”Genelkurmay'ın yaptığı açıklama yetersiz”

Bakan Arınç, suikast girişimi iddialarına ilişkin yaptığı açıklamada, TSK'nın kağıt parçasının incelemeye alındığını belirtti

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

İSTANBUL - Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, suikast iddiasıyla ilgili olarak Genelkurmay'dan bilgi istemediğini belirterek, karargahtan yapılan açıklamayı olumlu ancak yetersiz bulduğunu söyledi.

Arınç, Televizyon Yayıncıları Derneği yönetim kurulu üyeleri ve sektör temsilcileriyle Ihlamur Kasrı'nda yaptığı toplantının ardından basın mensuplarına açıklamalarda bulundu.

"Bülent Arınç ve resmi sıfatı olan başbakan yardımcısı olarak" tahkikatın en iyi şekilde devam ettirilmesini ve sonuçlanmasını istediğini belirten Arınç, "Bu sonuçlanacak tahkikata göre hepimiz Türkiye'de huzurlu bir hayat sürdüğümüze, hukuk devletinin bütün gücüyle egemen olduğuna ve Türkiye'de iddia edildiği gibi bir yanlış iş yapacak herhangi bir örgütün veya grubun bulunmadığına bir kez daha inanalım" dedi.

Arınç, ilk günden bu yana "Bülent Arınç'a suikast hazırlığı" şeklinde haberler verildiğini anımsatarak, sözlerine şöyle devam etti:

"Bu, insanları üzen, sıkan, hatta tedirgin eden bir şey. O gün yapılan tespitler, elde edilen bilgi ve bulgular, olayın güpe gündüz cereyan etmesi, Allah korusun bir suikast, eylem, kötü fiil yapılacağı anlamına gelmiyor. Bu çok ileri bir iddia. Ama yapılan iş bir bilgi toplama mıdır, bir gözetleme midir, hazırlık mıdır? Bunun takdirini adli makamlar yapacaktır. Benim şahsen bir endişem yok.

Biz siyasetin içindeyiz, siyasetin zor günlerinde çok bulunduk. Yanlış iş yapanları tanıdık, bu yolda gidenlerin zaman zaman neler yapabileceğini gördük, ama ben Türkiye'de bir siyasi şahsiyete karşı, bir başbakan yardımcısına karşı, hele hele Türkiye'nin en güzide kurumu, en onurlu kurumu, en disiplinli kurumu silahlı kuvvetler içerisinde böyle bir yanlışlık yapacak kimsenin olmadığına bütün gönlümle inanmak istiyorum. Ama bunu bir adli tahkikat sonucunda vereceğime de inanıyorum ve o günü de de bir an evvel hasretle bekliyorum."

"Olayın bir mağduru varsa ben görülüyorum"

Bu konuyu o günden itibaren basın önünde konuşmadığını belirten Arınç, "Oysa iddia edildiği şekliyle benimle ilgili bir konu. Olayın bir mağduru varsa ben görülüyorum" dedi.

Emniyetin yaptığı operasyonda ilk tespitleri takiben elde edilen bilgi ve bulgulara, savcılık tarafından el konulduğu ve bir adli tahkikat süreci başladığı için bu konuda konuşmamaya gayret ettiğini ifade eden Arınç, adli tahkikat başladıktan sonra tahkikatın seyrini etkileyecek bir davranışta bulunulmaması gerektiğini vurguladı. Arınç, bir hukukçu ve siyasetçi olarak bu konuya dikkat ettiğini kaydetti.

Olayla ilgili gazetelerde pek çok şeyler yazıldığını, kendisinin de bir iki gazeteci ile "geçmiş olsun"  telefonlarında aksettirilen bilgileri kısaca paylaştığını anlatan Arınç, Genelkurmay Başkanlığının da bu konu üzerinden üç-beş gün geçtikten sonra olayla ilgili bir bildiri yayımladığını ve kamuoyunu bilgilendirdiğini anımsattı.

Kendisine ulaşan bilgiler

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, basın mensuplarına kendisine ulaşan bilgileri şöyle anlattı:

"Şimdi artık bu konuda sadece bana intikal eden bir kaç bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum. Hafta sonu cuma, cumartesi ve pazar günleri Manisa ve İzmir'de programlarım vardı. Cumartesi akşamı konutumdaki polislerden birisinin aramasıyla olan biteni kısaca ondan öğrendim. Sonra Ankara Emniyet Müdürü aradı ve bana bilgi vermek istedi. Ben 'Etraflı bilgiyi Ankara'ya döndüğümde verirsiniz, Pazartesi sizinle görüşürüm' dedim. Cumartesi ve pazar bütün programlarımı devam ettirdim. Sabah döndüğümde Ankara Emniyet Müdürünü davet ettim. Emniyet açısından benim bilmem gereken bir kaç konuyu söyledi, sonra savcılık ve adli tahkikatın devam ettiğini söyledi. Ben ondan aldığım bir kaç bilgiyi Bakanlar Kurulundaki arkadaşlarımla paylaştım ve daha sonra da hiçbir yerde bu konu üzerinde görüşmem olmadı. Açıkça şunu söyleyeyim. Emniyet Müdürünün bana verdiği bir iki bilginin dışında -ki onları söyleyeceğim, ne bir belgeyi görmüşlüğüm vardır, ne bir kamera kaydını izlemişliğim vardır, ne savcılığın elinde olan aramalarda elde edilmiş belgeler üzerinde bilgim vardır. Bunu bütün samimiyetimle ve namusumla teyit ederek söylüyorum ki savcının ve hakimin işine karışacak bir yapıda değilim.

Emniyet Müdürünün anlattığına göre olay şöyle cereyan etmiş. Sanıyorum Cumartesi günü saat 14.30 sıralarında emniyetin telefonuna bir ihbar yapılmış. Bu ihbarda iki sivil aracın benim konutumun civarında sürekli dolaştığı, içindeki şahısların bir eylemde bulunabilecekleri ve bu konuda bir tertibat alınması istenmiş. Tabii emniyete bu tür ihbarlar zaman zaman geliyordur ama olayı önemli bulmuşlar. İsmim geçiyor olunca terörle mücadele ekipleri binanın yakınında bu araçları aramaya başlamış. Bir tanesini benim sokağımdan daha geniş olan bir üst sokakta park etmiş durumda görmüşler ve beklemeye başlamışlar. 'Nasıl olsa gelecekler ve araçla ilgilenecekler' diye... Daha sonra bir araçla iki kişi gelmiş ve bu araca yöneldikleri sırada polis duruma hakim olmuş. İlk konuşmalarında kendilerinin subay olduğunu ifade etmişler. Sonra zapta isimleri geçmiş. İsimlerini verecek durumda değilim. Birinin albay, birinin binbaşı olduğu emniyetin saptamasıyla tespit edilmiş. Tam hatırlamıyorum ama araçlardan birisinin Genelkurmay Başkanlığı veya Kara Kuvvetleri Komutanlığına ait olduğu, bir diğerinin de bir rent a car firmasından kiralanmış araç olduğunu tespit etmişler.

@page@

Kişiler asker olunca savcıya haber verilmiş, savcı da 'Merkez Komutanlığından görevlilerin gelmesi gerekir' diye düşünmüş ve oradan sanıyorum bir albay, yarbay bir kaç kişi daha gelmişler. Onlar da araçların başında bu işlerin başında bulunmuşlar. Yani usul ve hukuk bakımından bir eksiği olmamış.

Sanıyorum en çok tartışma konusu olan şey, bizim evimizin bir kağıda yazılı olarak ellerine geçmesi. Bunlardan birisi araçların başındayken su içmek istemiş. Bir pet şişe getirilmiş, pet şişenin kapağını açmış, fark ettirmeden yere mi düşürmüş, cebine mi sokmuş, bir hareketlilik görmüşler ve sonra 'Elini çıkart ve onu ver' denilmiş. O da alelacele elinden çıkardığını ağzına götürmek ve su içmek isterken, bana söylenen bu, polisler tarafından eli tutulmuş ve elindeki kağıt alınmış. Bu kağıtta da bizim sokağımızın numarası ve apartmanımızın ismi yazılıymış. Bunlar üst arama tutanağında dercedilmiş. Araçların içinde arama yapılmış. Bilebildiğim kadarıyla kanunsuz sayılabilecek, dikkat çekilebilecek bir nesne bulunamamış. Sonra götürülmüşler mi, yoksa direkt evlere mi gidilmiş. Lojmanlarında arama yapılmış. Lojman aramalarında hem askeri, hem sivil savcı hazır bulunmuş. Sanıyorum, 1 civarında başlayıp, 5'te bitirmişler. Sonra da ne buldularsa savcılığa teslim etmişler ve emniyetin işi bitmiş. Bu safhadan sonrasını bir gram dahi olsa bilme imkanım yok. Bunlar bir şekilde basın tarafından da istihbarat edinilmiş ki, gazetelerde yazılıp, çizilmeye başlandı."

"Serbest bırakmak, bırakmamak adliyenin işidir"

Arınç, "Başkalarının da isimleri çıkmış, krokileri çıkmış, defterler, kitaplar alınmış" şeklinde haberler bulunduğunu, ancak bunları bilmediğini ifade ederek, "Bu incelemeler sırasında ele geçirilen ve incelemeyle içinde birtakım tespitler yapılan şey varsa onu ancak savcılık biliyordur. Benim doğrusu fazla bilgim yok" dedi.

"Burada bana ait olan ne olabilir?" diye düşündüğünü anlatan Arınç, şöyle konuştu:

"Evimizin yakınında araçlar, plaka numaralarıyla beraber ihbarda söylenen araçlar... Kişiler, askeri kişiler... Seferberlik bilmem ne başkanlığında çalışıyor görünüyor, ama Özel Kuvvetler Komutanlığına giriş belgeleri olduğu ifade edilmiş ve ilk üst aramasında da bir tanesinin bir dergi adına sarı basın kartı taşıdığına ilişkin bir kart veya kartvizit varmış. Şimdi olay budur. Daha sonra bu kişilerin serbest bırakıldığı vesaire olabilir. Yani bu adliyenin işidir, serbest bırakmak, bırakmamak... Bu konularla fazla ilgili değiliz."

Genelkurmay'ın açıklaması

Arınç, Genelkurmay Başkanlığının dün yaptığı açıklamaya da değinerek, şöyle devam etti:

"Genelkurmay Başkanlığının açıklamasında da görebildiğim kadarıyla iki kişinin yakalandığı veya tespit edildiği doğrulanıyor. Bu kişilerin asker olduğu doğrulanıyor. Dünkü bildiride araçlar konusunda bir şey hatırlamıyorum. Bu kağıt parçasıyla ilgili de böyle bir iddia var ama araştırılıyor deniliyor.

Herkesin en çok merak ettiği şey, neden burada bir gözetleme yapılıyor? Onu da kendilerine göre açıklamış. 'Bu bir istihbarat amaçlı bir çalışmadır ama Bülent Arınç'a yönelik değildir. Silahlı Kuvvetlerden dışarıya bilgi sızdıran bir kişinin takibi sırasında bu iş olmuştur' şeklinde. Bütün bu açıklamalar basında da televizyonlarda da farklı şekilde yorumlandı. Ben bu yorumlara girmeyeceğim."

Bir gazetecinin, "Bu olayın, yakalanan kişilere yönelik yargısız infaz olduğu açıklamalarını nasıl yorumladığını" sorması üzerine Arınç, her türlü yorumun yapılabileceğini, bir başkasının da başka türlü yorumlayabileceğini belirterek, şöyle devam etti:

"Ben size burada yorum yapmayacağım. Size bire bir duyduğum, bire bir işittiğim ve sadece belli bir açıdan, yani en azından emniyetle ilgili olarak, emniyet müdürü hata yapmamıştır. Bana yönelik bir olayla ilgili olarak emniyet açısından yaptıkları çalışmayı anlatmıştır. Teşekkür ediyorum. Emniyetimizin görevini iyi yapan bütün personelini candan kutluyorum. Her türlü ihbar en iyi şekilde değerlendirilmelidir. Çünkü, burada karşılaştığımız olaydan çok daha kötüleri bir başkasının başına gelebilir. Bu bakımdan her şeyi göze alarak emniyetin çaba göstermesi gerektiğini düşünüyorum.

Genelkurmay, neden dört gün beklemiştir, beş gün beklemiştir, zamanında mı yapmıştır, değil midir, tatmin edici midir? Farklı bir şey. Bunları herkes düşünebilir ama ben bir siyasetçi olarak Silahlı Kuvvetlerin bu açıklamasına karşı herhangi bir yorum getirmek istemiyorum. "

Arınç, "Bu olayla ilgili şahsen suç duyurusunda bulunmayı düşünüyor musunuz?" sorusuna da "Henüz bu safhada değilim" yanıtını verdi.

"TSK bu olayla ilgili yazılı bir açıklama yaptı, bu açıklamayı nasıl okudunuz?" sorusuna Arınç, "Yakın gözlüğümle" şeklinde espriyle yanıt verdi. Sorunun tekrarlanması üzerine de Arınç, "Yorum yok" dedi.

Arınç, "Konuyu MGK'ya götürecek misiniz?" sorusunu yanıtlerken dün bu konuda böyle bir haber çıktığını, ancak kendisinin böyle bir şey söylemediğini aktaran Arınç, şunları kaydetti:

@page@

"Sorulan şuydu, (askerlerle görüştünüz mü, görüşmediniz mi?) Hayır, görüşmediğimi burada söylediğim gibi orada da ifade ettim. Konuşulması gereken bir konu varsa, yani Türkiye'nin güvenliğiyle ilgili görünüyorsa, bunun yeri de bellidir. Zaten Pazartesi günü de bu konuda MGK toplantısı yapılacaktır demiştim ama doğrudan bana yönelik olduğunu düşündüğüm veya bildiğim böyle bir konuyla olarak MGK'da özel bir görüşme yapacağım ya da bu konuyu gündeme getireceğim demedim. Arada sanıyorum bir nüans farkı var. 'Tevil yollu ikrarı' sabah bir gazeteci arkadaşıma yaptım. Yıllarca cezada hukukçu avukat olarak bulundum. Bir insana bir şey söylendiği zaman, bir suç isnat edildiği zaman, 'evet, ben bu işi yaptım' derse, bu ikrardır. Yani kabul etmektir. 'Ben bu işi yapmadım' derse rettir, inkardır. 'Ben bu işi yaptım ama başka türlü yaptım, başka amaçla yaptım' derse bu tevil yollu ikrardır."

"Meseleyi sulandırıp, mizah konusu yapmaya çalıştılar"

Arınç, "Muhalefetten yapılan açıklamalarda bu iddialar biraz hafife alındı" diyen bir gazeteciye de "Utanma, utanma söyle. Mizah konusu yaptılar. Bir tanesi (safsata) dedi" şeklinde müdahale etti.

Arınç, "AK Parti bu suikast iddiasıyla kendi derin devletini oluşturuyor şeklinde iddia var" diyerek yorumunu soran gazeteciye şöyle yanıt verdi:

"Dilin kemiği yok. Bir defa bunların bir siyasetçi ağzından çıkmasından utanç duyuyorum. Bir geçmiş olsun dileğinde bile bulunmadan, meseleyi sulandırarak, meseleyi mizah konusu yapmaya çalışarak bu siyasetçiler ne yapmak istiyor, anlamakta zorluk çekiyorum. Bu, mizah konusu bir olay değildir ama hayatları tamamen mizaha bağlı insanlardan başka türlü bir davranış da beklenemez.

Siyasette hiç düz çizgisi olmamış, omurgasız hareket etmeyi meslek edinmiş insanlar, bu tür olay karşısında da söyleyecekleri budur. Maalesef, 'bu iş safsatadır' diyen bir milletvekili var. Bu milletvekilinin tek görevi var, genel başkanının talimatıyla Silivri'deki 'Ergenekon' duruşmalarını takip etmek. 'Ergenekon' duruşmalarını takip etmekten vakit bulduğunda meclise gelen bir insan, böylesine ciddi bir olay karşısında 'safsata' kelimesini yüzü kızarmadan kullanabiliyor. Çok garip bir şeydir.

Bir başkası Türkiye'de dürüstlüğün timsali haline getirilmeye çalışılırken, son olaylar sebebiyle üzerindeki makyajların tamamınını kaybetmiştir. O da 'bu tamamen bir mizahtır' diyor. Bir başkası başka şey söylüyor.

Hele hele bir genel başkan, açıkça söylemedi ama basına yansıyan haberler doğruysa, meseleye Berlusconi sendromuyla bakıyor. Bu, Türkiye'de hem muhalefetin, hem siyasetin önemli ağızlar konuştuğu zaman ne hale geldiğini gösteriyor. Hiçbir sendrom içinde değiliz. Bu tür olayları bir senaryo haline getirmenin ne kadar rezil ve ahlaksız bir iş olduğuna da inananlardan birisiyiz. Ama bu tür olaylar, ister küçük olsun, ister büyük olsun Türkiye'de yaşanıyor, yaşanabilir. Bu konuda iddialar varsa, meseleye ciddiyet açısından bakmaları gerekirken, maalesef sadece kendi boyları kadar meseleye bakıp, bunun ötesinde insanları küçültmeye çalışmak belki bu olayda çok daha vahimdir."