Enflasyonun farklı gelir düzeylerine göre hesaplanması gerektiği
Hakan EKİNCİ / Vergi Denetmeni / Eski Malî Analist / MBA
Bir ekonomide, fiyatlar genel düzeyinin sürekli olarak artması şeklinde tanımlanan enflasyon, aynı zamanda kişilerin satın alma gücündeki azalış olarak da ifade edilmektedir. Enflasyonun ortaya çıkması ise temelde iki nedene dayanmaktadır. Bunlardan birisi arz sabitken toplam talebin artması, bir diğeri de talepten bağımsız olarak üretim maliyetlerinin artmasıdır. Bu nedenlerden dolayı da talep artışından kaynaklanan enflasyona talep enflasyonu; maliyetlerdeki artıştan kaynaklanan enflasyona da maliyet enflasyonu denmektedir.
Başta dar gelirliler aleyhine olmak üzere, gelir dağılımında meydana getirdiği bozulmanın yanı sıra faizlerin de yükselmesine neden olarak, ekonomide ve toplumsal yaşamda zincirleme biçimde olumsuzluklar sergileyen enflasyon, bu sebeplerden dolayı da kendisiyle mücadele edilmesi gereken ve istenmeyen bir oluşumdur.
Bugün itibariyle ekonomide yaşanan enflasyonun oransal olarak ölçülmesi ise Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) ile Üretici Fiyatları Endeksi'ne (ÜFE) dayanmaktadır. Ancak, doğrudan vatandaşı ilgilendirmesi nedeniyle enflasyon oranı dendiğinde TÜFE'ye dayalı enflasyon oranı anlaşılmaktadır. TÜFE'ye dayalı enflasyonun mevcut hesaplanma şekli, seçilmiş bazı mal ve hizmetlere ait fiyatların belirli ağırlıklar ölçüsünde değerlendirilerek bir hesap sepeti içerisinde toplanmasına ve bu toplamın da mal ve hizmet adedine bölünmesi suretiyle bulunacak sonucun, elde edilen bir endeks olarak bir önceki yıl veya ay endeksiyle karşılaştırılmasına dayanmaktadır.
Yukarıda belirttiğimiz mevcut enflasyon hesaplama yönteminin toplumun tümüne teşmil edilerek, enflasyon oranının açıklanmasının ise olumsuz ya da eksik sayılabilecek yönlerini aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.
1) Toplumun tümüne yönelik mevcut enflasyon hesabı, ülke düzeyinde herkesin her mal veya hizmeti satın alabildiği ve gelir dağılımının da nispeten adil olduğu tezini esas almaktadır. Oysa ki, herkesin her istediğini alamadığı ve gelir dağılımının da adil olmadığı çoğunluğun malumudur.
2) Enflasyon sepetine dahil edilen mal ve hizmetlere ilişkin fiyatların ağırlıklarının ne olması gerektiği, düşük ve yüksek gelirli kişiler açısından değişkenlik göstermektedir. Örneğin, aylık geliri 800,00.-YTL olan bir kişi ile aylık geliri 2.000,00.-YTL. olan bir diğer kişinin 31.05.2007 tarihi itibariyle aylık 400,00.-YTL tutarında kira ödediklerini ve 31.05.2008 itibariyle de her iki kişinin ödediği kiranın aylık 500,00.-YTL'ye yükseldiğini kabul edersek, yıllık enflasyon hesabında kira artışının dikkate alınma kat sayısı ya da ağırlığı bu iki kişi açısından da farklı olacaktır. Çünkü, aylık kira ödemelerinin aylık gelir içerisindeki payı her iki kişi için de farklı olup, söz konusu pay, aylık 800,00.-YTL geliri olan kişi açısından daha fazladır. Düşük gelire sahip olanların ise nispeten çok daha fazla olduğu göz önüne alındığında, enflasyon hesabında dikkate alınacak kira artışı katsayısının, yüksek gelire sahip kişiler için geçerli olan katsayıdan ya da ağırlıktan daha yüksek olması gerekecektir. Eğer bu yapılmaz da, aylık geliri nispeten daha fazla olan kişiler açısından geçerli olan düşük katsayı ya da buna yakın bir katsayı enflasyon hesabında dikkate alınırsa, bu kez kira artışından kaynaklanan enflasyon genel itibariyle olduğundan daha düşük hesaplanmış olacaktır.
3) Enflasyon sepetinde bulunan mal ve hizmetlerden talep esnekliği yüksek olanların (örneğin; buzdolabı, televizyon, mobilya, otomobil gibi dayanıklı tüketim malları) fiyatının düştüğü, buna karşılık, talep esnekliği düşük olan gıda maddeleri gibi dayanıksız tüketim mallarında ise fiyat artışlarının olduğu durumlarla karşılaşılabilmektedir. Bu manada olmak üzere, talep esnekliği yüksek olan buzdolabı, televizyon, mobilya, otomobil gibi dayanıklı tüketim mallarının fiyatının düştüğü bir ortamda, talep esnekliği düşük olan gıda maddeleri gibi dayanıksız tüketim mallarında fiyat artışları oluyorsa bu durumun, dar gelirlilerin yaşadığı enflasyonun olduğundan düşük çıkmasına neden olacağı muhakkaktır. Örneğin, sadece (X) gıda maddesi ile (Y) beyaz eşyasından oluşan bir enflasyon sepetinde, (Y) beyaz eşyasının fiyatının % 20 düştüğünü, (X) gıda maddesinin fiyatının ise % 40 yükseldiğini kabul edersek, katsayılandırma hariç mevcut enflasyon hesaplama yöntemine göre enflasyon oranı % 10 olacaktır [(-0,20 + 0,40) / 2 = 0,10]. Oysa ki, beyaz eşyanın bir kişinin yıllık harcamaları içerisindeki payı, gıda maddelerinin yıllık harcamalar içerisindeki payından çok daha düşük olduğundan, bu hesaplamaya göre bulunan %10'luk enflasyon oranı, dar gelirlilerin yaşadığı gerçek enflasyondan çok daha düşük olacaktır. Dayanıklı tüketim mallarının uzun yıllar kullanılabildiği ve bu nedenle de uzun yıllar sonra yenileriyle değiştirildikleri ise herkesin malumudur.
4) Toplumun geneline hitap etmeyen mal ve hizmetlerden fiyatında fazla artış olmayanların ya da fiyatında önemli derecede düşüş olanların da seçilerek enflasyon sepetine dahil edilmesi ve bu mal ve hizmetlerin olması gerekenden daha fazla şekilde ağırlıklandırılarak enflasyon hesabında dikkate alınması söz konusu olabilmektedir. Böyle bir durumda ise dar gelirliler açısından enflasyon oranının olduğundan daha düşük çıkacağı muhakkaktır.
İşte, enflasyon hesabına ilişkin ortaya koyduğumuz yukarıdaki olumsuzluklar nedeniyledir ki, kamuoyu nezdinde "fakirin enflasyonu" ve "zenginin enflasyonu" gibi kavramlar türemiş ve "enflasyondaki düşüş ceplere yansımıyor" şeklindeki serzenişler dile getirilmiş ve dar gelirlilerin yaşadığı gerçek enflasyonun açıklanandan daha yüksek olduğu ifade edilir olmuştur. Bu manada olmak üzere, gerçekten daha düşük hesaplanan enflasyon; maaşını ya da ücretini enflasyon oranına paralel şekilde alan memura, işçiye ve emekliye olması gerekenden daha düşük oranda maaş ya da ücret zammı verilmesine sebebiyet vererek, ekonomideki sorunların daha da büyümesini sağlamaktadır. Çünkü, gerçek enflasyon oranından daha düşük oranda vatandaşa verilen zamlar, vatandaşın daha çok borçlanmasına ve belirli bir noktadan sonra da borçlanamamasına ve toplam talebin azalmasına sebebiyet vermektedir. Toplam talepteki bu azalmanın ise talep esnekliği yüksek mallarda fiyat düşüşlerine neden olarak bu mal ve hizmetlerin üretilip pazarlandığı sektörlerde bir durgunluğa yol açacağı; buna karşılık, talep esnekliği çok düşük olan mal ve hizmetlerde ise maliyetlerden de gelen baskı ile fiyat yükselişlerine neden olacağı ve dolayısıyla da ekonomide hem enflasyonun ve hem de deflasyonun olmasına sebebiyet vereceği muhakkaktır.
Bütün bu açıklamalar ise enflasyonun farklı gelir düzeylerine göre hesaplanması gerektiğini göstermektedir. Nitekim, farklı gelir düzeyine göre şekillenen farklı tüketim kalıplarında enflasyon oranının da farklı olduğu gerçeği ortadır. Bu yönde olmak üzere, aylık geliri 1.000,00.-YTL.ye kadar olan kişiler ile aylık geliri 1.000,00-YTL ile 2.000,00.-YTL ya da aylık geliri 2.000,00.-YTL ile 5.000,00.-YTL arasında olan kişilerin tüketim kalıpları birbirinden farklı olacaktır. Çünkü, asgari ücret düzeyinde gelir elde eden bir kişinin tükettiği mal ve hizmetlerin kapsamı ile aylık geliri 3.000,00.-YTL ya da 6.000,00.-YTL olan bir kişinin tükettiği mal ve hizmetlerin kapsamı birbirinden nitelik ve nicelik olarak farklıdır. Örneğin, asgari ücretli bir kişinin harcama kalemleri arasında yer almayan lüks bir tüketim maddesi, aylık geliri 3.000,00.-YTL. olan bir kişinin harcama kalemleri arasında yer alabilmektedir. Ayrıca, asgari ücretin net 457,63.-YTL olduğunu düşünürsek, asgari ücretle çalışan bir kişinin harcama kalemlerinin genel olarak; kira, gıda, yakacak, temizlik maddesi, elektrik, su, telefon ve ulaşım harcamalarından ibaret olduğu ve hatta bu harcamalarını bile karşılayamadığı, bu yüzden de borçla yaşamak zorunda kaldığı herkesin malumudur.
Dolayısıyla da, düşük gelir seviyesindeki kişilerin tüketim kalıpları içerisinde yer almayan lüks tüketim mal ve hizmetlerinin enflasyon sepetine dahil edilmesi, talep esnekliği yüksek olan söz konusu mal ve hizmetlerin fiyatlarının düştüğü durumlarda genel olarak enflasyon oranını da aşağıya çekmekte ve dar gelirlinin yaşadığı yüksek enflasyonun gizlenmesine yol açmaktadır. Bu manada olmak üzere, talep esnekliği yüksek olan LCD ekran bir televizyonun, buzdolabının, kameranın veya otomobilin fiyatının düşmesi, yüksek gelirli kişilerin enflasyonunu düşürürken; aynı mallardaki fiyat düşüşleri, dar gelirli kişilerin enflasyonunu gerçekte düşürmemektedir. Çünkü, aylık 750,00.-YTL ya da 1.000,00.-YTL net geliri olan ancak, aylık 400,00.-YTL de kira veren bir kişinin tüketmekte olduğu mallar arasında bu malların olması genel olarak mümkün değildir. Nitekim, aylık 3.000,00.-YTL ya da 5.000,00.-YTL geliri olan bir kişinin teknolojiyi takip ederek yeni çıkan mamülleri satın alma sıklığı yüksek geliri dolayısıyla mümkünken, aylık 1.000,00.-YTL geliri olan ve kira da veren bir kişinin aynı sıklıkta evin demirbaşlarını değiştiremediği ve aldığı televizyonu ya da buzdolabını çalışamaz hâle gelene kadar kullandığı da bir gerçektir.
Yüksek gelir düzeyindeki kimselerin sıklıkla tükettiği ancak, düşük gelir düzeyindeki kimselerin ise sıklıkla tüketemediği ya da hiç tüketmediği mal ve hizmetlerden fiyatlarında önemli düşüş olanların da enflasyon sepetine dahil edilerek enflasyonun hesaplanması neticesinde, dar gelirli kişiler açısından enflasyon oranı gerçekte olduğundan düşük hesaplanmakta ve bu enflasyon oranına göre de dar gelirlilerin ücretindeki artışlar belirlenmektedir. Bu bağlamda olmak üzere, örneğin, düşük gelir düzeyindeki kişilerin tüketim kalıplarına göre hesaplanması gereken enflasyon gerçekte yıllık % 30'ken, mevcut hesaplama yöntemine göre bu oran yıllık % 5 olabilmekte ve bu da maaş ve ücret artışlarında gerçek olan % 30 enflasyon oranının değil, fiktif olan % 5 oranının dikkate alınmasına neden olmaktadır.
Bu durumda, sıklıkla tüketemediği ya da hiç tüketmediği lüks mal ve hizmetlerden dolayı düşük gelir düzeyindeki kimselerin maddi olarak gelir kaybına uğramamaları açısından, açıklanan ve ilan edilen enflasyonun farklı tüketim kalıplarına göre ve dolayısıyla da farklı gelir düzeylerine göre ayrı ayrı hesaplanması ve maaş ve ücretlere yapılacak zamların da bu farklı oranların dikkate alınması suretiyle belirlenmesi gerekmektedir. Bu manada olmak üzere, aylık; 1.000,00.-YTL'ye kadar, 1.000,00.-YTL'den 2.000,00.-YTL'ye kadar, 2.000,00.-YTL'den 5.000,00.-YTL'ye kadar ve 5.000,00.-YTL üzerinde geliri olan kişilerin tüketim kalıplarına yönelik ayrı ayrı enflasyon oranları açıklanmalı ve bu enflasyon oranlarına göre de maaş ve ücretlere zam yapılmalıdır. Örneğin, asgari ücretlilerin de yer aldığı 1.000,00.-YTL'lik tüketim kalıbı için hesaplanan enflasyonun yıllık % 40; 1.000,00.-YTL. ile 2.000,00.-YTL arasında maaş ya da ücret alanların tüketim kalıbı için hesaplanan enflasyonun da yıllık % 15 olduğunu kabul edersek, asgari ücrete yapılacak zamda enflasyon oranı olarak % 40, 1.000,00.-YTL. ile 2.000,00.-YTL arasında maaş ya da ücret alanlara yapılacak zamda ise % 15 enflasyon oranının esas alınması gerekecektir.
Enflasyonun farklı tüketim kalıplarına ve dolayısıyla da farklı gelir düzeylerine göre hesaplanması gerektiği, milli gelirin ülke düzeyinde adil dağılmamasının bir başka ifade ile de gelir dağılımının bozuk olmasının kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Oysa ki, gelir dağılımının adil ve dengeli olduğu bir ortam söz konusu olsaydı, böyle bir ortamda tüketim kalıpları da genel olarak benzerlik göstereceğinden, ülke düzeyinde tek enflasyon oranının hesaplanması ve bu orana göre de maaş ve ücret zamlarının belirlenmesi makul karşılanabilecekti.
Sonuç olarak, sadece bugün itibariyle değil, öteden beri uygulanmakta olan ve toplumun tümüne teşmil edilen mevcut enflasyon hesaplama yönteminin, farklı tüketim kalıpları ve dolayısıyla da farklı gelir düzeylerine tatbik edilmesi ve her bir tüketim kalıbına yönelik enflasyon oranı hesabında, enflasyon sepetine girecek mal ve hizmetlerin gerçekçi şekilde belirlenmesi ve seçilen bu mal ve hizmetlerin fiyatlarına ilişkin ağırlıklandırmaların da aynı titizlikle yapılması ayrıca, maaş ve ücretlere yapılacak zamların da bu farklı enflasyon oranlarının dikkate alınması suretiyle belirlenmesi gerektiği kanaatindeyiz.