Basel Standartları'nda "gelişmiş" kavga

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Dr. Ozan CANGÜREL / BDDK- Risk Yönetimi Daire Başkanı

Özellikle 2010 yılının son çeyreğinden itibaren Basel II kuralları ve onun "mütemmim cüzleri" olan Basel 2.5 ve Basel III kurallarının (her ne kadar henüz uygulamaya girmemiş olsa da ) uygulamaları ile ilgili olarak uluslar arası bankacılık kulislerinde günden güne artan bir hoşnutsuzluk durumu dikkat çekmeye başladı. Bu hoşnutsuzluk, Basel kuralları ile belirlenen birtakım hesaplamaların bazı ülkeler tarafından aynı durumdaki diğer ülkelere göre kendi lehlerine olacak şekilde yapılmasıdır. İşin ilginç yönü ise, bu tartışmanın hiçbir yerinde "gelişmekte olan ülkelerin" olmamasıdır. Aksine tartışma Basel Standartlarında "ileri içsel modelleri" kullanan, iki gelişmiş "merkez" arasında yaşanmaktadır: Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri.

Bilindiği üzere ABD'de Basel Standartları'nın uygulaması ikili bir yapıdadır. 250 milyar dolara kadar aktif büyüklüğüne sahip bankalar daha basit olan Basel I Standartları'na göre sermaye gereksinimlerini hesaplarken, bunun üzerindeki ölçekteki ve genelde uluslararası faaliyet gösteren diğer bankalar ise Basel II Standartları'na göre hesaplamalar yapmaktadırlar. Basel Standartları konusunda her zaman "ihtiyatlı" olmayı seçen ABD, son finansal krizde maruz kaldığı büyük tutardaki zararlar sebebiyle Basel Standartlarının bayrağını eline aldığının söyleyebiliriz. Dodd- Frank Yasası ile Basel II'de yapılan değişiklikleri mevzuat haline getiren ABD son olarak "Volcker Rule" olarak da bilinen düzenleme ile uluslararası eleştirilere rağmen riske yaklaşım konusunda "katı" tutumunu devam ettirmektedir.

Ancak ABD regulatörünün bu politikası ABD bankacılarını "usandırmış" durumdadır. Zira JP Morgan Chase'in CEO'su Jamie Dimon 14 Eylül 2010 tarihinde yaptığı konuşmada şöyle diyor:

"Çok önemli şu noktayı belirtmek istiyorum: Risk Ağırlıklı Varlıkların (RAV) hesaplanması global olarak adil / aynı şekilde bir şekilde yapılmalıdır. 2 trilyon dolar olan aktiflerimizin %70'inin nasıl RAV haline geldiğini anlamıyorum. Aynı dönüştürme işleminde, yapılan muhasebe farklılıklarını da göz önüne alarak, %70 olan aktiften RAV'a dönüştürme oranı Avrupa'da bunun yarısıdırÖ.. "

Bilindiği üzere Basel II'de de Basel I'de olduğu gibi, hem bilançonun aktifinde izlenen aktif hesaplar, hem de bilanço dışı olarak tabir edilen nazım hesaplar %0, %20, %50 veya %100 kredi risk ağırlıklarından (ya da otorite tarafından ihtiyaten belirlenen %150, %200 gibi risk ağırlıkları) birisi ile ağırlıklandırılmaktadır. Sermaye yeterliliği rasyosu hesaplanırken, önce bilançodaki hesap bakiyeleri ilgili oldukları risk ağırlığı ile çarpılmakta; daha sonra bulunan toplam bakiye olan Risk Ağırlıklı Varlık tutarının Sermaye Yeterliliği Asgari Rasyosu olan %8'inden (Türkiye'de %12 olarak uygulanmaktadır) az olmamak üzere özkaynak bulundurması gerekmektedir.

Jamie Dimon'un yukarıda verdiğimiz konuşmasından, RAV'ı hesaplarken özellikle ABD ve Avrupa'da faaliyet gösteren bankaların ciddi anlamda fark oluşturacak şekilde değişik uygulamalara gittiği anlaşılmaktadır. Başka bir örnekte, 2.261 milyar USD aktif büyüklüğüne sahip ABD bankası olan Bank of America 1.398 milyar dolar RAV hesaplarken; 2.448 milyar dolar ile Bank of America ile hemen hemen aynı aktif büyüklüğüne sahip olan İngiliz bankası Barclays sadece 648 milyar dolar RAV hesaplamaktadır.

"Bilanço okuyucuları" tarafından, bu bankaların portföy yapılarının değişik yapıda olması, faaliyet alanlarının ve dolayısıyla taşınan risklerin birbirinden farklı olması RAV'daki değişikliği açıklamada ilk akla gelen cevaplardır. Bazı banka yöneticileri tarafından bu RAV hesaplama farklılıkları "model değişikliği", "optimizasyon", "parametre güncellemesi", "data temizliği" gibi nedenlerle açıklanmaya çalışılsa da, uluslar arası bankacılık camiasında bu açıklamalar çok inandırıcı ve yeterli bulunmamaktadır. Bu nedenle Basel Komitesi, kredi riskinin sayısallaştırılmasında "içsel model" kullanan bankalar arasında RAV'ın hesaplamasında ortaya çıkan önemli farklıkların kaynağını tespit etmek için bir değerleme/değerlendirme süreci başlatmaya karar vermiştir. Halen hazırlık aşamasında olan bu değerlendirme sürecinde komite bünyesinde kurulacak çalışma grupları ile bu farklılıklar tespit edilirken aşağıdaki konularda da tavsiyelerde bulunulması planlanmaktadır:

- Bankaların uygulamaları arasında yeknesaklığın sağlanması amacına yönelik olarak, model uygulamalarında ve risk yönetiminde bankaların esnekliği/yorumları.

- Firma bazında RAV'ların gözetimi konusunda bir yaklaşım oluşturmak ve bu gözetimi daha etkin hale getirmek için mevcut data kaynaklarının iyileştirilmesi.

ABD bankalarının ısrarla talep ettiği ve takip edeceği bu "makro değerlendirme"nin sonuçları şimdiden merak ediliyor. Gerçekten ABD bankaları "fazladan risk" mi hesaplıyor yoksa Avrupa bankaları bozulan mali bünyelerine daha fazla zarar vermemesi için "mevzuatı dolanarak" olması gerekenden daha az mı sermaye tutuyorlar? Bu durumun trajikomik yönü ise esas çıkış amacı "uluslararası faaliyet gösteren büyük ölçekli bankaların karşılaştıkları sorunları çözme ve eşit koşullar altında rekabet imkanı sunma" olan Basel Standartları'nın uygulanması noktasında bu "büyük bankaların" birbirine "düşmüş" olması ve birbirlerini her platformda şikayet etme konumuna gelmiş olmalarıdır. Öte yandan Türkiye gibi "gelişmekte olan ülkeler" ise "kendine özgü yapılarını dikkate alarak" Basel Standartları gibi uluslararası düzenlemelere uyum sağlama yolunda "ihtiyatlı" bir şekilde yoluna devam etmektedir.