Üçüncü Büyükelçiler Konferansı
Dr. Mustafa AŞULA / Emekli Büyükelçi
Dışişleri sessiz ve derinden giden bir gemi iken, bu defa Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu kaptan köşküne oturup, çarkı eline aldıktan sonra, işler epeyce değişti. Dışişleri gemisi artık ışıldak ve sirenleriyle etrafı ayağa kaldırmanın coşkulu çabası içinde.
Sayın Bakan, anlaşılan siyasi iktidarın dış politikada kendisine vermiş olduğu 'serbest kullanma kartını' (carte blanche) bu defa da kullanmak suretiyle, bir yandan Yeni Zelanda, diğer taraftan Şili'den ve Afrika'nın derinliklerinden Büyükelçilerimizi 3 Ocak günü Ankara'da topladı ve Üçüncü Büyükelçiler Konferansı'nın açılışını yaptı.
Açış konuşmasında Bakanımız herşeyden önce müstesna donanımlı bir akademisiyen olarak kürsüye hakimiyet kurdu ve yaklaşık bir saat süreyle düşüncelerini çok geniş katılımlı davetlilere açık ve seçik olarak anlattı.
Bakanımız bana kalırsa, müzakerecilikte önemli bir yöntem olan 'maksimalist' pozisyonu yeğledi ve hedefleri buna göre tayin etti. Örneğin, Türkiye bundan böyle dünyadaki 'akil adamlar-ülkeler' arasında yer alacak, keza ülke, Cumhuriyetin 100'ncü yılında ekonomide ve sair alanlarda ilk on arasına girecek, Dışişleri yangın çıktıktan sonra bunu söndürmeye seğirten itfaiye erleri yerine, yangının çıkmasını önleyecek düzenlemelerin plan ve uygulayıcısı olacak, Türkiye bundan böyle, düzenden şikayet edenlerin safında değil, aksine düzen kuranlar arasında bulunacak, Türkiye bölge ülkeleriyle olan tarih ve kültür bağlarını da değerlendirerek, uyuşmazlıklara çözümler üretecek ve belirleyici taraf olacaktır.
Dışişleri mensuplarına bundan sonraki çalışmalarında bir nev'i talimat niteliğindeki bu öngörülerin ne kadarı, mevcut uluslararası koşullar muvacehesinde, uygulanabilir? Bunu zaman gösterecek. Ancak Sayın Bakan isabet buyurmuşlardır; maksimalist istemde bulunma, sonunda hiç olmazsa orta yolda buluşmayı kolaylaştırır ve iş kazançla biter.
Sayın Bakanın konuşmasında üzerinde durduğu iki önemli husus dikkatimi çekti; Birincisi, İstanbul'un Birleşmiş Milletler merkezi haline getirilmesi, zaman içinde Birleşmiş Milletlere ait çeşitli kuruluşların, Cenevre ve Viyana misalinde olduğu gibi, İstanbul'da konuşlandırılmaları gibi. Bu yolda ne kadar çaba gösterilirse azdır, zira Türkiyemiz ve İstanbul böylesi bir misyonu çoktan haketmiştir.
İkinci önemli husus, Türk dış politikasının bundan böyle 'tanıtıcı diplomasi' uygulamasına hız verecek olmasıdır. Aslında bu hedef hep var olmuştur. Türkiyemizin devrimci ve çağdaş yüzü hep anlatıla ve fiiliyatla isbat edilegeldiği içindir ki, Türkiyemiz daha Cumhuriyetin çok genç olduğu yıllardan itibaren Batı'nın belli başlı kurum ve kuruluşları içinde saygın yerini alabilmiştir. Bugün Batı'da Türkiyeden bahis varsa, bu, dış politika içinde hep süregelen tanıtım sayesinde olmuştur. İç politika ve seçim kaygıları bu trendi zaman zaman, istemeyerek de olsa yavaşlatmış, ancak durduramamıştır. Hele bu defa Türkiye önümüzdeki dönemde 'akil ülkeler' sıralamasına gireceğine göre, tanıtımda önceliği, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisi gibi evrensel değerlere ayırmak zorundadır. Bunu da başaracağına şüphe yoktur.