Merkez Bankası'nın hamlesi çok doğru

Fitch Genel Müdürü Berker, Merkez Bankası'nın çok akıllıca bir hamle yaptığını belirtti. Berker, "Önemli bir krizi çok iyi yönettiler" diye konuştu.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Ece CEYHUN

İSTANBUL - Uluslararası kredi derecelendirme şirketi Fitch'in Türkiye Genel Müdürü Botan Berker, Merkez Bankası'nın son dönemde aldığı kararlarla çok doğru bir hamle yaptığını düşündüğü söyledi. Berker'e göre Merkez Bankası uyguladığı politika ile diğer ülkelere de rol model olacak. Berker ayrıca, not artışının yabancı sermaye girişinin garantisi olamayacağını anlatarak buna en güzel örneğin petrol bulmadan önceki Brezilya ve Rusya olduğunu da kaydetti.

Uluslararası kredi derecelendirme şirketi Fitch Genel Müdürü Botan Berker'e Türkiye'de mali piyasaların gündeminde olan, derecelendirme kuruluşları ile ilgili merak edilen soruları sorduk ve karşılığında da samimi cevaplar aldık. Berker'in değerlendirmeleri piyasa açısından önemli bir perspektif sunarken espri ile karışık yönelttiğimiz 'not artışı olacak mı?' sorusu tabii ki cevap alamadığımız tek nokta oldu.

Berker, bir notun artırılmasına veya indirilmesine asla tek bir faktörün neden olmadığını vurgulayarak başladığı konuşmasında farklı değişkenlerin bir potada nasıl değerlendirildiğini anlattı. Berker ile ratingin içine giren ekonomik ve politik göstergeleri, Merkez Bankası'nı ve birazda doğru bilinen yanlışları konuştuk.

Türkiye'nin Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi ülkelerle krizdeki performansı karşılaştırıldığında ortaya çıkan resmi sorduğumuzda Berker'in anlattıkları bize hayatın gerçeğini hatırlattı. Maaşlı bir çalışan olarak bankaya gittiğinizde ölçünüz sadece gelirinizdir. Ama tanınmış bir sanayici aileye mensupsanız kredi gücünüz daha geniştir. O nedenle zordaki ülkeleri, not açısından Türkiye ile kıyaslarken arkalarındaki 'Avrupa Birliği' gücünü de unutmamak gerekiyor.

Türkiye, Fitch'in modeline göre BB+ notuna sahip. Türkiye'nin yatırım yapılabilir kategorisine çıkabilmesi için Fitch'in bir kademe ama S&P ve Moody's'in 2 kademe not artırması gerekiyor. Son dönemde Türkiye'nin yatırım yapılabilir ülke kategorisine çıkması çok fazla dile getirilirken Berker'e göre not sadece bir görüş. Üstelik bizim ülkemizde diğer ülkelerden daha fazla dikkate alınan ve insanların günlük hayatına belki de olması gerekenden daha fazla girmiş bir görüş.

Merkez Bankası çok akıllıca davranıyor

Merkez Bankası'nın son uygulamalarını da değerlendiren Botan Berker, denenmemiş bir politika çizgisi izleyen para otoritesinin dışarıdan çok anlaşılamadığını da belirterek, şahsi görüşünü anlattı. Berker, Merkez Bankası'nın izlediği politika ile model olacağını ve çok iyi bir şey yaptıklarını düşündüğünü vurgulayarak "Ben bunun çok iyi bir politika olduğunu düşünüyorum. Çok akıllıca bir şey yaptıklarına inanıyorum.

Merkez Bankası'nın elinde piyasada hiç olmayan veriler var ve gayette güzel topluyorlar. Gerçekten çok geniş bir veri toplama kanalları var ve onları değerlendirme imkanları da geniş. Şimdiye kadar da çok başarılı politikaları var. Çok önemli bir krizi, çok çok iyi yönettiler. Bununda çok iyi bir netice vereceğini düşünüyorum" dedi.

Notun arkasında aslında tek bir değişken yok Botan Berker, kamuoyunda tartışıldığının aksine derecelendirme de tek başına cari açığın değil, ülkenin dış finansman ihtiyacının değişken olarak alınıp bakıldığını belirterek "Cari açık aslında bir dış finansman ihtiyacının küçük bir bölümü ve çok da önemli olmayan bir bölümü.

Derecelendirmede işin içine siyaset bile giriyor. Çünkü dış finansmanın gelip gelmeyeceğini belirliyor. Bir ülkede siyasi bir dalgalanma öngörülüyorsa oraya yabancı yatırımcı para getirmez. Tabii enflasyon beklentilerine de, ekonomik verilere de bakılıyor ama nihayetinde her şey borçların ödenebilirliği üzerine kuruludur" diye konuştu.

Türkiye'nin dış finansman ihtiyacı çok yüksek

Türkiye'nin büyüme ihtiyacı yüksek ama tasarruf oranı düşük bir ülke olduğuna dikkat çeken Berker, bu nüfus dinamikleri ile Türkiye'nin çok hızlı büyüme ihtiyacı olduğuna değindi. Türkiye'nin dış denge dinamiklerini değerlendirirken cari açığın aslında bir post finansman olduğunu kaydeden Berker şu açıklamayı yaptı:

"Cari açık oluşup da para ihtiyacı olmaz. Cari açık gerçekleşen harcamaları gösterir. Bunun finansmanı olmaz, zaten finanse edilmiş bir harcamadır. Mesela 1995 yılı buna çok iyi bir göstergedir. Türkiye'ye hiç para gelmediği yıllarda cari açık olmaz. Ama o dönemler de ekonominin ciddi daralma gösterdiği yıllardır. Biz büyümek istiyoruz, içeride sermayemiz yok ve büyümek adına dışarıdan sermaye ihtiyacımız var.

O nedenle yıllık finansman ihtiyacına bakarken de en konservatif bakış açısı ile vadesi gelen orta – uzun vadeli borçlar, artı tüm kısa vadeli borçlar, ki bunların hepsi de birlikte ödenmiyor büyük kısmını da tekrardan döndürebiliyorsunuz, artı cari açığı topluyoruz. Tüm bu toplam bize ülkenin yıllık dış finansman ihtiyacını gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye dış finansman ihtiyacı en yüksek olan ülkelerden bir tanesi. Dış finansman ihtiyacını milli gelire oranladığınız zaman da yüksek, mutlak değer olarak baktığınızda da çok yüksek."

Milli gelirdeki dalgalanmanın boyutu yüksek

Rating için önemli bir faktörün de milli gelirin çizdiği grafik olduğunu kaydeden Berker, Türkiye'nin önemli sorunlarından birinin diğer gelişmiş ülkelere göre burada çok fazla dalgalanma yaşanması olduğunu aktardı. Berker, "Milli gelir yatay ve hafif dalgalı bir biçimde yukarı ivme ile gitmesi gerekirken Türkiye'de zikzaklar çiziyor.

Sürdürülebilir büyümeyi yakalamak önemli. Bu Türkiye'de cari açık pahasına oluyor. Onun içinde yapısal birtakım değişikliklerin gelmesi gerekiyor. Türkiye ekonomisinde daha ihracat odaklı bir büyüme modeli gerekliliğini, yapısal olarak birtakım düzeltmeler gerektiğini görüyoruz. Sorunun adını değiştirmek lazım. Cari açık tek başına bir sorun olamaz. Cari açık sorun; ama esas sorun, dış finansman ihtiyacı sorunu" diye konuştu.

Dış finansman ihtiyacı 100 milyar dolarlarda

Berker, Türkiye'nin dış finansman ihtiyacının 100 milyar dolar mertebelerinde olduğunu da ifade ederek "Yani Türkiye, her sene, yurt dışından bu kadar miktarda para sağlamak zorunda" dedi.

Berker, sadece finansman açısından bakıldığında Amerika ve Euro Bölgesi'nin de çok yüksek dış finansman ihtiyacı olduğuna da dikkat çekerek "Ama ABD'nin kendi parasına ihtiyacı var. Rezerv para sahibi bir ülke. Euro Bölgesi de rezerv para sahibi. Onlar para basarak bunu karşılayabilir. Ama Türkiye'nin böyle bir lüksü yok.

Yunanistan Hükümeti bir tahvil ihraç ettiğinde arkasında Avrupa Merkez Bankası (ECB) var. Bu onlara sonsuz bir finansman imkanı yaratıyor. Bu onun hiçbir zaman temerrüte düşmeyeceğini gösteriyor. Yunan ekonomisi küçük bir ekonomi ama ihtiyacı olan finansmanın karşılanacağı güveni var. Bu, ülkelerin daha iyi olduğu anlamına da gelmiyor. Ama onların temerrüt olasılıklarının farklı nedenlerle bizimkinden daha düşük olduğunu gösteriyor. Rating de zaten bir temerrüt olasılığının göstergesidir" ifadelerini kullandı.

Mısır'ın borç dinamikleri Türkiye'den iyiydi

Türkiye'de kamuoyunun 'rating'den çok fazla anlam çıkartmaya çalıştığını düşünen Berker, Mısır'da yaşanan sosyal depremin ardından ülke notunun indirildiğine de dikkat çekti. Mısır'ın şimdiye kadar Türkiye ile aynı ya da daha yüksek ratinge sahip olmasının nedenin de dış borçlarının düşüklüğü olduğunu vurgulayan Berker, bunun arkasında da çok farklı olayların bulunduğunu belirtti.

Berker, Mısır'ın, bakıldığında alt yapı ihtiyacı yüksek, milli gelir dağılımında eşitlik sağlanamamış, düşük yatırım oranı olan bir ülke olmasına karşın 1990'ların başında borçlarının silindiğini ve bunun da ülkenin oldukça düşük bir borç seviyesi ile yaşamasına neden olduğuna dikkat çekti.

Türkiye'nin aksine hep borç yükü yüksek ülkeler kategorisinde bulunduğunu belirten Berker, "1980'li yıllar bütçe açığını tamamen TCMB'nin para basarak monetize etmesi ile geçti. Merkez Bankası ile Hazine arasında 1990'larda imzalanan anlaşma ile 'MB artık para vermeyeceğim ve borç ödemeyeceğim' dedi. Bundan sonrada bütçe açığı kontrol edilmediği için iç borçlanma çığ gibi büyüdü. Emeklilik yaşının düşürülmesi, destekleme alımları gibi seçim vaatlerinin aslında ne kadar yanlış olduğunu insanlar ileriki yıllarda anladılar.

Geçmiş yıllarda 'bize erken emeklilik şansı veriliyor' diye bakıyorduk. Sonuçta iç borçlarda, dış borçlar kadar önemli. Bu da temerrüt demek oluyor. Evet devletler batmaz ama atılan bu adımlarında enflasyon gibi bir sonucu olur. Ülkede volatilite başlar, dış borcun yerel para cinsinden miktarı artar, kur sürekli yükselir, gene döner dolaşır iş finansmana gelir" değerlendirmesinde bulundu.

Kuruluşlar, siyaseti derecelendirmiyor

"Mısır'da siyasi sistem bile yok deniyor ama biz siyasi sistemleri derecelendirmiyoruz" diyen Berker, ratingin içine giren siyasi gelişim performansını ise Dünya Bankası tarafından hazırlanan Siyaset Endeksi'nden aldıklarını kaydetti. Dünya Bankası'nın endeks değerini kendi modellerine yansıttıklarını kaydeden Berker, bu endekste Türkiye'nin durumunun nasıl olduğunu ise şu sözlerle anlattı:

"Türkiye gayet iyi. Hükümet performans, hukuk kuralları gibi noktalarda iyi gidiyor. Hukuk kurallarının uygulanmasında Türkiye aynı notta olduğu bazı ülkelerden iyi. Politik stabilitede iyiyiz ama daha yüksek olmamasında muhtemelen e-muhtıra, kapatma davası gibi geçmişte yaşanan bazı olaylar olduğunu düşünüyorum."

Türkiye notta diğer ülkeler ile arayı daralttı

Türkiye'nin notta tek B seviyelerinden BB'ye geldiğini de hatırlatan Berker, şöyle devam etti:

"Türkiye'nin ratingi aslında diğer ülkelere çok yaklaştı. Türkiye ile Portekiz, İspanya ve Yunanistan'ın 2008 yılındaki notları ile şimdiki notlarına bakarsanız müthiş yakınlaştık. Aslında ara çok kapandı. Bu hem Türkiye'nin yükselmesinden kaynaklandı hem de onların notunun düşmesinden.

Kimse böyle bakmıyor. Birde şöyle düşünmek lazım; 2000 yılında bizim notumuz ne olmalıydı? Türkiye 1994'te değerlendirilmeye başlandı ve her BB'ye geldiğinde bir sorun oldu. Türkiye ilk defa Fitch'in değerlendirmesinde bunun da üstüne çıkıp BB+ oldu. Türkiye bir defa BBB olup yatırım yapılabilir kategoriye çıktı ama iç borcu yoktu. Borcun milli gelire oranı da yüzde 8'ler civarındaydı."

Not artırımı yabancı sermaye girişinin altın anahtarı değil

TÜRKİYE'DE notun 'yatırım yapılabilir' seviyeye yükselmesi halinde yabancı sermaye girişlerinin artacağı ve yeni portföy akımlarının kapılarını açacağı değerlendirilmeleri yapılırken Berker, bu yorumları "Ekonomi bunu nasıl absorve edecek?" sorusu ile karşılıyor. Bunun da çok yanlış bir inanç olduğunu vurgulayan Berker, şöyle konuştu:

"Mesela Brezilya, Türkiye'den önce geçti yatırım yapılabilir seviyesine. Üstelik Brezilya, Türkiye ekonomisine çok benzer özellikler gösteren bir ekonomidir. Brezilya yatırım yapılabilir seviyeye çıktığında, standart olarak ne kadar yatırım çekiyorsa o geldi. Hiçbir şey değişmedi.

Brezilya petrol bulana kadar Türkiye ile ikiz gibiydi. Rusya'ya bakın. Sadece petrol fiyatları yükselirken girer. Petrol fiyatları düşerken çıkar. Rusya'da yatırım yapılabilir. Petrol fiyatları yükselirken oradaki varlık fiyatları yükseleceği için giriyor ve petrol fiyatları düşerken de yatırım yapılabilir olmasına rağmen gidiyor. 2009'da 200 milyar dolar çıktı Rusya'dan."

Türkiye, 60 yıldır OECD üyesi olduğunu öne çıkarmalı

TÜRKİYE'NİN coğrafi yakınlığı nedeniyle Orta ve Doğu Avrupa ile kıyaslandığını ama ekonomilerinin tepkilerine bakıldığında şahsi olarak Türkiye'yi daha çok Latin Amerika ülkelerine benzettiğini söyleyen Botan Berker'e göre Türkiye 60 yıldan beri OECD üyesi bir ülke olduğunu daha çok öne çıkartmalı. Orta ve Doğu Avrupa'ya bakıldığında bu ülkelerin piyasa ekonomilerine yeni geçtiğini ve bu sistemin getirdiği değişime alışabilmek için belki 2 jenerasyon geçirmesi gerektiğine işaret eden Berker şöyle devam etti:

"Ben Türkiye'nin çok özel olduğunu düşünüyorum. Orta ve Doğu Avrupa ile Türkiye'nin sadece coğrafi yakınlığı var. Türkiye 1960'tan beri OECD üyesi. Ve Türkiye bunu daha aktif kullanmalı. Türkiye, kendini gelişmekte olan ülkelerle kıyaslıyor. Gelişmekte olan ülkeler grubuna baktığınızda Afrika ülkeleri var. Ortadoğu ülkeleri var. Orta ve Doğu Avrupa var. 40-45 yıl komünizmle yönetilmiş ve hala bir çok bakımdan geçiş ülkeleri. OECD'ye eskiden zenginler kulübü denirdi.

Şimdi terimler değişiyor ama bu zenginler kulübünün içinde 60 sene bulunduysanız oradan bazı kurumları alıp adapte etmiş olmanız beklenir ki; Türkiye öyle. Biz zaten onun içinde bu kadar krizlere karşı esneklik gösteriyoruz. Diğer gelişmekte olan ülkelerde görülmeyen ama Türkiye'de OECD üyesi olmanın getirdiği bir kurumsallaşma var. Türkiye'nin diğer gelişmekte olan ülkelerden daha fazla kurumsallaşmışlığı var. Bunu bir şekilde kendi risk grubunu değiştirterek öne çıkabilirdi Türkiye.

Bu bir kaldıraç olarak kullanamadı ama hala bunu kullanma şansı var. Hangi gelişmekte olan ülke 60 senedir OECD üyesi. Bir tane bile yok. Mesela BaselI'de herhangi bir ülkedeki bir bankanın verdiği kredilerle ilgili risk ayrımı OECD üyesi olmak ya da olmamaktı. OECD üyesi ülkelerde sıfır risk grubu kullanılıyordu. O dönemde bir sürü ülkenin ratingleri yükseldi ki bunun en önemli örneklerinden biri Singapur'dur. 1960'larda Singapur ülke olarak yoktu. Küçük bir ülke, iyi yönettiler şimdi dünyanın en risksiz ve en iyi iş yapılan ülkesi.

Ama OECD üyesi olmadığı için risk grubunda sayılıyordu. Basel II'nin en önemli çıkma nedenlerinden biri de budur. Mesela uluslaraarası bir banka bir şirkete kredi veriyor. Bu şirket Türkiye'deyse OECD üyesi olduğumuz için sıfır risk olarak değerlendiriyordu. Singapurlu firma için karşılık ayırmak zorunda kalıyordu. Bu, Basel II'de değişti ve OECD üyesi olma şartı kaldırıldı.

Sadece ratingine göre değerlendirilecek denildi. Bunu bence Türkiye daha farklı kullanabilirdi. Eski OECD üyesi olmak zaten daha az riskli olduğunu gösterir. Son krizde de rating şirketlerine güven azaldığı için Basel III gündeme geldi. Burada da dışsal ratinglere olan referans kaldırıldı bankalar kendi değerlendirmelerini kendileri yapsın deniyor. Bunda bile Türkiye risk açısından daha farklı bir konumda değerlendirilebilir."

Bu konularda ilginizi çekebilir