği ön­celiklendirerek, biyolojik krizlere karşı güvenlik ve halk sağlığı ku­rumları arasında işlevsel iş birlik­leri geliştirilmesi salık verilmiştir. Dünya çapında ise ülkeler ve ulus­lararası kuruluşlar, ulusal ve küre­sel bir biyogözetim kapasitesinin geliştirilmesini öncelikli hale ge­tirmelidir.

Kazalar ya da kasıtlı kötüye kul­lanım riskleri, biyogüvenliği kü­resel bir mesele haline getirdik­çe, daha fazla ulusötesi, kapsayıcı ve iş birliğine dayalı araştırma ve uygulamaları teşvik etmek kritik öneme sahip olmaktadır. Biyogü­venlik araştırmalarında özellikle Çin, Avustralya ve Hindistan gi­bi ülkeler önemli aktörler arasın­da yer alırken, bölgesel dengesiz­liklerin giderilmesi, ülkeler arası iş birliğinin artırılması ve ortaya çıkan teknolojiler için siyasa çer­çevelerinin iyileştirilmesi gerek­mektedir. Küresel biyogüvenliğin güçlendirilmesi için, mevcut ulu­sal ve uluslararası düzenlemeler­deki boşlukların kapatılması ve oluşturulan biyogüvenlik strateji­lerinin gerçekten küresel bir pers­pektifi yansıtması sağlanmalıdır.