Amerika resesyondan çıkıyor mu?
Orhan AKIŞIK
"ABD hapşırırsa diğer ülkeler nezle olur." İktisatla tanışmaya başladığım öğrencilik yıllarından beri belleğimde yer eden sözlerden biridir. Kimden ve ne zaman kaynaklandığı bilinmeyen bu söz, ABD ekonomisi ne zaman bir resesyona girse, başlıklardaki yerini alıyor. İlk başlarda, sadece Avrupa'nın gelişmiş ekonomileri nezleye yakalanırken, küreselleşme sonucu vakaların arttığı, adeta salgın halini aldığı görülüyor. Bugün ABD kaynaklı bu son resesyondan etkilenmeyen hemen hemen hiçbir ülke yok gibi.
Tarihinin en büyük resesyonlarından birini yaşayan ABD'de Ekonomik Analiz Dairesi tarafından (BEA) Ağustos ayı içinde açıklanan rapor, gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yılın ikinci çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1.0 oranında düşüş gösterdiğini ortaya koydu. Birinci çeyrekte ekonominin yüzde 6.4 oranında daraldığı dikkate alındığında, yüzde 1.0'lik bu oran resesyon sürecinin sonuna yaklaşıldığı izlenimini veren olumlu bir gelişme olarak düşünülebilir. Ancak hemen belirtelim ki, açıklanan bu oran ilk tahminlere dayanıyor. Bununla birlikte, eylül ve ekim aylarında yayınlanacak revize edilmiş rakamların bu ön tahminden çok farklı olacağı söylenemez. GSYİH rakamı dışında, diğer önde gelen makroekonomik göstergeler de ekonominin 2010 yılında genişleme sürecine gireceğine ilişkin umutları artırıyor.
AB'nin önde gelen büyük ekonomilerinde ise, ekonomik büyümeye ilişkin gelişmeler farklı; büyük ölçüde tüketici harcamalarının artışı sayesinde yılın ikinci çeyreğinde yüzde 0.3 oranında büyüyen Almanya ve Fransa resesyonu atlatmış görünüyor. Buna karşılık, İngiltere ve İtalya'da ise ekonomik daralma hala önemini koruyor. Öte yandan, son yılların yükselen ekonomisi Çin ise her zamanki istikrarlı ve yüksek büyüme hızını devam ettiriyor. Bu ülkenin yılın ikinci çeyreği itibariyle büyüme oranı yüzde 7.9 olarak açıklandı.
Kaynağı ne olursa olsun, resesyon denince akla ilk gelen göstergelerden biri hiç şüphesiz GSYİH. Tabiri caizse, tüm ekonomik göstergelerin anası. Bu özelliğiyle, ekonomideki inişleri çıkışları gösteren, özel sektörden kamu sektörüne kadar tüm birimlerin harcama ve yatırım kararlarında dikkate aldıkları önemli bir değişken. Ancak, sadece GSYİH rakamına bakarak ekonomik performansı ölçmek ne derece doğru? Zira, ekonomik faaliyetlerdeki değişme sadece GSYİH'yi değil bunun da ötesinde, aralarında işsizlik, endüstriyel üretim ve tüketici harcamalarının yer aldığı birçok makroekonomik göstergede de değişmeleri beraberinde getiriyor.
Son derece önemli bir iktisadi olgu olmasına karşılık, resesyonun ne herkesin üzerinde anlaştığı genel kabul görmüş bir tanımı, ne de ne zaman başladığı ve sona erdiğini açıklayan resmi bir kuruluş var. Bununla birlikte, biraz zorlamayla da olsa genel eğilim, GSYİH'nin arka arkaya iki veya daha fazla çeyrek yıllık dönemde azalmasını resesyon olarak tanımlama yönünde. Esasen, resesyon olarak adlandırılan olgu ekonomik faaliyetlerin ulaştığı zirve noktasından aşağı doğru azalması ve buna bağlı olarak ulusal gelirdeki düşmeye karşılık geliyor. Bir başka ifadeyle, üretim, tüketim ve işsizlik oranındaki gerileme resesyona işaret ediyor.
ABD'de ekonomik konjonktüre ilişkin veriler, özel bir kuruluş olan Ekonomik Araştırmalar Ulusal Dairesi (NBER) tarafından yayınlanıyor. Bu kuruluş tarafından, ekonominin resesyona girdiği tarih olarak açıklanan Aralık 2007 esas alınacak olursa, bu yılın ikinci çeyreği itibariyle ABD ekonomisinin yaklaşık 21 aydır resesyon içinde olduğu söylenebilir. İşte bu özelliğinden dolayıdır ki, geçen yüzyılın başından bu yana meydana gelen resesyonlar arasında, 43 ay süren büyük depresyondan sonra şimdilik ikinci büyük ekonomik kriz olarak tarihe geçmiştir. Obama yönetiminin, iş başına geldiği Ocak 2009'dan beri sürdürdüğü dirayetli politika, yönetimin ne pahasına olursa olsun krizi sona erdirmek konusundaki kararlığını yansıtıyor.
ABD'nin önde gelen iktisatçılarından Profesör Roubini, 27 Nisan 2009 tarihli Washington Post gazetesinde yayımlanan söyleşisinde resesyonun dibinin 2010'nun başı veya ortasına doğru görüleceğini buna mukabil, işsizliğin artmaya devam ederek yüzde 10.0 seviyelerini aşacağını söylemekte. İlk başta şaşırtıcı gibi gelse de bu görüş, bize yabancı değil. Hafızaları tazelemekte yarar var: 1990'da ABD ekonomisi girdiği resesyondan, o zamanki Merkez Bankası (FED) Başkanı Greenspan'ın uyguladığı genişletici para politikası sayesinde 8 ay içinde kurtulmuştu, ancak işsizliğin azaltılması 2.5 yıllık bir sürenin geçmesini gerektirmişti. İşgücü piyasasına ilişkin son veriler, benzer bir gelişmenin bu defa da yaşanabileceğini göstermekte. Temmuz ayı işsizliği, bir önceki aya göre çok küçük bir azalmayla da olsa yüzde 9.4 oranında gerçekleşti. Bunu bir iyileşme belirtisi olarak görmek, bize göre gerçekçi olmaz. Zira, ekonominin itici sektörleri arasında yer alan imalat, inşaat ve perakende ticarette işsizliğin artmaya devam ettiği görülüyor. Ayrıca bu oranın, uzun süreli işsiz kalmaktan ötürü artık iş bulamayacakları inancıyla iş aramaktan tamamiyle vazgeçen, dolayısıyla potansiyel işgücü olma vasfını yitiren kişileri içermediğini belirtelim. Son bir yılda sayısı 796 bine ulaşmış bu durumdaki kişileri de dikkate aldığımızda, işsizliğin önümüzdeki yılda da ekonominin en önemli sorunlarından biri olmaya devam edeceğini söyleyebiliriz. Artan işsizliğin olumsuz etkisi, gelir ve tüketici harcamalarında da görülüyor. Bu gelişmeler ışığı altında, ekonomi bu yıl genişleme sürecine girse bile, resesyonun sona erdiği söylenebilir mi? Bize göre biraz zor, ne dersiniz?