Doğru İSG uygulamaları, daha büyük maliyetleri önleme yatırımıdır
'Fason üretim yaptırdıkları işyerlerinde meydana gelebilecek önemli bir iş kazasının basında yer alması, büyük üreticilerin merkezinde büyük bir rahatsızlık yaratır ve o fasoncuyla üretim sözleşmelerini feshederler'
Yasalarımız herkes için eşit şekilde bağlayıcı olsa bile, şirketlerin İSG uygulamalarında farklılıklar görebiliyoruz. Bu fark nereden kaynaklanıyor diye merak ettim ve biraz araştırma yaptım. Hem kişisel deneyimlerim hem de okuduğum araştırma yazıları ülkemizdeki şirketlerin İSG uygulamaları açısından iki temel gruba ayrıldığını gösterdi;
1. Grup şirketler; Ülkemizde faaliyet gösteren çok uluslu ve marka değeri yüksek şirketler ile bunlara taşeronluk hizmeti veren yerel firmalardır. Ayrıca yerli sermaye ile kurulmuş, bazı alanlarda uluslar arası şirketler ile ortaklık yapan veya sadece Türkiye’de tanınırlığı olan şirketlerde bu gruba dahildir.
2. Grup şirketler; Diğerlerinin tümünü kapsar...
1. Grup şirketlerinin diğerlerinden en temel farkı, bu firmalarda İSG departmanlarının destek birimi olmaktan çok, stratejik bir ortak olarak görülmesidir. Öyle ki, yıllık veya dönemsel değerlendirme toplantılarının en az biri özel olarak İSG uygulamalarına ayrılır. Üst yönetimin katılımı ile yapılan bu toplantılar, büyük bir ciddiyetle yapılır. Görüşmelere bir önceki toplantıdan o güne kadar işyerinde meydana gelmiş iş kazası raporlarının okunması ile başlanır... Ve çoğunlukla CEO veya genel müdür odadaki yöneticilere dönerek;
- Bu yıl meydana gelen iş kazalardan ne tür dersler çıkartıldığını,
- Benzer kazaların olmaması için ne tür önlemler aldığını,
- Kaza kök neden analizinden çıkan sonuçların, çalışanlar ile paylaşıp paylaşılmadığını,
- Çalışanların işyerinin daha sağlıklı ve güvenli olması için hangi önerilerde bulunduğu ve en iyi İSG önerinin ne olduğunu,
- Önümüzdeki dönemde yeni yatırım alanlarında, İSG risk analizinin nasıl planladığını,
- Farklı bir iş alanı açılacak ve çalışan sayısı artacak ise, yeni iş pozisyonları için mesleki risk analizinin ne zaman yapılacağı gibi sorular sorar...
Neden böyle davranıyorlar?
Şirket satış rakamlarının ne olduğu, pazar payındaki yeri ve yeni satış stratejilerinin tartışılması bütün bunlardan sonra konuşulmaya başlanır. Sadece konuşmakta kalmaz uygulanır da. Tipik bir örnek vereyim;
Acil durum alarmı çalması halinde, şirket CEO’su ve genel müdürü başta olmak üzere, herkes acil çıkış yollarını kullanarak binayı terk eder. Gerçekten acil bir durum mu var, biri gidip kontrol etsin, yoksa biz toplantımıza devam edelim düşüncesi, hiç kimsenin aklına bile gelmez. Daha önce planlandığı şekilde binayı terk edip, toplanma yerine giderler. Toplanma yerinde sayım yapılır ve ancak “durum kontrol altına alınmıştır” bilgisi geldikten sonra binaya geri dönülür. Ve tüm bu süreç içinde, üst düzey yöneticiler dahil herkes, İSG yetkilileri ve acil durum ekiplerinin talimatlarına itiraz etmeden uyarlar.
Hayal edebildiniz mi...? Çok mu zorlandınız? Demek ki bu güne kadar 1. Grup şirketlerden biri ile hiç temas etmemişsiniz. Emin olun, bu şirketlerle kısa bir süre çalışmış olsaydınız bu anlattıklarım size çok sıradan gelirdi. Peki neden böyle davranıyorlar dersiniz?
Bence üç temel etken var; marka değeri, kurumsal hafıza ve İSG standartları..
Marka değeri...
1. Grup şirketlerin marka değerleri mevcut fiziki varlıkları içinde hatırı sayılır bir orana sahiptir. Örneğin dünyaca ünlü bir otomobil markası olan TOYOTA’nın borsa değeri, 2015 yılı başı itibari ile 200 milyar doların üzerindedir. Bir başka değişle beşinci ve en büyük grup olan mega-cap içindedir. FT Global 500 verileri ile şirketlerin marka değerleri orantılandığı zaman, marka değerinin şirket toplam hisse değeri içindeki payı yüzde 40’ları geçebilmektedir. Oran ne olursa olsun şu bir gerçek ki, günümüz şirketlerinin marka değeri o şirketlerin sürdürülebilir büyümeleri için en temel şartlardan biridir.
Dolayısı ile Toyota marka araçların üretildiği Sakarya fabrikasında işçiler kansere yakalanıyor veya her yıl onlarca kişinin eli kopuyor diye manşetler atılacak olsa, bırakın Türkiye’deki merkezi, Japonya’da şirket genel merkezinde bile kıyamet kopar.
Aynı şey kendi fabrikasında üretim yapmadığı halde, ürüne markasını etiketleyen şirketler için de geçerlidir. Bu firmalar farklı sektörlerde ve dünyanın birçok yerinde kendi markaları adına üretim yaptırırlar. Örneğin tekstil sektörü için İstanbul Güneşli ve Zeytinburnu, ülkemizde en sık kullanılan yerlerdir. Uluslararası marka değeri olan firmalar, bu fabrikalarda üretilen eşofman, kot pantolon veya mayonun üzerine kendi etiketini yapıştırarak tüm dünyaya satarlar. Ve ana işveren, taşeron şirketin ürettiği ürünün rengi ve dikim kalitesinden önce;
- İşçilerin sigortaları yatıyor mu,
- Fabrikadan atılan sıvı, katı ve gaz atıkların emisyonları ülke standartlarına uygun mu,
- İşyerinde ölümlü iş kazası veya meslek hastalığı var mı, veya
- Acil durum planı yapılmış ve test edilmiş mi... diye denetler.
Zaten üretilen ürünün kalitesi iyi olmak zorundadır ve defolu ürünlerin ücretini ödemeyeceklerdir. Ama şu kesindir ki; kotların üretimi sırasında kumlama işini yapan işçilerde silikozis denilen meslek hastalığının geliştiği haberi gazete manşetlerine çıkarsa, o taşeron ile sözleşme anında feshedilir. Dolayısı ile yukarda anlatmaya çalıştığımız İSG uygulamalarına bakış açısı, marka değeri olan ana işveren sayesinde ilgili taşeron şirketler için de geçerli olur.
Türk tüketicisini satın alma tercihinin, meslek hastalığına yakalanan veya iş makinesine sıkışıp parmağı kopan çalışandan ne kadar etkileneceğini kestirmek zor. Ama Avrupa ve Amerika müşteri kitlesinin tercihlerinin olumsuz olarak etkilendiğini ve uluslararası borsalarda bu tür haberlerin sıkıntı yarattığını biliyoruz. Yıllar önce kuzey denizinde üretim yapan bir petrol şirketinin yaptığı kaza sonrası oluşan sızıntı, çevreye verdiği zarar nedeniyle gazetelere manşet olmuş, Avrupa’da ilgili şirketin akaryakıt istasyonları protesto edilmiş, şirketin uğradığı kayıplar, doğru İSG uygulamaları için her yıl harcadığı paranın onlarca katına ulaşmıştı. Bu konuları değerlendirmek için tüketici algısı ve hafızasının yaratabileceği etki yanında, bir de kurum içi hafıza işi var tabii...
Kurumsal Hafıza...
Ülkemizde 100 yaşını geçen kaç firma var biliyor musunuz? Toplam sayı 100’ün altında ve çoğunluğu da bir iki dükkandan oluşan küçük firmalar. Bu firmaların bazıları bir araya gelerek yüzyıllık markalar derneğini kurmuşlar (http:// www.yuzyillikmarkalar.org). Liseye bakıldığında Türk ekonomisinin en eski şirketinin 1777 yılında kurulan Hacı Bekir Lokum ve Akide Şekerleri olduğu görülüyor. 1000 yılında Fransa’da kurulan Chaten de Goulaine, 1141 yılında İtalya’da kurulan Barone Ricasoli, 1304 yılında Almanya’da kurulan Hotel Pilgrim Haus, bugün de faaliyetlerini sürdüren Avrupa’nın en eski şirketleridir. Avrupa’da 100 yaşını aşmış altı bin, Japonya’da ise 30 bin civarında şirket var. Peki en eski şirket kaç yaşında? Mesela bin yaşını geçmiş bir şirket var mı diye sorabilirsiniz? Evet var. Japonya’da bu gün 49. kuşak tarafından yönetilen 1400 yaşında bir inşaat şirketi var.
Ülkemizden bir istatistik vererek devam edeyim. Türkiye’de bundan 10 yıl önce kurulmuş 100 şirketten sadece iki buçuk tanesi bugün hayatta. Ve bir yıl önce kurulmuş 100 şirketin, 50’si ilk yıl içinde kapanıyor. Ayrıca artık biliyoruz ki, tüm dünyada üçüncü nesle geçen şirketlerin çoğu ya kurumsal hafıza oluşturup yollarına devam etmişler ya da büyüklükleri ne olursa olsun şirketler mezarlığında yerlerini almışlardır. Burada kurumsal hafızadan kastımız; üretim, satış, pazarlama veya yatırım planlama prensipleri oluşturmak yanında, işi yaparken genel iş ahlakı ve İSG kurallarına uyma alışkanlığıdır. İSG kuralarının bu işle ne ilgisi var demeyin. İşte size örnek;
DuPont markası yaşını başını almış büyük bir şirkettir. Fransız Devrimi sonrasında, daha iyi bir hayat kurmak amacıyla Amerika’ya göç eden Eleuthére Irénée du Pont de Nemours adlı bir Fransız göçmeni tarafından Amerika Birleşik Devletleri’nde kurulmuştur; yıl 1802. Türkiye’de çoğumuz için çakmak ve dolma kalem markası olarak hatırlansa da ana iş kolu kimya endüstrisidir ve tüm dünyada on binlerce çalışanı olan dev bir şirkettir. Fransa’da, ünlü kimyager Lavoisier’den kimya eğitimi alan genç DuPont, Wilmington, Delaware’de barut üretimi yapan bir fabrika kurarak işe başlamıştı. DuPont ailesi zamanın en büyük dinamit üreticisiydi. Dünya savaşları sırasında ne kadar dinamite ihtiyaç olmuştur hayal edebiliyor musunuz?
Sıfır kaza...
DuPont’un da inanılmaz büyük tesisleri vardı ve buralarda meydana gelen kazalar çok can sıkıcı oluyordu. Bu kazalar sonrası üretim duruyor, işletmede büyük zararlar oluşuyordu. Ve bir gün kapasitesi en yüksek üretim tesisinde o kadar büyük bir patlama oldu ki, aile bir yol ayırımına geldi. Ya aynı işi yapmaya devam edecekler, ya da faklı bir sektöre yöneleceklerdi. Uzun tartışmalardan sonra karar verildi... Aynı işi yapmaya devam edeceklerdi, fakat bu gün temel bir İSG mottosu olan "Sıfır Kaza" ile...
Günümüzde birçok şirkette İSG sloganı haline gelen ‘’Sıfır Kaza’’ anlayışının bu olaydan sonra hayat bulduğu iddia edilir. Gerçekliği tartışmalıdır ama o döneme ait müstehzi bir hikayede, tesis müdürünün bu patlamadan sonra inşa edilen yeni tesiste, ailesi ile birlikte ikamet ettiği anlatılır. Hatta çalışanlar için lojman anlayışının da, buradan çıkmış olma ihtimali yüksektir.
Düşünün ki, siz akşam vardiyasında çalışırken aileniz hemen dibinizdeki lojmanda huzur içinde uyuyor. Üretim sırasında yapılacak bir hata sadece sizin değil, tüm sevdiklerinizin de hayatını tehdit edebilir. Dolayısı ile temel İSG kurallarına sadece sizin uymanız yetmez, sizinle birlikte çalışan herkesin bu kurallara tam ve eksiksiz olarak uyması şarttır. Ve siz de bunu sağlamak için elinizden geleni yapmak zorundasınız.
O günlerden bu güne, İSG harcamaları veya uygulamaları için verilecek kararlar, her defasında vicdan ile cüzdan arasındaki sınırda belirginleşir. Tüm dünyada bu sınırı kişisel vicdanların subjektifliğinden, objektif hayatın doğrularına çekebilecek en güçlü enstrüman ‘’hukuk’’ olmuştur.
İş Hukuku ve İSG standartları..
1. Grup şirketlerin kendine özel İSG hukuku ve standartları vardır. Ancak bu şirketler, prensip olarak bulundukları ülkenin ulusal yasalarına da uyarlar. Ulusal standartlar ile şirket standartları arasında farklılık olduğunda, hangisi daha ince eleyip sık dokuyorsa o tercih edilir. Örneğin işyeri gürültü seviyesinin üst sınırı şirket standartlarına göre 85 dBA, ancak ülke standardı daha düşük olarak 80 dBA ise, o seçilir. Bununla birlikte bazı ülkelerde, yerel kanunlar çok az şey bekliyor veya herhangi bir standart koymuyor diye kendi İSG kurallarından da vazgeçmezler. Zira ölümlü iş kazları ve meslek hastalıklarına tahammülleri yoktur. Ve hiç bir şekilde işi şansa bırakmazlar. Ne yazık ki bu prensipler çoğunlukla 2. Grup şirketler için geçerli değildir.
Bakış açımızı değiştirmekle başlayabiliriz
Doğru İSG uygulamalarının boşa gitmiş harcamalar olmadığı, çalışanlar başta olmak üzere şirket öz varlığını koruduğu, çalışan ve müşteri bağlılığını arttırdığı, sigorta maliyetlerini düşürdüğü, sağlıklı ve güvenli bir ortam yaratarak iş verimini yükselttiğini kabul edelim. Ayrıca şu bir gerçek ki, doğru İSG uygulamaları, şirket marka değerini koruyan en önemli sigortalardan biri. Bu konularda yayınlanmış yüzlerce makale ve araştırma var. Gelişmiş ülke şirketleri yıllardır bu bakış açısının nimetlerinden faydalanıyor. Sıra bizim ülkemizdeki diğer şirketlerin bu konuya bakış açılarını değiştirmekte.
İSG standartlarını iş süreçlerinin bir parçası olarak görmek ya da "prosedür" gereği olarak bakmak...
2. Grup şirketlerin çoğunda özel bir İSG standardı gelişmemiştir ve bu konuda ulusal yasalara uyumlu olmak yeterlidir. İSG konuları bu şirketlerin yönetim toplantılarında ancak, resmi denetleme sonrası şirketin kapatılması yönünde ciddi bir ceza alınmışsa konuşulur. Geri kalan tüm zamanlarda bu konular, varsa şirket İSG müdürünün yoksa çoğunlukla İK (insan kaynakları) veya idari işler müdürünün görevidir. Zira şirket üst yönetimi onca işinin arasında böyle tali konular ile uğraşamaz. Bu şirketlerde sadece genel müdür değil ancak üretim, operasyon ve idari işler müdürleri bile İSG müdürüne üvey evlat muamelesi yaparlar. Şirkette çalışan İSG mühendisi ve işyeri hekimine, komşu ne der diye katlanılan, spastik kardeş gibi bakılır. Bazen acıyıp destek olunabilir ama her zaman değil. 2. Grup tüm şirketlerde durum böyledir demek, haksızlık yapmak olur. Ancak ülkemizde İSG konusundaki gelişmeleri takip eden Türkiye İnsan Yönetimi Derneği (PERYÖN) ve Towers Watson ortak anketinin 2013 raporu, hepimize objektif bir fikir verecektir. İlk kez 2012’de gerçekleştirilen “İş Sağlığı ve Güvenliği” anketinin ikincisine, PERYÖN üyesi 105 şirketin orta ve üst düzey yöneticileri yanıt vermişti. Bu anketin sonuç raporu çok manidar; ‘’Anket sonuçlarına göre şirketlerin yüzde 42’sinde işyeri sağlığı ve güvenliğine ilişkin uygulamalar çalışanlara “hedef” olarak verilmiyor, sadece prosedür olarak algılanıyor.‘’