uçurumun kenarında yürür gibi

Ahmet Ümit, yeni romanı Kırlangıç Çığlığı'nı anlatırken "Dünyanın acısını hissetmez, insanın dertlerine kafa yormazsak insan olarak varlığımızın eksik kalacağına inanıyorum" diyor…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

ÇİĞDEM SİRKECİ

Başkomser Nevzat'ın yeni macerası, Kırlangıç Çığlığı Mart ayında okuyucusu ile buluştu. Gerek medya ve sosyal mecralarda gerek birebir etrafımızda şahit olduğumuz kadarıyla ilgi görüyor. Bir yazar için oldukça keyifl i bir süreç olsa gerek…

Gerçekten çok keyifl i. Nasıl yorumlamak lazım bilmiyorum. Toplumun değişik kesimlerinden ve farklı kültürlerinden büyük ilgi görüyor roman. Bunun nedeni olarak ileri sürülebileceğim birkaç fikir var: Birincisi kurgu. İnsanlar içinde bulundukları gerçeklikten uzaklaşmak, kaçmak istiyorlar zaman zaman. Edebiyat bu noktada devreye giriyor. İyi bir kurgu insana bu özgürlüğü sağlıyor. İkincisi, okudukları romanlardan bilgi ediniyorlar. Elveda Güzel Vatanım, İstanbul Hatırası, Patasana, Bâb-ı Esrar vb. benim tezli roman olarak isimlendirdiğim romanlarım. Uzun araştırma dönemleri gerektirmiş bu kitaplar roman türünde yazılmış olmalarına rağmen ciddi bilgi kaynakları olarak görülebilir. Üçüncüsü de romanların temiz bir Türkçe ile yazılmış olmaları ve hızlı okunmaları.

Romanlarımı her yaştan insan okuyor. Geçen seneki satış rakamı toplamda 660 bini buldu. Bu sene şu ana kadar 533 bin kitap satılmış. Bu rakamlar dünya skalasında büyük rakamlar ve yaşarken bunu görmek insana mutluluk ve gurur veriyor. Ancak bunu sadece kendi adıma değil Türk edebiyatı adına da önemli buluyorum. Bir yazarın bu kadar okunuyor olması güzel bir şey.

Kitaplarınızın bazılarını tezli romanlar olarak tanımladınız. Kırlangıç Çığlığı da bu kategoride mi?

Bu kitabı yazarken de çok okudum; özellikle çocuk tacizi, pedofili ve ensest üzerine. Ancak, Kırlangıç Çığlığı tezli bir kitap değil. Ben, bu romanı vicdanlı bir kitap olarak tanımlıyorum. Ahmet Ümit, güncel sorunlarımız üzerine, çocuk tacizi, Suriyeli göçmenler ve organ mafyası üzerine çalıştı deniyor. Aynı fikirde değilim. Ben, bu konulardan yola çıkarak insan ruhu üzerine çalıştım. Bir insan bir çocuğa, başka bir ülkeden gelen çaresiz bir insana neden kötülük yapar? Para karşılığı başka bir insanın organlarını nasıl satar? İnsan nasıl bir mahlûktur? Nasıl bu kadar kötü ve ahlâksız olabilir? Benim ve bütün yazarların yapmaya çalıştığı şey sorular sormak, insan ruhunu anlatmaya çalışmak aslında. Sonuçta gazeteci değilim, pedagog değilim, bu problemleri çözemem, bu sorunlar nasıl önlenir bunları bilemem. Ancak insanların o kadar canı yanmış ki "Ahmet Ümit bu soruna çözüm bulmaya, neşter atmaya çalışıyor" deniyor.

Kitabı kurgularken bu önemli sorunları, konuları büyük bir harmoni içinde birbirine bağlamışsınız. Romanınız yaşadığımız günlerin birebir yansıması sanki.

Romanı kurgularken şu konuya da değineyim, bunu da yazayım demedim. Rodin "taşın fazlasını atıyorum, geriye heykel kalıyor" demiş. Ben de bu romanı yazarken buna benzer bir şey yaşadım. Yazmaya başladım, bu üç konu (Suriyeli göçmenler, çocuk tacizi, organ kaçakçılığı) bir yapbozun parçaları gibi birbirine bağlandı ve taşın içindeki heykeli, resmin bütününü gördüm. Bunun romana çok yakıştığını düşündüm. Belki bu çok yazıyor olmaktan gelen bir avantajdır. Bu kitap 26. romanım. Bunun getirdiği bir ustalık, alışkanlık söz konusu olabilir. Romanda kurgu oluşturmak benim en sevdiğim kısım. Çünkü zekâ ile, düşünce ile ilgili. Çile, yazmaya başlayınca, bilgisayarın başına oturunca başlıyor. Binlerce, on binlerce sözcüğü yan yana getirmeye çalışıyorsunuz, daha zorlayıcı bir süreç.

Kırlangıç Çığlığı'nda kahramanımız Başkomser Nevzat çocuk tacizcilerini katleden zeki bir seri katil, Körebe ile karşı karşıya. Seri katili diğerlerinden ayıran nokta nedir?

Türkiye'de seri katille zincirleme katili birbirine karıştırıyoruz. Peş peşe birkaç cinayete karışmış kişilere cinayet sebebine bakmadan seri katil etiketi yapıştırıyoruz. Seri katil, bir tür insan avcısıdır ancak bunu para, intikam ya da çıkar için yapmaz. Çocukluktan gelen bir takıntısı, travması vardır. Öldürerek insanlara beni fark edin mesajı verir. Ruhundaki zedelenmeyi tamir etmek için cinayet işler ama aslında bu eylemi işe yaramaz. Öldürür, unutur, yeniden öldürür. Bir noktadan sonra, bizim romandaki Körebe gibi öldürmeyi sevmeye başlar. Seri katil son derece zekidir, cinayetlerini planlayarak ve bir ritüeli takip ederek işler. Avcı olarak öteki insanları avlar, güçlü olduğunu ispat etmeye çalışır.

Suriyeli göçmenler ayrı bir yaramız. Sokaklarda yaşayan, dilenmek zorunda kalan çocukların, insanların yanından koşar adımlarla geçiyoruz, sanki bulaşıcı bir hastalık taşıyorlarmış ve bize de bulaştıracaklarmış gibi.

Türkiye'de 3 milyondan fazla Suriyeli yaşıyor ve bu insanlar çoğunlukla yoksul insanların tepkisini çekiyor. Çünkü bu yüzden işsiz kalıyorlar. Hükümet bize yapması gereken yardımı Suriyelilere yapıyor, diyorlar. Bu söylemlerde haklılık payı da olsa, olayın sorumlusu buraya göç etmek zorunda kalmış çaresiz insanlar değil. Empati kurmalıyız; bizler de onların durumuna düşebilirdik, bir gün düşebiliriz de. Bu insanları dışlamak yerine onları eğitmeli ve toplumumuza entegre etmeliyiz.

Nevzat, suçlu suçsuz herkes ile empati kurmaya çalışan bir kahraman ve bu yüzden ekibiyle bile çelişiyor. Bu duygusallığı mesleğini icra ederken dezavantaj doğurmuyor mu sizce?

Dünyanın acısını hissetmez, insanın dertlerine kafa yormazsak insan olarak varlığımızın eksik kalacağına inanıyorum. Diğer insanların dertleri ile empati kurmazsak, yaklaşan felaketi gördüğümüz halde gözlerimizi kaparsak doğru olmaz diye düşünüyorum. Romanlar hayatımızın aynası ise, Nevzat da karakterim olarak benim düşüncelerimi yükleniyor haliyle. Bir yandan suçla mücadele ederken, diğer taraftan suç üzerine, suçlular üzerine çok düşünüyor. Bu, büyük bir dezavantaj ama sıra dışı bir polis O.

Nevzat, Evgenia'ya "eskiden de berbat bir yerdi dünya, eskiden de rezildi insanlar, şimdi de öyle" diyor ve gelecek için pek de ümit taşımıyor gibi, değil mi?

İnsanlık olarak şu an sadece kendi türümüzü değil dünyayı da yok ediyoruz. Yeryüzü kendini onarabilir. Ancak öncelikle bizim değişmemiz lâzım. İnsanı tekrar ele almalıyız: İnsan iyi, yaratıcı bir varlıktır diyoruz. Akıllıdır diyoruz ama o akılla ne yapıyoruz? İnsanın gerçekten hasta olduğunu tespit edip tedaviye başlamalıyız.

Dünya zaman zaman karanlık dönemlere giriyor. 2. Dünya Savaşı böyle bir dönem meselâ. Bu dönemlerde din, ırk, cinsiyet konularında ötekileştirme başlıyor. İçinden geçtiğimiz dönem de öyle. Ama bu dönemin geçici olduğuna inanıyorum. Sonrasında, daha iyi, daha demokratik bir dönem gelecek muhakkak.

Romandaki gazeteci Buket karakterini geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz Buket Aşçı için özellikle mi kurguladınız? Romana ne zaman dâhil ettiniz?

Buket (Aşçı), Faruk (Şüyün), Cem (Erciyes), Turhan (Günay), Filiz (Aygündüz) ve İhsan (Yılmaz), yazarlık sürecimde birlikte büyüdüğümüz, beni en başından bilen, takip eden insanlar. Bu isimlerle mesleki ilişkilerimiz zamanla arkadaşlığa, dostluğa dönüştü.

Buket karakteri romanın en başından beri vardı. Kendisi hastalanmadan önce "beni bir romanında yazsana" derdi hep. Maalesef rahatsızlığı romanla aynı döneme denk geldi ve sonrasında kendisini kaybettik.

Başkomser Nevzat için Tatavla, Kurtuluş önemli. Peki ya Ahmet Ümit için Kurtuluş'un özel bir anlamı var mı?

1994-2004 yılları arasında Kurtuluş'ta oturdum. Azınlıkların, Osmanlı'nın kadim halklarının halen rahatça yaşayabildiği, bana göre Eski İstanbul'u yansıtan, zarafeti olan bir semt. Azınlıkların haklarını savunmak sadece insan hakları açısından değil, kültürlerin korunması açısından da önemli. Bu doku hızla yok oluyor. En azından romanlarımızla bu renkler korunmalı diye düşünüyorum. Yarının okuyucuları bir zamanlar bu insanlar burada yaşıyormuş demeliler.

Başkomser Nevzat maceraları devam edecek diye tahmin ediyorum. Aklınızda yeni roman için şekillenen bir şeyler var mı?

Nevzat serisi devam edecek, okurlar Başkomser Nevzat'a bayılıyor. Ancak benim için Nevzat'ın hikâyesini yazmak çok zor, çünkü O'nu o kadar iyi biliyorum ki. Maalesef yazarın bildiği bir karakteri yazması sanıldığı gibi avantaj değildir.

Yazmak meydan okumaktır, bir uçurumun kenarından yürümek gibidir. Çok heyecanlı, ama kazasız belasız atlatıldığında gurur duyacağınız bir süreçtir. Ve bu hissi size ancak farklı ve yeni bir şey yazmak verebilir.

Şu sıralarda tezli bir roman üzerine çalışıyorum. Seyahatler, okumalar başladı. Yunan kültürünün Anadolu'ya girişi, Hellenistik dönem, Pergamon antik kenti dikkatimi çekiyor. Romanda, Spree nehrinde bir Türk'ün cesedinin bulunması ile başlayan olaylar bizi 2300 yıl öncesine bir seyahate çıkaracak.

Başkomser Nevzat iç huzuruna kavuşacak mı?

İnsan yaşadığı müddetçe iç huzuruna kavuşamaz, Nevzat da kavuşamayacak. İçindeki bu çatışma olmadan insan gelişemez, yaşayamaz; Nirvana'ya erişmiş insanların bile bizimkilerden farklı ve büyük olmakla beraber iç çatışmalar yaşadıklarını düşünüyorum.

Çatışma olacak, oradan yaşama sevinciyle çıkacaksınız. Yahut yenilecekseniz ama bunda da başka bir mânâ bulacaksınız. Hayatın bütün meselesi bu çatışma meselesidir.

Bu konularda ilginizi çekebilir