Sendikal hareket dibe vurdu

Türkiye'nin nüfusunun 74 milyona ulaştığı halde toplam sendikalı işçi sayısının 650 bin olduğunu belirten Çelebi, "Sendikacılık güdümlü hale getirilmiş. Türkiye'de kağıt üstünde sendika var. Örgütlenme özgürlüğünün olmadığı, sendikaların üzerinde baskıl

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Ankara Sohbetleri'nin bu haftaki konuğu CHP İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi:

Canan SAKARYA

ANKARA -  CHP İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi, kıdem tazminatında yapılacak yeni düzenlemede hak kaybı yaşanmayacağı şeklinde Hükümet yetkilileri tarafından yapılan açıklamaların gerçeği yansıtmadığını belirterek, "Kanun yürürlüğe girdikten sonra çalışmaya devam edenler yeni bölümle ilgili hak kaybına uğrayacak. Bu yalan ve yanlışa karşı çalışanı uyandırmak lazım" dedi.

Türkiye'nin büyüyen ekonomisine rağmen gelir adaletsizliğinde dünyada 3. sırada yer aldığını kaydeden Çelebi, büyüyen ekonominin bedelini ağırlıklı olarak çalışan kesimlerin ödediğini söyledi. Çelebi  Çelebi, Ankara Temsilcimiz Barış Ferit Parlak ile arkadaşımız Canan Sakarya'nın sorularını yanıtladı.

2821 Sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunları'nın yenilenmesi için hükümet sosyal taraflarla yaptığı çalışmaları tamamlayarak hazırlanan taslağı Bakanlar Kuruluna sundu. Bu tasarıların bu dönem yasalaşmasını bekliyor musunuz?

2821 ile 2822 sayılı yasalar çok uzun yıllardır gündemde. Sendikalar Yasası özü itibariyle dünyada eşi benzeri olmayan uygulamalar içeriyor. AKP iktidarı bir yandan ileri demokrasi profili çizerken bir yandan da 12 Eylül ürünü olan bu yasal düzenlemelerin arkasına sığınmakta. AKP özgürlükten söz ediyor ama özgürlüğün bazı alanları çok ciddi şekilde kısıtlanmış durumda. Yasada dünyanın hiçbir yerinde olmayan uygulamalar var,  yurtdışında Türkiye'de işçiler direkt sendikaya üye olma hakkına sahip değiller dediğimiz zaman nasıl olabilir diyorlar? Mevcut yasada 3'lü bir baraj var.

İlk baraj yüzde 10 barajı. Bir iş kolunda çalışan işçilerin yüzde 10'unu noterden geçirip üye yapmayan sendika, sendika olamıyor. Bir örnek olarak tekstil sektörünü verebilirim. Resmi rakamlara göre tekstil sektöründe 900 bin kişi çalışıyor ama bütününe bakıldığında 2.5-3 milyon kişi var. Bu 900 bin kişinin, 90 bin kişisini sendika üye yapmadığı zaman o sendika barajı aşamıyor.

İkinci baraj, iş yerinde yüzde 50 artı biri aşmak lazım. Üçüncü bir baraj da eğer bir işletme Türkiye çapında ise Türkiye'deki bütün çalışanlarının yüzde 50 artı birini üye yapması lazım ki oralarda sözleşme yapabilsin. Bütün bunlar ILO'nun temel sendikal örgütlenme özgürlüğünü çok derinden etkileyen aykırı bir durum.

KAĞIT ÜZERİNDE SENDİKA

Söz konusu iki yasa şimdiye kadar neden değiştirilemedi?

Bugüne kadar yurtdışına giden bütün çalışma bakanları ILO toplantılarında bu yasanın sıkıntı yarattığını ve değiştirileceğini söylediler. Yapılan konuşmalara, tutanaklara, bakın bunu görürsünüz ama bugüne kadar gerçekleştirilemedi. İmren Aykut'tan tutun da diğer bütün çalışma bakanları söz vermelerine rağmen her dönemde bir mazeret bularak gelecek bahara bıraktılar. 

'Sosyal taraflarla bir araya geliyoruz ama sosyal taraflar uzlaşamadığı için biz bu yasayı çıkaramadık' şeklinde  bir mazeret ortaya koydular. Önemli olan sosyal taraflarla uzlaşı sağlanması ama sosyal tarafların biri mevcut sistemin devam etmesinden yana irade koyuyorsa ya da bu anlayıştan beslenen bir sendikal yapı buradan yararlanıyorsa 'ben bu yasa değişikliğine karşıyım' diyebiliyor. O zaman Hükümetlerin yapması gereken doğru hakemlik.  Burada herhangi bir sendikanın ya da sosyal kesimin çıkarlarını değil de temel olarak uluslararası normların hayata geçirilmesi lazım.

Türkiye bu konudaki yasal değişikliklerde hep böyle bir süreç yaşadı. Daha önce de hepimiz bir heyecanla 'şu tarihte bu tarihte bitecek' dedik ama olmadı. 1980 darbesinde Türkiye'nin nüfusu 42 milyon, örgütlü işçi sayısı 2 milyon 700'du.   Bugün bakıldığında Türkiye'nin nüfusu 74 milyon toplam sendikalı işçi sayısı 650 bin. Sendikacılık güdümlü hale getirilmiş, baskı halinde. Türkiye'de kağıt üstünde sendika var.  Örgütlenme özgürlüğünün olmadığı, sendikaların üzerinde baskıların uygulandığı bir sistemin adı özgürlükler ve ileri demokrasi ise bu kadar olabilir

SENDİKALAR BASKI ALTINDA

Sendikaların güç kaybetmesinin nedeni nedir? Her dönem sendikalar ile hükümetler arasında bir gerilim olmaz mı?

 

Farklı sendikaları yok etme noktasında bir operasyon yapılmış durumda bu yıllardır yapılmakta, farklı anlayıştaki sendikalar başka alternatiflerle baskı altında tutuluyor yedek sendikal yapılar devreye giriyor ve hemen işlevsel hale getiriliyor. Hiçbir üyesi olmayan bir sendika bir hafta da 30 bin üyeli bir sendika haline dönüşebiliyor veya en cılız olan memur sendikaları konfederasyon haline dönüşebiliyor. Bazı sendikalar kağıt üzerinde var ama işlevselliği bitmiştir bazı sendikalarda tamamen yandaş sendika haline dönüştürülmüştür. Yandaş olmayanlar cezalandırılmıştır. Türkiye'de bizim anladığımız manada, siyasi partilerden ve sermayeden bağımsız bir sendikal yapı yerine güdümlü bir sendikal yapı bu iktidar döneminde oluşturulmuştur. İktidarın bütün yanlışlarına evet diyen, emekçiler aleyhine olan uygulamalar da bunu alkışlayan bir sendikal yapının adı sendika olamaz .

Biz geçmişte bunun örneklerini verdik. Bizim desteklediğimiz parti iktidara geldiğinde işçiler aleyhine yaptığı uygulamalara karşı en şiddetli tepkiyi biz koyduk, bugün emekçiler aleyhine pek çok düzenleme yapılıyor ama bunlar alkışlanıyor. Bu güdümlü sendikanın tam da kuşatmanın yaşandığının göstergesi, ve Türkiye'de sendikal hareket dibe vurdu. Türkiye'de sendikalı olmanın bedeli ağır.

Sendikalı oldukları için tek tek ikna odalarının kurulduğu bir iş kolunu da biliyorum. Meclise geldiler, Telekom'a bağlı bir şirkette zorla sendikadan istifa etmeye çağırıyorlar.  Etmemeleri halinde işten atıyorlar. Şu anda bu yapılıyor. Devlet eliyle insanlar  sendikasızlaştırılıyor örgütsüz topluma dönüştürülüyor. 

BEDELİ ÇALIŞAN ÖDÜYOR

Hükümetin gündeminde olan diğer önemli bir onu kıdem tazminatı fonu, bu dönem bir adım atılabilir mi?

İlk yapacakları işlerden bir tanesi kıdem tazminatının yarıya çekilmesi, özel istihdam bürolarının yaygınlaştırılması ve esnek çalışma metotlarının daha egemenkılınacağı bir sistemdi. Bunun ipuçlarını bakanlar verdi, yeni bir model ve tasarımın içindeler.1 Mayıs, 8 saatlik çalışma elde etme mücadelesiydi bugün bakıldığı zaman 12-13 saatlik çalışma süreleri var. Şu anda çalışanların büyük bir bölümü açlık sınırının altında çalışıyor. Büyüyen ekonomiden bahsediliyor, Türkiye 16. büyük ekonomi ama bedeli ödeyenler kim ona bir bakmak lazım. Dünyada gelir adaletsizliğinde Şili ve Meksika'dan sonra üçüncü sıradayız.

Büyüyen ekonomiden çalışanlar hiçbir şekilde yararlanmış değil. Çalışanların büyük bir bölümü açlık sınırını altında maaş alıyor. Açlık sınırı 960 lira, asgari ücret 650 lira. Bizim ülkemizde asgari ücretin altında bir ücretle çalıştırma egemen ama hala ekonomisi iyiye giden bir ülkeyiz deniyor bunlar görülmüyor. Krizden önce 9 kişisiyse dolar milyarderi şimdi olmuş 39 kişi. Evet birileri bu ülkede zengin oluyor.

Daha çok kendi yandaşlarını zengin ediyor, kendi yandaşlarının ve çevrelerindeki insanların bir sıkıntısı yok. Şu anda hükümetin birinci projesi kıdem tazminatının aşağı çekilmesi, esnek çalışma modellerinin yaygınlaştırılması.  İki saat çalışılan bir modelde insanlar çalışıyor gözüküyorsa o zaman işsizlik rakamları azalır sıfıra da inebilir hatta işsiz insanlar noktasında dışarıdan ithal işgücü de gelebilir. Türkiye oraya doğru gidiyor ama bu büyüyen ekonominin bedelini ağırlıklı olarak çalışan kesim ödüyor.

Şimdi bu konuda Türk-İş'in kongresi bekleniyor.  Türk-İş'in daha önce genel grev kararı vardı böyle bir düzenleme gelirse grev hakkımızı kullanırız demişlerdi, DİSK'in aynı şekilde… Burada iktidarın sendikaların yapısını dizayn etme gibi bir anlayışı da var. Kıdem tazminatı Türk-İş'in kongresinde sonra yine gündeme gelecek.

Sendikalar Cezalandırıldı

Sendikaların cılızlaştığından bahsettiniz bu süreçte sendikaların da sorumluluğu yok mu?

Evet, sendikal hareket cılızlaştı biraz başkaldıran dik duranlarla ilgili başka alternatifler yaratıldı. Şunu çok net söyleyebilirim ki  eğer bir sendika işçi aleyhine bir uygulamada  bir mücadele ortaya koymuş ve biraz dik  durmuşsa hemen arkasından başka seçenekler devreye sokuldu. Sesini çıkartma noktasında olanlar acaba benim başıma ne iş gelir sendikam küçülür mü kaygısıyla bir zafiyet içine girmiş, emekçilerin aleyhine olan uygulamalara karşı sessiz kalmışlardır. 

Bu bugünün sorunu değildir, özeleştirmelerin bütününe bakıldığında her sendika kendi alanında mücadele etti, bütünlük içinde bir mücadele verilmedi, toplu mücadele edilseydi bugün bu noktaya gelinmezdi. Şimdi şeker fabrikaları özelleştirme kapsamında bu sadece çalışanları değil o bölgedeki üreticiyi de etkileyen bir durum. Ben geçmişte 'yanarım yanarım da şu iş yerini alamadığıma yanarım' diyen sendikacılar da gördüm.  Bu sendikal anlayışla özelleştirmelerin geldiği yer burası oldu. Baskı altındaki sendikalar iktidar çizgisine gelmeyince ciddi şekilde cezalandırıldılar. Bu kuşatmadan dolayı ciddi anlamda bir sendikal hareket

kendi refleksini, kendi kimliğine ve sınıfına yönelik saldırılara ciddi bir tepki koyamıyor.

Hükümet bildiğini okuyor

Çalışma yaşamını ilgilendiren yasalarda Bakanlık sosyal taraflarla çok yoğun bir temas içinde bu yapıcı bir durum değil mi ?

DİSK başkanı iken de söyledim evet bu hükümet sosyal tarafları dinliyor ama bu kadar… Sonra bildiğini okuyor. Bir taraftan dinliyor, görüşleri alıyor, bir görüntü var bir iki tane garnitür diyebileceğimiz türden düzenleme oluyor. Göstermelik bir takım ödünler veriliyor ama temel amaçtan hiçbir zaman geri dönmüyorlar, istedikleri gibi yapıyorlar.

Ekonomik Sosyal Konsey'in yasa gereği toplanması lazım ama 3 yılı aşkın zaman geçti toplanmadı.  Başbakan ideolojik bir saldırıda kendi ideolojisine uygun davranmayan bütün meslek örgütlerini sendikaları cezalandırıyor ama kendisini alkışlayan padişahım diyen sendikal hareketlerle iç içe onların özel görüşlerini alıyor olabilir ama bütünlüklü olarak farklı görüşlere bu iktidarın tahammülünün olmadığını görüyoruz. Üçlü danışma kurulu toplanıyor böyle bir fotoğraf veriliyor.  Diğer örgütler neredeyse konu mankeni haline getirilmiştir, asla temel değerlendirmeler dikkate alınmıyor.

2821 ve 2822'de hükümetin abilik yapması lazım

2821 ve 2822 ve diğer çalışmaların tamamına bakıldığında ben Meclis'in gündemine gelmeden hatta Meclis'ten geçmeden hiç birisine inanmıyorum. Bu yasalar hep gündemde oldu ama bir türlü çıkmadı. Bu yasalar ihtiyaç mı ihtiyaç. DİSK Başkanlığım döneminde daha önceki çalışma bakanı ile sendikalar yasasında çok uzun bir çalışma ile belli bir noktaya gelmiştik. Tam uzlaşı noktasına geldiğimiz düşündüğümüz bir aşamada Türk-İş imzasını geri aldı ve mutabakat bozuldu, işveren örgütüyle bir odaya girdiler bir karar verdiler ve 'biz mutabakatta' yokuz dediler.

Burada siyasi irade gerekiyor ve siyasi iradenin bir örgütün çıkarlarını değil, uluslararası normları dikkate alarak bir karar vermesi ve abilik yapması lazım. Bu yasa henüz Meclis'e gelmiş değil, yasaya her bakan kendi damgasını vurmak istiyor. Yasayı kısmen bilmekle birlikte her an her şeyin değişeceğini bildiğimi için Meclis'e sevk edilmeden bu böyledir diye üzerinde yorum yapmayı doğru bulmuyorum.

Kıdem tazminatında çalışanı uyandırmak lazım

Kıdem tazminatının hak kaybı yaratmayacağı şeklinde bir irade var ve hükümet yetkilileri tarafından sürekli dile getiriliyor. Bu proje yeni bir proje değil yıllardır gündemde en azından sermayenin gündeminde. Sermaye, ' bizim üzerimizde yüktür, yatırım yapamıyoruz' diyor. Kıdem tazminatı bu talep üzerinden üretildi. Hiçbir hukuk sisteminde zaten geçmişe dönük hak kaybı yaratılamaz. Yıllarca emek vermiş insanın emeğini gasp edemezler. Ama bu kanun yürürlüğe girdikten sonra ne olacak buna bakmak lazım.

Bir vatandaş 10 yıl çalışmışsa 10 yıllık bölümüyle ilgili bir hak kaybına zaten maruz kalamaz, genel hukuk kuralı budur. Ama kanun yürürlüğe girdikten sonra 3 yıl ya da 5 yıl daha çalışacaksa kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren hak kaybına uğrayacak.  Daha önce 30 gün ise kıdem tazminatı hakkı kanun yürürlüğe girdikten sonra 15 güne düşecekse veya fona devredilecekse o yeni bölümle ilgili hak kaybına uğrayacak. Bir defa bu yalandan ve yanlıştan çalışanı uyandırmak lazım.

ÇELEBİ'NİN DİKKAT ETTİKLERİ

İşçilerin hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere örgütledikleri sınıfsal ve toplumsal örgütler olan ve bir zamanlar devlet politikalarına şekil verecek kadar güçlü, hükümetleri belirleyecek kadar etkili olan sendikalar zor günler yaşıyor.

Demokrasinin sınırlarını geliştiren; örgütleyip, birliktelik kültürünü geliştiren; dil, din, inanç, ırk, etnik ya da ulusal farklılık ve düşünce ayrımı gözetmeksizin tüm işçilere dayanışma kültürünü aşılayan sendikaların, yönetim zaafları ve yanlış uygulamalar nedeniyle geride bıraktıkları o parlak dönemlere dönüşü zor görünse de, ihtiyacın bilincinde olanların o dönemlere dönüşü zorlayacağı da hissediliyor.

Bugüne kadar sendikalar tarafından: Birleşme olmadığı taktirde sendikal hareketin kısa sürede son bulabileceği vurgulandı; "AB standartlarını yakalayacağım derken Asya şartlarında işçi çalıştırmanın yolunu aramayın" dendi; yüksek işsizliği gerekçe gösterip işgücünü ucuzlatmanın onarılmaz yaralar açacağına dikkat çekildi; "işçi alın terinin karşılığını alamazsa sosyal problemler çıkar" uyarısı yapıldı; kanunlara uyumlu, ahlaklı, topluma örnek ve amaca uygun hareket eden yönetimlere sahip sendika kültürüne tüm ekonomilerin ihtiyacı olduğu söylendi.

Bu haftaki konuğumuz Süleyman Çelebi'nin hazırlanan yasa ile ilgili söyledikleri ise Yasa'ya yön verebilirlik açısından önemli.

Ferit B.PARLAK

ferit.parlak@dunya.com <mailto:ferit.parlak@dunya.com>

Bu konularda ilginizi çekebilir