Doğu Asya’da yükselen güç rekabeti: Çin ve Hindistan

Çin’in ekonomik yükselişi, Hindistan’a göre daha dinamik ve küresel ekonomiyi etkileme gücü açısından daha kritik bir seviyede. Hindistan’ın ise özellikle genç nüfusu ve bu nüfusu Çin’e göre daha dinamik ve üretken bir şekilde ekonomiye entegre edebilme ihtimali çok daha yüksek.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Doğu Asya’da geçtiğimiz aylarda ABD Başkanı Donald Trump’ın Çin’e yönelik ticari yaptırımları ile başlayan ve Koreler arasındaki yakınlaşma süreci ile devam eden oldukça yoğun bir gündem var. Ayrıca Güney Çin Denizi, Japonya-Çin arasındaki ada sorunu ve Tayvan sorununu da eklediğimizde bölgedeki sıcak gelişmelerin ilerleyen aylarda daha da hızlı bir şekilde gündeme gelme ihtimali zayıf değil.

Aslında bütün bu gelişmelerin/sorunların sebeplerine baktığımızda bunların ilk defa gündeme gelmediğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Bu sorunların büyük bir kısmı, İkinci Dünya Savaşı sonrası bölgede ABD liderliğinde kurulan, Soğuk Savaş döneminde çok küçük değişimler gösteren ve Soğuk Savaş sonrasına miras kalan sorunlardır. Ne iki Kore arasındaki yakınlaşma ilk defa oluyor ne de Çin’in bölgede daha fazla etkin olma çabası bir ilk. Peki, bu kadar tarihsel arka planı olan sorunlar neden hızlı bir şekilde küresel siyasetin ana gündem maddelerinden biri oluyor?

Soğuk Savaş’tan sonraki on yıl, ABD hegemonyasının bütün dünyada net bir şekilde hissedildiği bir dönem olmuştu. 2000’li yıllardan bu yana ise ABD’nin siyasi, ekonomik ve askeri üstünlüğünün yavaş yavaş sorgulandığı ve kimilerine göre dengelendiği bir dönem yaşıyoruz. Küresel güçler arasındaki mevcut dengenin değişmesinin en önemli sebeplerinden biri de hiç şüphesiz Çin’in yükselişi. Ancak bu değişimi sadece ABD’nin düşüşü ve Çin’in yükselişi üzerinden okumak konuyu doğru ve yerinde tartışmamızın önündeki en büyük engellerden biri. Bu durum aynı zamanda dipsiz bir kuyuya dönen Çin tehdidi ve Çin’in barışçıl entegrasyonu tartışmalarının da en önemli sebebi. Dolayısıyla tartışmayı değişkenlerin sayısını artırarak ve mümkün olan en geniş analiz penceresinden değerlendirmek gerekiyor.

Aslında 1980’li yıllardan bu yana Batılı kalkınma modelleri (Washington Uyumu) ile açıklanamayan ama ekonomik bağımlılık açısından Batılı kalkınmış ekonomilerle yakın bir ilişki içinde, kendi kalkınma modellerini uygulamaya çalışan ve yükselen güçler olarak tanımlanan ülkeler var. Literatürde her ne kadar henüz bir uzlaşı olmasa da son yirmi yıllık ekonomik, demografik, sosyal ve siyasi göstergelere göre iki ülke bu yükselen güçler arasından belirgin bir şekilde ön plana çıkıyor: Çin ve Hindistan. BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ülkeleri arasında sayılsalar da bu iki ülke birçok açıdan diğerlerinden ayrışıyor. Dolayısı ile bölgedeki gelişmeleri değerlendirirken yeni değişkenlerin etkilerini ihmal etmemek gerekiyor.
Koreler arasındaki yakınlaşma süreci devam ederken yükselen güçlerin başat ülkeleri olan Çin ve Hindistan’ın bölgenin ekonomik ve siyasi gelişmelerini çok yakından etkileyeceği kolaylıkla iddia edilebilir. Zira Kim Jong-Un ve Moon Jae-in arasındaki tarihi görüşmeden bir gün sonra Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping gayriresmi bir ziyaret kapsamında Çin’in Wuhan şehrinde görüştü. Bu görüşmenin zamanlaması ve içeriğine bakılırsa artık bölgesel düzenin istikrarı için ABD, Rusya ve AB gibi aktörlerin yanı sıra bölgedeki yükselen güçlerin de etkin bir dış politika geliştirdiklerini söylemek mümkün.

Ancak ne Çin ne de Hindistan henüz kendi stratejilerini bağımsız bir şekilde uygulayacak bir güce sahip değil. Her ne kadar bu iki ülke yükselen güçler arasındaki başat ülkeler olarak nispeten daha bağımsız ve istikrarlı dış politika uygulamaya çalışsa da hem büyük güçlerin muhtemel pozisyonlarına hem de aralarındaki rekabete oldukça duyarlılar. O halde Çin ve Hindistan arasındaki ilişkileri nasıl değerlendirmeliyiz? Ülkelerin ulusal çıkarları ve büyük güçler ile ilişkileri bu ülkelerin küresel ve bölgesel politikalarına nasıl yansıyor? Modi’nin ziyareti mevcut ikili ilişkileri ve bölgesel düzeni nasıl etkiler?

Çin ve Hindistan’ın yükselen güçler olması birbirleri ile hem rekabet hem de işbirliği mekanizmaları kurmalarını gerektiriyor. İki ülke arasındaki rekabet unsurları ile işbirliği unsurları oldukça girift ve iç içe geçmiş durumda. Modi’nin Çin ziyaretinin içeriğini belirleyecek olan bu işbirliği ve rekabet alanlarındaki uzlaşma ve çatışma noktaları olacaktır. Bu işbirliği ve çatışma mekanizmalarını iki başlık altında inceleyebiliriz:

Ekonomik kalkınmanın sınırları

Çin ve Hindistan sahip oldukları coğrafya ve nüfus açısından Doğu Asya’nın hem tarihi ve kültürel anlamda şekillenmesinde hem de ekonomik kalkınmasında etkili olan en önemli ülkeler arasındadır. Son yıllarda ise bu verili güç unsurlarına ek olarak, hızlı ekonomik büyüme, teknolojik atılım, ihracat-merkezli büyüme, gelir düzeyindeki artış, yaşam standartlarındaki yükseliş, otoriteryanizm, yerlicilik ve popülizm ile çevre sorunları iki ülkenin yükseliş hikayesini yakından etkilemektedir.

Çin’in ekonomik yükselişi Hindistan’a göre daha dinamik ve küresel ekonomiyi etkileme gücü açısından daha kritik bir seviyede. Ancak Hindistan’ın özellikle genç nüfusu ve bu nüfusu Çin’e göre daha dinamik ve üretken bir şekilde ekonomiye entegre edebilme ihtimali çok daha yüksek. Zira Çin’in yaşlanan nüfusu ve yeni orta sınıfların, muhtemelen 2020’li yıllarda mevcut nüfusun yarısından fazlasını oluşturacak olması ciddi bir sosyal güvenlik ve yönetişim sorununu ortaya çıkarıyor. Hindistan bu seviyelere Çin’den yaklaşık yirmi yıl sonra gelecek.
Her iki ülkenin ihracat-merkezli ekonomik kalkınma modellerini yeni teknolojik gelişmelere ve küresel piyasada daha rekabetçi bir ekonomik kalkınma modeli ile değiştirme çabaları bir sır değil. Bu çerçevede Hindistan ve Çin’in siyasi sitemleri arasındaki fark muhtemel gelişmeleri de tetikleyecektir. Her ne kadar sorunlu olsa da Hindistan bağımsızlığından bu yana demokratik bir siyasal sistem içinde mevcut ekonomik kalkınmasını yönetmeye çalışıyor. Bu durum Hindistan için avantajlar ve dezavantajlar barındırıyor. Hindistan’ın etnik ve dini çeşitliliğinin yanı sıra eyaletler arasında gelir dağılımındaki devasa uçurum her seçim döneminin en önemli sorunları arasında yer alıyor. Demokratik bir sistem içinde sürekli müzakereler, çatışmalar ve koalisyonların ortaya çıkmasına sebep olan bu sistem, Hindistan’ın Çin karşısındaki en önemli dezavantajlarından biri.

Diğer yandan geçtiğimiz aylarda Çin’de gerçekleşen anayasa değişikliği de bir anlamda yeni ekonomik ve siyasi geçiş döneminin sancısız geçmeyeceğini gösteriyor. Bu zamana kadar ÇKP liderliğinde sosyal ve siyasi taleplerin merkezde baskılanarak yönetilmesi belirli bir seviyede ekonomik ve siyasi istikrar sağlamış olsa da bu modelin sürdürülebilirliği bir tartışma konusu. Hindistan ile benzer bir şekilde hızlı büyümenin ortaya çıkardığı hızlı siyasal ve ekonomik reform sürecinin sosyal boyutunu ihmal eden her politika muhtemelen ekonomik kalkınma süreçlerini de negatif etkileyecektir. Modi ve Şi arasındaki görüşmenin önemli bir ayağı da bu kalkınma modelleri arasındaki tezat ve uyumun sonuçlarını görmek olacaktır.

Bölgesel kriz alanları ve güvenlik

Hindistan ve Çin ekonomik anlamda bir başarı hikayesi ortaya koyarken diğer yandan iki nükleer güç olarak hem bölgesel hem de küresel siyasette daha etkin olmaya çalışmaktalar. Hindistan’da Hint milliyetçiliğini en önemli siyasal söylemi haline getiren Modi liderliğindeki BJP hükümeti, bölgesel güvenlik konularında da eskiye göre daha saldırgan politikalar uygulamaktadır. Hindistan son yıllarda küresel silah piyasasında en fazla silah satın ülkeler arasında ilk sıralarda yer almaktadır.

Hindistan’ın kuzey sınırlarındaki toprak bütünlüğü sorunları ile beraber düşünebileceğimiz Hindistan-Pakistan arasındaki güvenlik sorunları sadece iki ülke arasında bir sorun değildir. 1947 yılında Hindistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Pakistan ile Hindistan arasındaki Keşmir sorunu, 1963’te Çin’in de dahil olması ile üç taraflı bir soruna dönüşmüştür. Hindistan ve Pakistan’ın ardı arda nükleer silaha sahip olmaları ile sorun daha da karmaşık bir hal almıştır. Geçmişte Pakistan ve Hindistan arasında üç savaşa sebep olan Keşmir sorunu, özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin Afganistan müdahalesi ile yeni bir süreci tetiklemiştir. Terörizmle mücadele söylemi altında 11 Eylül’den bu yana Hindistan ABD için bir yandan terörle mücadelede yakın bir ilişki kurabileceği diğer yandan ise Çin’i dengeleyebilecek bir aktör olarak algılanmaktadır.

Hindistan ve Çin arasında yönetilmesi kolay olmayan bu toprak bütünlüğü sorunları, dönem dönem gerginliğe yol açsa da şimdilik yönetilebilir bir seviyede. Hindistan’ın Pakistan ile beraber 2017 yılında Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olması işbirliği alanlarını daha kurumsal bir seviyeye taşımıştır. Orta Asya enerji kaynaklarının paylaşımının yanı sıra özellikle terörizm konusundaki işbirliğinin Hindistan’ın en önemli beklentileri arasında olduğu söylenebilir.
Hindistan’ın ŞİÖ’ne üye olmasının önemli bir sebebi de Çin ve Pakistan arasındaki ilişkilerdir.

Çin ve Pakistan arasında son dönemin belki de en yakın ve sıcak ilişkileri Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru aracılığı ile adım adım kurulmaktadır. Çin-Pakistan koridorunun bir kısmı da Keşmir’den geçmektedir. Dolayısıyla bu durum Hindistan için önemli bir sorun teşkil etmektedir. Tek Kuşak Tek Yol ya da yeni ipek yolu girişimi olarak da tarif edilen Çin inisiyatifinin bir parçası olan bu koridorlar muhtemelen Pakistan ile de sınırlı kalmayacaktır. Çin’in güneyindeki az gelişmiş ülkeler başta olmak üzere Hindistan’ın güney komşuları Sri Lanka ve Maldivler’e kadar ulaşan bir bölgesel rekabetten söz etmek mümkün.

Trump’ın ulusal güvenlik stratejisi belgesinde dile getirdiği Indo-Pasifik ittifakı ise Hindistan için Çin’i dengeleme aracı olarak bir fırsat barındırıyor. Aynı ABD gibi, Hindistan da yukarıda bahsettiğimiz Kuşak ve Yol girişiminin bir parçası değil. Hindistan bu girişimi ve daha da ötesinde Çin’in Afrika boynuzu ve Hint okyanusu gibi stratejik bölgelerdeki askeri varlığını arttırmasını endişeyle izliyor. Bu durum ister istemez iki ülkenin bölgesel kriz ve güvenlik konularında ciddi ölçüde ayrışmasına sebep oluyor.

Modi ve Şi zirvesinin muhtemel sonuçları

Kısaca işaret edilen yerel ve bölgesel dinamikler, iki ülke arasındaki ilişkilerin sürekli kaygan bir zeminde olmasına sebebiyet vermektedir. Yükselen güçlerin başat ülkeleri olarak her iki ülke de ekonomik kalkınmalarını sekteye uğratacak her türlü bölgesel ve küresel krize karşı ortak tutum sergileyemeseler de krizleri yönetme kabiliyetlerini geliştirmek istiyorlar. Şi-Modi görüşmesinin en önemli boyutu bu müzakere ve diyalog ortamını geliştirmek.

İkinci olarak Çin’in 2008 yılındaki küresel finans kriz ile beraber artan dış politika aktivizminin bir yansıması özellikle yükselen güçlere karşı güvence (assurance) oluşturmaya çalışmasıdır. Çin özellikle kendi yakın coğrafyasındaki ülkelere Çin’in yükselişinin küresel ve bölgesel istikrara zarar vermeyeceğine dair teminatlar vermektedir. Ancak şu an için ikna süreci çok da olumlu bir sonuç vermiş değil. Daha geçtiğimiz aylarda Hindistan ve Çin arasındaki toprak bütünlüğü sorunlarından biri olan Dokhlam sorunu sebebiyle, iki ülke askeri önlemler almıştı.

Son olarak Çin’in Hindistan için belki de en makul teklifi, Kuşak ve Yol girişiminin bir parçası olmasıdır. Zira böylece iki ülke arasındaki bütün sorunların ortak bir çıkar doğrultusunda olgun ve erdemli bir şekilde müzakere edilmesi sağlanabilir. Aksi halde her iki ülke arasında başta Keşmir sorunu ve kuzey sınır sorunları olmak üzere Tibet Budizmi’nin lideri Dalai Lama’nın Hindistan’da olması ve Maldivler gibi yakın coğrafyada Çin’in artan etkinliği, sıcak bir çatışma konusu olabilir. Şi-Modi görüşmesi şimdilik kısa vadeli ve olumlu bir sonuçla tamamlanmış görünüyor. Ancak her iki ülkenin dış politika hamlelerinin tek belirleyicisi ikili ilişkiler değil. Kore sorunun nereye evirileceği ve ABD’nin bölgedeki varlığının niteliği muhtemelen Çin ve Hindistan arasındaki ilişkileri de yakından etkileyecektir.

Bu konularda ilginizi çekebilir