Yangını sadece AMB söndürebilir

Kemal Derviş, Euro Bölgesi'ndeki mali krizi ve krizden çıkış yollarını değerlendirdi. Derviş, "Kısa vadede krizi, yangını söndürebilecek tek kurum Avrupa Merkez Bankası" dedi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME



NEW YORK - Eski Devlet Bakanı Kemal Derviş, Euro Bölgesi'ndeki krizi kısa vadede durdurabilecek tek kurumun Avrupa Merkez Bankası (AMB) olduğunu belirterek "AMB çok ciddi şekilde devreye girmeli, ikincil piyasada İspanya ve İtalya'nın tahvillerini faizler daha makul bir düzeye ininceye kadar almalı. Böylece zor durumda olan bu iki ülkenin başlattığı yapısal reformların etkili olması için gereken zamanı sağlamış olur. Bu 6 ay veya bir yıl sürebilir" dedi.

"Eninde sonunda AMB, Euroyu korumakla görevli, bu görev bugün bunu gerektiriyor. AMB, ikincil piyasaya müdahale ederek faizleri düşürmezse diğer tedbirlerin (yapısal reformlar, Avrupa Yatırım Bankasının yatırımları gibi) yeterli olacağını pek olası görmüyorum" diyen Derviş, "AMB'nin devreye girmesi kadar Almanya'nın ve bazı cari fazla veren Kuzey Avrupa ülkelerinin çok daha genişlemeci politikaları kabul etmeleri de son derece önemli" değerlendirmesini yaptı. Kemal Derviş, Avrupa'da yaşanan borç krizi, Yunanistan, İspanya ve İtalya'daki durum ve  krizden çıkış yollarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

"Euro Bölgesi'ndeki ülkeler Merkez Bankalarını kaybetmiş gibiler"

Euro Bölgesi'ndeki krizin gerçekten çok ciddi boyutlara vardığını ve Yunanistan'la başlayıp başka ülkeleri de içine aldığını belirten Derviş, Avrupa'da izlenmesi gereken ekonomik politikayla ilgili ciddi bir tartışmanın olduğunu belirtti.

Kemal Derviş, şöyle devam etti: "Gelişmekte olan ülkelerin çeşitli krizler yaşarken çok iyi öğrendikleri gibi, kriz anında, piyasalar aşırı tepki gösteriyor ve piyasaların karşısında ancak çok ciddi bir mali güçle durulursa krizin üstesinden gelinebiliyor. ABD'de bunu 2008'de gördük, Amerikan Merkez Bankası bütün gücüyle birden müdahale etti ve Hazine ile birlikte duruma hakim olabildi. Euro Bölgesi'ndeki ülkelerin ciddi bir sorunu var, aslında Merkez Bankalarını kaybetmiş durumdalar. Bugün İspanya'nın herhangi bir şekilde krize müdahale edebilecek bir İspanyol Merkez Bankası yok. Euro Bölgesi'ndeki ülkelerin Merkez Bankaları merkezileştirildi. Avrupa'nın merkezi bir mali politikası da merkezden ekonomik karar verme mekanizması da yok, ama merkezde bir Avrupa Merkez Bankası var. Piyasaların çok aşırı davrandığı kriz anlarında AMB bu krize yeterli ölçüde cevap veremiyor, konunun en önemli boyutu bu."

Yunanistan'ın durumunun daha farklı olduğunu belirten Derviş, "Yunanistan'ın borç yükü ödenemez boyutlarda, özel borcun önemli bir kısmının silinmesinden sonra bile Yunanistan'ın borcu olağanüstü boyutlarda ve ülkenin hiç kuşkusuz kamu sektöründen ek yardım alması, sadece yeni borç biçiminde değil, eski borçların azaltılması biçiminde yardım alması şart" dedi. İspanya ve İtalya gibi ülkelerin güçlü ekonomiye sahip ülkeler olduğunu belirten Derviş, "Bence bu iki ülkenin hiçbir şekilde uzun vadede bu kadar zor durumda kalmaları için temel neden yok. Ama bu mali kriz ve spekülatif hareketler, korku, panik durumu yüzünden İspanya, 10 yıllık borçlanmayı ancak yüzde 7 gibi bir faiz oranıyla yapabiliyor, ekonomisi küçülüyor, bu hiçbir şekilde devam edemez. İşsizlik yüzde 25'lere yaklaşıyor, gençlerin işsizliği yüzde 50 civarında. Her ne kadar belki kayıt dışı sektörde bazı iş yerlerinde insanlar çalışıyorlarsa da işsizlik durumu gerçekten dayanılacak gibi değil" diye konuştu.

Hollande'nin başını çektiği düşünce

Bu durum karşısında Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı François Hollande ve onun gibi düşünenlerin bulunduğunu, bunlara İtalya Başbakanı Mario Monti'nin de şimdi katıldığını anlatan Derviş, şöyle konuştu: "Hollande'nin başını çektiği bu düşünce, 'sadece çok sert, hızlı ve aşırı kemer sıkma politikalarıyla bu iş hallolmaz, daha çok zamana ihtiyaç var, maliye politikalarına büyüme boyutunu katmamız lazım' diyor. Örneğin yatırım harcamasıyla cari harcama bir tutulmamalı. Tabii yapısal reformların da gerçekleştirilmesi lazım. Aslında her ülkenin durumu biraz farklı ama genelde, şu anda sadece 1 yıl değil, 2-4 yıldır bu kadar küçülen ekonomilerde büyüme yeniden başlayamazsa bütün bu borç sorununun hallolması mümkün değil. Neticede borcun yükü,  milli gelire oranıyla ölçülür. Milli gelir düşmeye devam ederse, borç oranını indirmek çok zor olur."

Bu kapsamda Türkiye'de 2001 yılındaki krizi anımsatan Derviş, "Evet Türkiye'de 2001 yılında krizin Şubat ayında patlamasıyla çok ciddi bir milli gelir düşüşü yaşandı ama kurun serbest bırakılması ve yapısal reformların Meclis'ten hızla geçmesiyle, hemen ardından 2002 yılının ilkbahar aylarında büyüme başladı. Dolayısıyla 1 yıllık bir daralmayla 3-4 yıl süren daralmayı kıyasladığımızda, tabii insanlar ve toplumlar için uzun suren bir kriz çok daha zor. 1 yıl insan birçok zorluğa katlanabilir ama 3-4 yıl aynı veya artan zorluklara katlanmak çok daha güç" ifadesini kullandı.

Türkiye'nin o dönemde kur ve ihracat araçlarından yararlandığını, özellikle 2002'de ihracatın Türkiye'de büyümeyi çok desteklediğini ifade eden Derviş, "Maalesef Euro Bölgesi'ndeki ülkeler o kur aracına sahip değiller. Kur sabit ve krizden çıkmak için çok önemli bir araç olan esnek kuru kullanamıyorlar, dolayısıyla durum hiç kolay değil" dedi.

"İlacı makul bir dozla ve makul bir zamanlamayla vermek lazım"

[PAGE]


"İlacı makul bir dozla ve makul bir zamanlamayla vermek lazım"

Euro Bölgesi'nde çok ciddi bir mali politika takip edilmesi gerektiğini vurgulayan Derviş, şunları kaydetti: "Güney Avrupa ülkelerinde belli bir kemer sıkma politikasına devam etmekten başka bir çare yok ama bunun dozajı ve zamanlaması çok önemli. İlaç fazla ağır olursa hasta ölür. İlaç iyi bir şey ama ilacı da makul bir dozla ve makul bir zamanlamayla vermek lazım. Aynı zamanda mutlaka büyümeyi destekleyen tedbirler almak lazım. Bu konuşuluyor şimdi, Avrupa Yatırım Bankasına ek sermaye sağlanması söz konusu. Eurobond'lar (ortak tahvil) Almanya tarafından kabul edilmiyor ama özel Avrupa çapında ortak proje yatırımları konusunda ilke olarak mutabık kalındı ve Fransa'nın öncülüğüyle Almanya ve diğer ülkeler de sanıyorum büyümeye daha çok önem veren bazı tedbirlerin devreye girmesini destekleyecekler. Bu desteğin tabii hızla yerine gelmesi lazım. Maalesef tedbirler eninde sonunda kabul ediliyor ama kriz çok ilerledikten, yeni boyutlar kazandıktan sonra oluyor, hemen hareket etmek yerine çok geç davranılıyor, bunun son 2 yılda birçok örneğini gördük."

"Avrupa Merkez Bankası devreye girmeli

"Kısa vadede daha hızlı hareket edebilen, daha büyük kaynakları hızla ortaya koyabilen AMB'nin desteğine ihtiyaç var" diyen Derviş, "AMB çok ciddi şekilde devreye girmeli ve ikincil piyasada İspanya ve İtalya'nın tahvillerini, faizler daha makul bir düzeye ininceye kadar almalı. O sayede İspanya için yüzde 7'yi aşmış olan faizleri, İtalya için yüzde 5,5-6 civarında olan faizleri çok daha makul seviyelere geri götürmek bence mümkün, böylece AMB, zor durumda olan bu iki ülkenin başlattığı yapısal reformların etkili olması için gereken zamanı sağlamış olur. Bu 6 ay veya 1 yıl sürebilir. Birçok yapısal reform aslında kabul edildi, fakat bu reformlar emek piyasasında olsun, kurumsal yapıların değişmesi açısından olsun, bunlar zaman alan şeyler ve neticeyi hemen veremezler. Dolayısıyla neticenin hemen alınması, yani bu faizlerin düşmesi için AMB'nin devreye girmesi bence çok önemli" diye konuştu.

Almanya ne yapabilir?

AMB'nin devreye girmesi kadar Almanya'nın ve bazı cari fazla veren Kuzey Avrupa ülkelerinin çok daha genişlemeci politikaları kabul etmesinin de son derece önemli bir diğer nokta olduğunu belirten Derviş, "Ülkeler arasında cari işlemler dengesizliği olunca bütün yükü cari açık veren ülkelere yüklemek aslında hata. Cari fazla veren ülkelerin de bu cari fazlalarını azaltmaları için hareket etmesi gerekiyor" dedi.

Almanya'nın cari fazlasının milli gelirinin yüzde 5,5'ini oluşturduğuna dikkati çeken Derviş, "Mutlak miktar, Çin'in cari açığıyla aynı, ama gayrisafi milli hasılaya oran olarak baktığımız zaman  Almanya iki misli fazla veriyor" dedi. Almanya'da ücretlerin çok yavaş arttığını ve ülkenin rekabetçi gücünün yüksek olduğunu belirten Derviş, "Almanya'da ücretlerin yıllık yüzde 4-5 artması, bugün Avrupa'nın kendi içinde yeni bir dengeye ulaşması için büyük katkıda bulunur, çünkü Almanya'da ücretlerin bu şekilde artması ve Güney Avrupa'daki ücretlerin artmamasıyla birlikte aslında Euro Bölgesi içinde bir fiili devalüasyon gerçekleşmiş olacak. Almanya'da maliyetler artacak, Güney Avrupa'daki maliyetler daha az artacak veya hiç artmayacak. Almanya ve  Almanya'ya yakın bazı Kuzey Avrupa ülkeleri, ücretlerini artırarak bu dengeye büyük katkıda bulunabilirler ve bunun da sonuçları 1-2 yıl içinde kendini gösterir. Böyle bir ayarlama, bütün yükü güneye veren ve güneyde deflasyon gerektiren bir stratejiden çok daha uygun olur" dedi.

Almanya'da ücretlerin artmasının Alman halkının alım gücünü güçlendireceğini belirten Derviş, "Bu Almanya için çok zor, zararlı bir şey değil. Ama Almanlar diyor ki 'bu bizim dünya içindeki rekabetçi gücümüzü azaltacak, örneğin Çin'e karşı.' Ama Almanya bu kadar büyük cari işlemler fazlası verdiği için, rekabetçi gücünün biraz azalması, ihracat-ithalat dengesinde biraz ithalat lehine gelişmenin olması, Almanya'yı zor durumda bırakmaz. Dolayısıyla bahsedilen tedbirlerin ötesinde ikinci olarak üzerinde durduğum konu, Almanya'da ücretlerin -tabii sorumsuzca, ekonominin kaldıramayacağı ölçüde değil- önümüzdeki 2-3 yıl içinde ciddi bir biçimde artması gerektiği" görüşünü ifade etti.

Krizden çıkış

Kemal Derviş, krizden çıkış yolu hakkındaki değerlendirmesini ise şu şekilde özetledi: "Dolayısıyla bu iki gelişme sağlanırsa krizin üstesinden gelinebilir. AMB'nin hakikaten hızla hareket etmesi gerekiyor ve bu sadece bankalara likidite vermekle olmuyor. Bunu gördük, 1 trilyon likidite verdi, birkaç hafta sonra bu likiditeyle bankalar devlet tahvili aldı, o devlet tahvillerinin değeri düşünce bütün likidite operasyonu aslında fazla bir şeye yaramadı. AMB ikincil piyasaya müdahale ederek faizleri düşürmezse diğer tedbirlerin (yapısal reformlar, Avrupa Yatırım Bankasının yatırımları gibi) yeterli olacağını pek olası görmüyorum. Yani AMB devreye girmeden bütün bu tedbirler yetmeyecek.

İkinci olarak yapısal reformların ve Euro Bölgesi'ndeki iç dengenin devalüasyonsuz, yani Güney Avrupa ülkelerinin Eurodan çıkmadan düzelmesi için Güney ülkelerinde belli bir kemer sıkma politikasının devamı gerekiyor. Ama bunun sertlik derecesi bence önemli, onun aşırı sert olması olumsuz sonuç veriyor. Aynı zamanda Almanya'nın ve onunla birlikte Avusturya, Hollanda ve İsveç gibi ülkelerin, yani Kuzey grubunun daha genişlemeci politika izlemeleri ve özellikle ücret politikasıyla, Avrupa içindeki bozulmuş dengeler yeniden yerine konabilir ve Euro işlemeye devam edebilir.

Ondan sonra bunun bir daha tekrarlanmaması için Euro Bölgesi çapında Bankalar Birliği'nin inşa edilmesi, tasarruf mevduat garantilerinin Avrupa tarafından üstlenmesi, çok daha federal bir yapının ve ortak bir maliye politikasının ortaya çıkması bence mutlaka gerekli. Ama bu yarın olamaz, haftaya da olmaz, bunun olması için aylar ve yıllar gerekecek. Parlamentolardan bir takım yasaların geçmesi gerekecek, bir sürü hukuki sorunun hallolması gerekecek. Kısa vadedeki krizi, yangını söndürebilecek tek kurum Avrupa Merkez Bankası."


Yunanistan Euro Bölgesi içinde bir çözüm arıyor

[PAGE]


Yunanistan Euro Bölgesi içinde bir çözüm arıyor

Eski Devlet Bakanı Kemal Derviş, Yunanistan'daki seçim sonuçlarıyla ilgili yaptığı değerlendirmede, "Yunanistan'da halk, özellikle dar gelirli nüfus çok zor duruma düştüğü halde yine de Avrupa'dan kopma, Eurodan çıkmayı göze almadı. Neticede Yunanistan hem Avrupa ve Euro Bölgesi içinde bir çözüm arıyor. Ancak bu çözüm sadece son 2 yılın programının (IMF-AB Programı) aynen devamı olmaz, bu programın artık aynı biçimde ve zamanlamayla uygulanması sosyal ve politik olarak taşınabilir değil" dedi.

"Yunanistan'ın ek bir borç azaltma operasyonuna ihtiyacı var"

Kemal Derviş, Yunanistan'daki seçim sonuçlarının ardından Almanya'nın daha esnek bir politika izleyip izlemeyeceğine yönelik soru üzerine, Yunanistan'ın borç düzeyinin fazla yüksek olduğuna işaret etti. İspanya ve İtalya'daki durumun böyle olmadığını, iki ülkenin borç düzeylerini zaman içinde indirebileceklerini belirten Derviş, "Daha önce de söz ettiğim tedbirleri ve politikaları uygulamaları halinde İspanya, İtalya, Portekiz ve İrlanda'nın bence normale dönmeleri mümkün. Ama yangını söndürmek gerekiyor, çünkü yangın devam ettikçe normale dönme şansları her gün azalıyor" dedi.

Yunanistan'ın ise "ek bir borç azaltma operasyonuna" ihtiyacı olduğunu vurgulayan Derviş, "Borçlarının da şimdi büyük bir kısmı kamu borcu, Yunan kamusunun değil, Avrupa kamusunun borçları. Dolayısıyla Yunanistan'ı yeniden ayağa kaldırmak için Avrupa'nın bir daha ciddi bir şekilde borç yapısına bakıp Yunanistan'a o şekilde destek vermesi lazım" dedi. Bu kapsamda borç silinmesinin mümkün olup olmadığının sorulması üzerine ise Derviş, "Her şey söz konusu olabilir ama en kolayı faiz oranlarını ciddi bir şekilde bir daha indirmek, o da bir borç azaltması anlamına geliyor aslında. Borcu direkt silmek politik olarak çok zor, Yunanistan'ın durumu çok zor şu anda" yanıtını verdi.

Yunanistan'daki seçim sonuçlarını değerlendirirken göz önünde bulundurulması gereken en önemli faktörün Yunan halkının bütün isyanlarına, çektiği zorluklara rağmen Euro Bölgesi içinde kalma isteği olduğunu vurgulayan Derviş, "Yunanistan'da halk, özellikle dar gelirli nüfus çok zor duruma düştüğü halde yine de Avrupa'dan kopma, Eurodan çıkmayı göze almadı. Neticede Yunanistan Avrupa ve Euro Bölgesi içinde bir çözüm arıyor. Bu çözüm sadece son 2 yılın programının (IMF-AB Programı) devamı olmaz, bu programın artık aynı biçimde ve zamanlamayla uygulanması sosyal ve politik olarak taşınabilir değil" dedi.

Yunanistan'da çok önemli reformlara da ihtiyaç olduğunu dile getiren Derviş, Yunanistan'ın şeffaf olmayan, yolsuzluğun fazla olduğu, vergilerin ödenmediği, iyi işlemeyen ekonomik düzeninin değişmesi gerektiğini belirterek, şunları kaydetti: "Sadece dışarıdan para, yardım ve borç alarak bunu düzeltmek mümkün değil ama bunun düzeltirken, üstelik devalüasyon aracını kullanmadan, Euro Bölgesi'nde kalarak düzeltmek için Yunanistan'ın hakikaten Avrupa'dan da dünyadan da yardıma ihtiyacı var. İkinci olarak da bu yardımın gerçekçi olması lazım. Her 3 ayda bir, her 6 ayda bir Yunanistan'ı suyun üstünde tutmak yerine olayı kökten çözen birtakım adımların atılması gerekiyor. Ülkede bu durumun bu hale gelmesinde elbette Yunanistan'ı uzun yıllardır idare edenlerin sorumluluğu var, ancak canla başla çalışan Yunan halkının çoğunluğunun bence bir suçu yok. Yunan halkı çok zor durumda ve halkın bu tepkisi Syriza'nın bu kadar oy almasına yol açtı. Yunanistan'a verilecek desteğin çözüme giden bir destek olması lazım."

"Yunanistan'ın borcunun milli gelire oranı yüzde 150'yi aşıyor"

Yunanistan'ın borcunun milli gelire oranının yüzde 150'yi aştığını anımsatan Derviş, "Bu oran taşınabilir bir oran değil, bunu ya faiz indirimiyle, ya silme operasyonuyla makul bir orana ve taşınabilir bir düzeye indirmek lazım" dedi. Yunanistan'ın Euro Bölgesi'nden çıkarılmasının mümkün olup olmadığına ilişkin soruyu Derviş, şöyle yanıtladı: "Yunan vatandaşı bunu istemiyor, Syriza'ya oy veren kesim bile bunu istemiyor. Öbür taraftan Avrupa'da da Yunanistan'ı doğru değerlendirmeyen, zorluklarını küçümseyen bir davranış var, dolayısıyla bir kopukluk var, maalesef karşılıklı bir güvensizlik var. Her şey olabilir gibi bir durum var, ama neticede sanıyorum Yunanlılar'ın mesajı, 'Biz Avrupa'nın ve Euro Bölgesi'nin içinde kalmak istiyoruz' oldu. Avrupa da bu mesaj karşılığında olumlu bazı adımların atılmasını kabul edecek herhalde. Benim umudum bu adımların yeterli olması, çünkü şimdiye kadar yapılan hata hep küçük adımların atılması oldu. Her ilacın iyi dozajda verilmesi lazım, ne fazla, ne az. Bu iyi dozajı bulmak lazım, Avrupa'nın ve Yunanistan'ın bu iyi dozajı bulması gerekiyor." Türkiye açısından da komşusunun bu durumda olmasının çok üzücü olduğunu belirten Derviş, "Yunanistan'ın bu durumdan bir an önce kurtulması ve iyi günler görmesi bence Türkiye için de arzu edilir bir gelişme olacaktır" diye konuştu.

Avrupa'da yeni bir yapı ve Türkiye

Avrupa Birliği'nin son ekonomik krizin de etkisiyle, yakın gelecekte "çok vitesli Avrupa" ya da "çekirdek Avrupa" gibi modellere dönüşmesinin olası olup olmadığının sorulması üzerine, Derviş şu anda fiili olarak zaten iki Avrupa'nın bulunduğunu, bunların da İngiltere ve daha büyük bir birlik inşa etmeye çalışan Euro Bölgesi olduğunu, ikisinin de AB içinde yer aldığını söyledi.

Derviş, "Fiilen zaten ciddi biçimde iki vitesli Avrupa ortaya çıkmış durumda. Bu iki vitesli Avrupa'da, İngiltere'ye benzeyen başka ülkeler olacak mı ileride göreceğiz. Yani daha sıkı birleşmeye cesaret edemeyen, ya da bunu istemeyen, bu kadar fazla egemenlik devrine razı olamayan ülkeler olabilir. Mesela İsveç olabilir, ya da Çek Cumhuriyeti gibi birkaç ülke çıkabilir" dedi.

"İngiltere örneği de belki ciddi olarak düşünülmeli"

Kemal Derviş, bu yeni Avrupa'da Türkiye'nin konumuna ilişkin olarak şu değerlendirmede bulundu: "Avrupa'da yeni bir yapıyla karşı karşıyayız. İki vitesli, belki de üç vitesli bir Avrupa da ortaya çıkabilir. Türkiye açısından önemli olan bunu iyi değerlendirmek ve bu büyük Avrupa içinde Türkiye'nin gerçekçi olarak nerede olmak istediği ya da istemediği tartışılmalı, bence bu önemli bir politik ve ekonomik konu. Sanıyorum Türkiye Avrupa'dan tamamen kopmak istemez. Bütün zorluklara rağmen Avrupa ile çok yakın ilişkilerimiz var, Almanya'da ve birçok Avrupa ülkesinde Türk kökenli nüfus var, ticaretimiz var, yatırımlar var, turizm var, savunma alanında NATO çerçevesi var. Bütün bunları göz önünde tutarak farklı bir AB'nin doğduğunu da görerek, 'Bu farklı AB'nin içinde bir Türkiye nasıl olabilir, nasıl bir konum elde edebilir, kendi yararı ve Türk vatandaşlarının yararı açısından en elverişli konum ne olur', bence bunun çok ciddi olarak tartışılması gerekir.

Avrupa tarafına bakıldığında ise 'Hollande'nin Fransa'sının Türkiye'ye bakışı, Sarkozy'nin Fransa'sından farklı olacak, Hollande yönetiminin Türkiye'ye 'Siz bizden değilsiniz gibi' bir söylemi yok. Almanya'ya da Sosyal Demokratlar, Yeşiller güçlenirse, mesela bir bakarsınız bu iki partinin koalisyonunda bir Türk kökenli Alman Dışişleri Bakanı olabilir. Bunlar olabilir şeyler. Şu anda hakikaten olaya çok dikkatle bakıp, İngiltere örneğini de belki ciddi olarak düşünerek, bu kriz durumu içinde, Türkiye'nin bu yapıda en güçlü ve kendine en yararlı yer edinme fırsatı belki doğuyor. Artık işlemeyen bir mekanizma yerine işleyebilecek bir mekanizmayı getirmek ve bu yeni Avrupa'da da güçlü bir yer edinmek mümkün olabilir."

-G20-

Derviş, G20 Zirvesi'ne ilişkin olarak ise bu zirvede Euro Bölgesi'ndeki krize ilişkin bir takım dileklerde bulunulacağını, belki de birtakım sözlerin verileceğini dile getirdi, ancak bu kapsamda asıl önemli toplantının 28 Haziran'daki AB Zirvesi olacağını, oradaki kararların krizle mücadeleye yön verici olacağını söyledi. Derviş G20'nin Avrupa krizi konusunda karar verebilecek bir mekanizma olamayacağını belirtti.

ABD yönetiminin de Euro Bölgesi'ndeki krizin çözülmesinde büyük çıkarı ve yararı olduğunu belirten Derviş, "Çünkü Avrupa ekonomisi çok yavaşlar ve negatif büyürse, ithalatı azalırsa, finans sektöründe ciddi krizler olursa tabii ki bunun bütün dünyaya, herkese, dolayısıyla Amerika'ya da, seçime birkaç ay kala, olumsuz etki yapması ABD'de birçok insanı düşündürüyor" dedi. BM Kalkınma Programı'nda (UNDP) bir dönem başkanlık da yapan Kemal Derviş, halen Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı, Sabancı Üniversitesi Danışma Kurulu üyesi.

 
 

Bu konularda ilginizi çekebilir