60'ına giren İsrail'in "barışsız idare edebileceği" korkusu
60'ına giren İsrail'in "barışsız idare edebileceği" korkusu
The Guardian- Jonathan Freedland İsrail nüfusunun yüzde 40'ı komşu ülkelerin "ciddi bir imha tehdidi" olduğuna inanıyor. Yüzde 83'ü ise yaşamlarından "memnun ya da çok memnun" olduklarını belirtiyorlar. İsrail televizyonunda gece yarısından sonra, bir zamanlar kitlesel eğlencelerin başlıca biçimi olan programlar yeniden gösterilir. Bu programlarda Kibbutz (İsrail'de kolektif çiftlik) koroları İsrail ülkesi'ni yücelten İbranice halk şarkıları söyler. İş gömlekleri giyen erkeklerle köylü etekleri giyen kadınlardan oluşan bu koroların şarkılarına güler yüzlü seyirciler katılır. Kartondan setlerde çekilen sonu gelmez bu siyah beyaz programlar, yalın bir çiftçi ulusun huzur içinde yurtsever bir eğlencesinin toplumcu-gerçekçi bir tablosuydu. Geçen ay İsrail'i ziyaretimde, televizyonda tesadüfen o eski programları gösteren devlet kanalına takılıp kaldım. Eğer dünya, İsrail'in eskiden bulunduğu yeri ve şimdi ne olduğunu anlamak istiyorsa o eski kalitesiz televizyon programları seyrederek başlayabilir. Emperyalizmin ürünü değil bir zorunluluğun sonucu Bir kere, çok fazla sayıda eleştirmen, İsrail'in Mayıs 1948'deki kuruluşunu, Batı emperyalizminin çoğunlukla Arap ve Müslüman Ortadoğu'nun içine, yabancı topraklarla çevrili bir Avrupa yerleşim bölgesi kurma işi olarak görüyorlar. Ama bundan daha sağlam, o eski televizyon programlarındaki amatör korolardan çıkarılabilecek bir karşı sav var. Yurtsever halk şarkıları repertuarında en sevilenlerden biri "Ein Li Eretz Acheret"tir (Benim Başka Bir ülkem Yok). Bir bakıma, İsrail ve Filistin trajedisini daha özlü anlatan başka bir cümle yoktur. Çünkü kuşkusuz, haklı olarak Filistinliler de tam olarak öyle hissediyorlar. Onların da gidecek başka bir yerleri yok. Bu Siyonist marş İsrailliler'in çok derinde yatan kendileriyle ilgili bir duyguyu açık seçik anlatıyor: Onlar, yaşayacak başka yerleri olmayan insanlarca oluşturulmuş bir ulus. Kaçınılmaz olarak Yahudi Soykırımı'nın bu duyguda büyük bir yeri var: Auschwitz'in kurtarılmasından yalnızca üç yıl sonra bir Yahudi devletinin kurulması tesadüf değildi. İki bin yıl sonra, dünya en sonunda Yahudiler'in de diğer bütün halklar gibi, temel bir hak olan kendilerine ait bir yere sahip olma hakkı olduğuna ikna oldu. Yahudilerin gerçekten gidecek başka yeri olmadığını, çünkü dünya onları istemiyordu, Yossi Harel'in geçen ay ölmesi acı bir şekilde anımsattı. Harel, Holocaust'tan kurtulan 4.500 insanı taşıyan Exodus adlı paslı geminin kaptanıydı. Bu insanlar gemiyle Avrupa'dan Filistin'e gidiyorlardı. Ancak İngilizler onları önce Fransa'ya, daha sonra, inanılmaz ama Almanya'ya yolladılar. Elbette bu olay, sözgelimi Yeni Zelanda, Arjantin ya da ABD'nin kuruluşuna göre İsrail deneyimine farklı bir nitelik katıyor. Diğer girişimleri başlıca harekete geçiren sebepler doğal kaynaklara sahip olma iştahı ve hırsıydı. Hatta dinsel tahammülsüzlük yüzünden Plymouth Rock'a kaçmış olsalar da Amerika'ya göç eden öncülerin durumu, 1940'ların Yahudiler'inki gibi değildi. Yahudiler'le Amerika, Afrika ve Avustralya'nın beyaz yerleşimcileri arasındaki ahlaki ayrım, başını sokacağı bir yuvaya gereksinimi olan bir evsiz ile ikinci bir evi olmasını isteyen bir ev sahibi arasındaki ayrımdır. Öyle oturdukları yerden Siyonizm'i emperyalizm olarak görenler aradaki ayrımı görüyor olmalılar. Dahası, bu insanlar o hurda gemileri borda edenler, çaresizce sığınacakları bir yere gereksinimi olan Yahudi mültecilerden daha az emperyalist hissettiklerini anımsayabilmeliler. İsrail'deki eski kolektivist yaşamdan bir şey kalmadı Televizyondaki o eski programlardan bizi doğruya götürecek bir sonuç daha çıkarabiliriz. O programlar, İsrail'in ilk başlarda bir Rodezya olmaktan çok Doğu Almanya olduğunu anımsatıyor bize: sosyalizmi devlet dini olarak kabul eden küçük bir ülke. 1970'lerde, İsrail'deki her evin zemini birbirinin aynıydı. Hepsi tek tipti ve seri imalattı. Her tuvalet taşı aynı Kibbutz'da üretiliyordu. Şirketlerinin yüzde 51 hissesini İsrail'in işçi sendikaları federasyonu Histadrut'a satmaktan memnun oldukları sürece yabancı yatırımcılar iyi karşılanıyordu. O kolektivizmden bir şey kalmadı. Kibbutz'ların çoğu özelleştirildi. Kibbutz üyelerinin artık kendi mülkleri olan evleri var ve ücretler arsında farklar var. Kibbutz, hiçbir zaman İsrail'in kendisi olmadı. Ama toplumun genelinde ne olduğunu gösteren bir metafor olarak görülebilir Kibbutz. Anketler, İsrailliler'deki ikili bir durumu gösteriyor: Nüfusun yüzde 40'ı komşu ülkelerin "ciddi bir imha tehdidi" olduğuna inanıyor. Yüzde 83'ü ise yaşamlarından "memnun ya da çok memnun" olduklarını belirtiyorlar. Kimse barış için yanıp tutuşmuyor! İsrail, geçen 60 yıl boyunca yaptığı gibi, barış arayışında her şeyi yaptıklarında ısrar ediyor. İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni'nin geçen hafta Londra'da, Filistinli muhatabıyla "terör günlerinde" bile görüşmeyi sürdürdüğünü gururla söylediğini duydum. Başbakan Ehud Olmert'in en sert eleştirmenlerinden bazıları, barış çabalarında herhangi bir ilerleme varsa bile bunu, kendisine yönelik çok ciddi olduğu anlaşılan yolsuzluk soruşturmalarıyla ilgili gündemi saptırma olarak görüyorlar. Böyle olduğu halde, İsrail tarafında Filistinliler'le bir uzlaşma gerçekten acil bir isteğe ilişkin çok az işaret var. Barış çabaları kesinlikle, kendisinden sonra hatırlanacak bir iş bırakmak isteyen Bush'u yatıştırmak için. Kimsenin gerçekten barış için yanıp tutuştuğunu söyleyemeyiz. Jimmy Carter geçen ay Kudüs'te Şam ve Hamas'tan mesaj iletmek istediğinde hiçbir önde gelen İsrailli bakan onunla görüşmek istemedi. İsrail, Filistin Başkanı Mahmut Abbas'ın altını oyacağı korkusuyla Hamas'ı dolaysız yolla bile meşrulaştırmayı göze alamayacağını söylüyor. Güzel. Bu durumda, İsrail elbette Abbas'ın güvenilirliğini güçlendirmek için elinden geleni yapıyor olması gerekirdi. Sözgelimi, İsrail yasalarına göre yasadışı olan Batı Şeria'daki ileri karakollarını kaldırarak ya da işgal altındaki bölgeyi gönüllü terk etmeye ve İsrail topraklarına dönmeye hazır Yahudi yerleşimcilere tazminat vererek bunu yapabilir. Olmert şimdiye kadar hiç böyle bir şey yapmadı. İsrail'de çoğu insan artık barış şarkıları dinlemiyor Başbakan bu işte ulusal duygu durumuna göre hareket etmekten başka bir iş yapmıyor. İsrailliler barış süreci giderek alaycı bir tutum takınıyorlar. "2000'de Lübnan'dan, 2005'te Gazze'den çıktık. Bu sıkıntılar karşılığında ne aldık? Hizbullah'tan Katyuşa, Hamas'tan Kassam füzeleri. Kalsın, teşekkürler." üstelik, yalnızca az sayıda İsrailli şunu yüksek sesle söylüyor: İsrailliler barış olmadan da idare edebileceklerine inanıyorlar. (Filistin'le İsrail'i ayıran) Duvar sayesinde terör saldırıları giderek azalıyor, Filistin kaynaklı şiddet denetim altında, diye fısıldıyorlar. Demografik etkene -İsrail egemenliği altındaki topraklarda Yahudi ve Arap nüfusun kısa süre sonra sayısal eşitliğe ulaşacağı düşüncesi- gelince, bunun gerçekleşme olasılığı soyut ve düşük görünüyor.