Türk Petrol Kanunu’nun getirdiği değişiklikler

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

Yılmaz ÖZ / Petrol Hukukçusu

DÜNYA Gazetesi’nin 6 Ekim 2008 günlü nüshasında yayınlanan makalemizde 17 Ocak 2007’de yasalaştırılmasına rağmen, Cumhurbaşkanı’nca vetolanması üzerine kadük duruma düşen 5574 sayılı Türk Petrol Kanunu ile ilgili olarak “AK Parti kendi eserine sahip çıkacak mı?” sorusunu ortaya atmıştık. İşte beş yıl sonra 11 Haziran 2013 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 6491 sayılı Kanun ile bu nihayet gerçekleşti. Bu yazımızda bu kanunun getirdiği değişikliklerden bazılarına değineceğiz.

Yeni kanundaki olumlu hususlar bağlamında yasa metninin kısaltılması, arama ve işletme ruhsat sürelerinin uzatılmış olması, arama ruhsatı alanlarından ‘Devlet Hakkı’ alınmasının kaldırılması, ‘acele kamulaştırma’ olanağının getirilmiş olması, ithal edilecek malzemede TSE uygunluk belgesinin aranmaması, petrol bulgusu tespit edilmemiş ya da geleneksel olmayan yöntemlerin uygulanması durumunda ‘teminat’ konusunun bakanlık takdirine bırakılması sayılabilir.

Yeni kanun metninde genel redaksiyon yönünden ciddi olumsuzluklar göze çarpmaktadır. Metinde kullanılan Türkçe, maalesef, bozuk ve yetersizdir. Birbiriyle müteradif sözcüklerin (örneğin, saha/alan, metod/yöntem, gider/masraf, kıymet/değer, müzayede/açık arttırma, işlem/operasyon gibi) kullanılması, bazı kavramların eksik olması ya da yeterince açık olmaması, yasama işlemlerinde ender rastlanır biçimde maddelerin alt-paragraf veya bendlerinde ç, ğ, ı, ö, ş ve ü harflerinin kullanılmış olması, maddelerin hepsine (1) olarak numaralandırılan bir “fıkra” ile başlanıldığı halde bazılarında, sonraki fıkraların yer almayışı, yasama tekniğine aykırıdır ve uygulamada tereddüdlere yolaçabilecektir.

Petrol hakkı sahiplerinin azami vergi sınırının %55 olarak saptanması olumsuzlukların başında gelmektedir (madde 12/1). Gerek bu kanunun TBMM’ye sevkedilen “gerekçesinde” ve gerekse daha önceki tasarılarda %40 olarak belirlenen bu oranın yukarıya çekilmesi ciddi bir teşvikin kaldırılması anlamını taşımaktadır.

Getirilen olumsuzluklardan bir diğeri de petrol üreticisinin ödeyeceği Devlet Hissesi’nin yerli ham petrolün piyasa fiyatı, doğalgazda ise dağıtım şirketlerine veya serbest tüketicilere yapılan satış fiyatı üzerinden hesaplanacağı” hükmüdür (Madde 9/6). Bu husus, özelikle devletçe alınacak hissenin “kuyu başında aynen” değil de parasal olarak değerlendirilerek “nakden” tahsili seçildiğinde büyük önem taşımaktadır. Zira yerli petrol için Devlet Hissesi’nin endüstride standart olan “kuyu başı fiyatı” üzerinden değil de, 5015 sayılı Kanun’la saptanan “piyasa fiyatı” üzerinden ödenmesi yerli petrol üreticileri için teşvik değil bir caydırıcılık oluşturacaktır. Zira piyasa fiyatı üzerinden ödeme durumunda yerli üretici, kuyu başından en yakın dünya piyasasında teslime kadar duçar olunacak ek masrafları (nakliye, boruhattı, sigorta vs.) da kendi cebinden ödemek zorunda kalacaktır. Ayrıca, gerekçede yer almasına rağmen, “düşük graviteli ham petrolden” daha az oranda Devlet Hissesi alınabilmesine imkan tanıyan hükmün metinden çıkarılmış olması da isabetsizdir.

Teşviklerle ilgili diğer bir konu da, “Petrol hakkı sahibi tarafından yapılacak yatırımlara tanınacak teşviklerin Bakanlar Kurulu’nca belirleneceği” hükmüdür (madde 26/1). Oysa, petrol endüstrisinde yatırımcılar, genel olarak, yararlanabilecekleri tüm teşviklerin nitelik ve kapsamının kanun metnine açıkca dercedilmiş olmasını beklerler. Bu yeni hüküm, her münferid başvuru ya da olayda ona özgün tespitlerin yapılmasını gerektireceğinden, uygulamada yeknesaklıktan uzaklaştırabilecek ve yeterli bir teşvik oluşturmayacaktır.

Hukukta, klasik mücbir sebepler arasında olan (grev-lokavt, toplumsal olaylar, sıkıyönetim ve olağanüstü hal) durumlarının 16. madde kapsamı dışında bırakılması, kanımızca, yanlıştır.

Petrol hakkı sahipleri yönünden ayrıca önem arz eden diğer bir husus ise bir petrol hakkına müştereken sahip olanların aralarından birisini tüm şirketleri temsilen “operatör” olarak atamalarına ilişkin anlaşmanın genel müdürlüğün onayına tabi tutulması hükmüdür (madde 21/1-c). Operatörlük, petrol endüstrisinde ortak hak sahiplerinin serbest iradeleriyle yaygın kullanılan bir uygulama olduğundan bu hüküm söz konusu uygulamaya tamamen ters düşecektir. Operatörlüğün, şimdiye kadarki uygulamada olduğu gibi, yalnızca genel müdürlüğün bilgisine sunularak kayda alınması yeterli olmalıydı.

21. maddedeki “... petrol hakkı sahibinin sermayesinde kontrolün değişimine yol açabilecek hertürlü hisse devir işlemlerinin bakanlığın öniznine tabi tutulması”na ilişkin hüküm uygulamada ciddi zorluklara neden olacaktır. Hisseleri genellikle yabancı ülke borsalarında devamlı işlem gören petrol şirketleri yönünden hangi ölçüde bir hisse devrinin “kontrolde bir değişime” yol açacağının saptanması müşkilat yaratacaktır. Böyle bir durumda, Bakanın “ön-iznine tabi tutmaktansa, “belli ölçüyü aşan” şirket hisse devirleri sonunda kontrolün kimin eline geçtiğinin Petrol İşleri Genel Müdürlüğüne “bildirilmesi” yeterli olmalıdır. Nitekim, mülga 6326 sayılı Kanun’un uygulanmasına ilişkin tüzükte bu oran %25 idi ve sadece bildirim ile yetinilmekteydi. Yine, bu bağlamda, 22’nci maddenin 5. fıkrasının yazılış tarzından, “özel hukuk tüzel kişisi” niteliğini taşımayan, örneğin, “yabancı bir devlet kontrolündeki” şirketlere izin ve ruhsat verme olanağı kalıp kalmadığını kestirmek zorlaşmıştır. Şimdiye kadarki uygulamalarda, Breziya’nın Petrobras şirketinde olduğu gibi, Bakanlar Kurulu’nun izniyle, bunlara da ruhsat verilebiliyordu.

Öte yandan, kanunun yayımından itibaren bir yıl süreyle ruhsat başvurusu kabul edilmeyeceğine dair hükmün aramaları gereksiz olarak geciktireceği de açıktır.

1954 yılından günümüze kadar, Türkiye’de petrol arama ve üretimi büyük bir düş kırıklığına işaret eder. Yıllar boyu hampetrol tüketimimizdeki büyük artışlara karşın, gerek karada ve gerekse denizlerimizde aramalar aynı ölçüde artmamış ve üretim de giderek marjinalleşmiştir. Önce Türk karasuları içinde ve ilk olarak Ekim 1966’da gerçekleştirilen arama sondajını takiben, bu sulara bitişik Kıt’a Sahanlığı üzerinde Türkiye’nin uluslararası deniz hukukundan kaynaklanan münhasır arama ve işletme haklarını tüm dünyaya ilan eden 11.11.1966 tarih ve 6/7284 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi’nden bugünedek denizlerimizde açılan kuyularımızın sayısı iki elin on parmağını geçmemektedir. 6491 sayılı Yasa’nın bu kritik durum karşısında, ülkemizde petrol aramalarına ve üretimine ivme kazandırmada yeterli olup olmayacağını zaman gösterecektir.