Yeni kurumsalcılık ve yeni ekonomik coğrafya

Ülkeler nasıl zenginleşiyor? Neden bazı uluslar ve bölgeler geri kalmaya devam ediyor? Kuramsal bir cevap, veriler ve ölçümlerle birlikte, “yeni kurumsalcılıktan” geldi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

90-006.jpgEvet, kapitalizm genel bir refah artışıyla el ele gitti ve nüfus arttı, insanlar daha kaliteli ve uzun yaşamaya başladılar. Genel tablo bu. Fakat büyük farklılıklar hala mevcut ve mesafe kapanmıyor. 

Yeni Kurumsalcılık

Yatırımları ve teknolojik ilerlemeyi etkileyen en önemli faktör kurumlar ve ekonomik performansı kurumlar belirler. Kurumlar hem formel, hem enformel olabilir ve davranışları yapılandırır. Mülkiyet haklarının açık bir hukuki çerçeveye oturtulması yüksek getirilerin ön şartıdır ve ıraksamayı bu sağlamıştır. Kurumlar bir kez yerleşince kalıcı olurlar. Kurumsal kalite “ölçülebilir” ve büyüme regresyonlarına girer (mesela Kaufmann et al (2013), “Rule of Law Scores”). Acemoğlu ve diğerleri analizin kalbine kurumları yerleştiriyor. Çalışmalarının analitik özü klasik bir makalelerinde ifade ettikleri şekliyle şema 1'de özetlenebilir. Burada t zaman demek ve t+1, t döneminden sonraki döneme işaret ediyor.Bu yapıtaşını daha “eski” bir jargonla, 19. yüzyılın ikinci yarısında klasikleşen bir terminolojiyle yeniden ifade etmek mümkün.

Peki bu şemada gelecek nerede? Yani bu dinamiği ila nihaye kendisini yeniden üreten bir tuzaktan kurtaracak olan nedir? Kurumsal değişim nereden gelecek? Bu sorunun Türkiye gibi sürekli geçiş dönemi ekonomisi deseni çizen bir ülke için önemi var: (i) "Kaynakların dağılımı özü gereği çatışmaya dayalıdır ve dolayısıyla siyasi bir karardır". (ii) Çatışan sınıfların üzerinde anlaşacakları etkin bir kurumlar kümesinin olabileceğine işaret eden bir teorem yoktur. (iii) Etkinlikten uzak kurumların oluşmasına ve bunların uzun süre kalıcı olmalarına yol açan şey eksik rasyonalite olmayıp, siyasi seçiş probleminin doğasıdır.

Geçiş ekonomisi dışsal şokların ekonomik işleyişi demode ve etkinlikten çok uzak hale getirdiği ve iktisadi dengeyi –kaynak, servet, gelir dağılımı ve yatırım, tasarruf, teknolojik gelişme vektörü- değiştirdiği bir ekonomidir. Sistemin değişim potansiyeli var, fakat değişimin “şoklar”, teknolojik değişim ve uluslararası sistemdeki ihtiyaçların yönü tarafından ateşlenmesi olasılığı güçlü.

Kurumların sonuçları değiştirdiği tezini kısa biçimde ifade etmek mümkün: Sonuçlar = Kurumlar x Tercihler (Charles Plott, Caltech). “Tercihler” aile-yakın çevre-ülke genelinde hakim ideoloji tarafından “içsel” olarak belirlenir ve çok yavaş değişir. Kurumların önemi buradadır. Fakat kurumlar da, bir kez sağlam biçimde yerlerine yerleşince, kalıcı olma eğilimi taşırlar. Sonuçta değişim ya kurumlardan, ya tercihlerden ya da her ikisinden gelecektir. Mesela, 500 yıl sonra Latin Amerika’da İspanyol-Portekiz sömürgeciliğinin etkileri hala kalıcı mı? Köleciliğin etkileri hala kalıcı mı? Koloniyalizm bazı bölgelerin talihini tersine mi çevirdi? Şehirleşme verileriyle bakınca 1500 civarı zengin olan bazı bölgeler (Orta Amerika) şimdi fakirleşmiş görünüyor. Coğrafya aynı, doğal kaynaklar benzer olduğuna göre 1500 sonrası “terse dönüşün” nedeni koloniyalistlerin yerleştirdiği yeni kurumlar olabilir. Hipotez bu: Latin Amerika’nın yağmalanması amacıyla oluşturulmuş olan tarım odaklı sömürgeci kurumların, bağımsızlık sonrasında bile endüstrileşme dalgasına adapte ol(a)maması geri kalmaya yol açıyor.

Nedeni Acemoğlu ve diğerlerine (2002) göre kolonilerin tasarımında yatıyor. Örnek: Kölelik. “Yeni kurumsalcılığın” önde gelen ismi Prof.Daron Acemoğlu (MIT), Acemoğlu et al (2012) makalesinde Colombia ve 17-18. yüzyıllarda altın madenlerinin köleliğe yol açmasını inceledi. Madenler artık kapalı ama hala (a) Köle bölgesinde fakirlik yüksek ( b) Kamu hizmeti yetersiz (c) Okula gitme oranı düşük (d) Aşılanma oranı düşük. Diğer değişkenlerin etkisi “kontrol edildikten” sonra, köleliğin tarihi mirası hala olumsuz fark yaratıyor.

Yeni ekonomik coğrafya

Yeni kurumsalcılık önemli çünkü çok genel, “büyük anlatılar” yerine özgül tarih ve kurumları ele almayı öneriyor. Coğrafya tezinin ilk versiyonuna bakarsak, örneğin bir Orta Afrika ülkesini alıp Avrupa’nın göbeğine yerleştirebilseydik, bu sefer o Afrika ülkesi gelişmiş bir ekonomiye sahip olurdu. Bu kadar basit değil elbette ama coğrafya tezini de, en azından “yeni” versiyonlarıyla, yabana atmamak lazım. Diyor ki: (a) Bölge ve gelir bağlantısı yüksek çünkü (i) Üretimde toplulaşma –üretim üssü olma- avantajları var; organize sanayi bölgeleri gibi (ii) Piyasa potansiyeli önemli (iii) Ticari maliyetler mühim.

Bunların üçü de coğrafya bağlantılı olgular. Enformasyon ve iletişim teknolojileri coğrafyanın önemini azaltıyor olabilir ama “coğrafyanın önemli olma biçimini” değiştiriyor olmaları da bir olasılık. Nihayetinde fiziki sermaye ve fiziki ürünler bir yerden bir yere gidecek. Sermaye “elektronik” geziniyor demenin burada anlamı yoktur çünkü finansal varlıklar bazı kişilerin toplumun fiziki üretimi ve fiziki (gerçek) zenginliği üzerinde ne kadar hak iddia ettiğini gösterir. Başka da bir şey göstermez. Bu yazıda “gerçek” zenginlikten bahsediyoruz, kağıt parçalarından değil.
Ve diyorlar ki ( b) globalleşme eşitsizliği artırabilir: (a) Taşıma maliyetleri ya çok yüksek ya çok düşük ( b) Arada bir durum olmuyor mu? Sanayi ölçek ekonomilerinden ve ölçeğe göre artan getiriden yararlanacak şekilde geniş bir piyasaya yerleştirilir ve yoğunlaştırılırsa olabilir.

Özetle, “yeni ekonomik coğrafya” bize “kurumlar her yerde aynı bile olsa, piyasaların entegrasyon derecesi büyüme hızlarını farklılaştırır ve yakınsama gerçekleşmez” diyor. Nitekim pek çok örnekte üretim üsleri küçük bir mekanda yoğunlaşıyor.

Batı o kadar ileride ki, dünyanın geri kalanı için “yetişmek”, iş yapma tarzı, ticaret hukuku, teknoloji transferi, sermaye birikimi, ağ bağlantıları vb sağlansa bile hiç de kolay değil. Üstelik “optimal entegrasyon zinciri” gibi bir kavrama da ihtiyaç var. Dışarıda kalamazsınız ama entegre olma biçiminiz çok önemli.

Arjantin ve talihin ters dönüşü

w.jpg1930 öncesi “agro-exportador” –tarım ürünleri/hayvancılık ihraç ederek zenginleşen kapitalistleşmiş büyük toprak sahipleri sınıfıoligarşi daima iktidardaydı. Dış ticaret ve uluslararası finans bu dar grubun elindeydi. Dış ticarette korumacılık ve “halkçılık” –sonradan meşhur olacak Latin Amerika tipi “popülizm”istenmiyordu. Durum kötüye gidip kontrol elden kaçmaya başlayınca kentli zengin sınıf devreye girdi ve Peron iktidara getirildi.

 

Peron rejiminde geleneksel hakim sınıf iktidarı kaybetti. Şöyle özetlenebilir: (a) Peron’un politikaları: (i) İhracat ve ithalat vergileri (ii) döviz kuru ve ücret politikası (iii) sanayi lehine dönen iç ticaret hadleri (b) Peron’un destekçileri: Kent burjuvazisi, sanayiciler, işçi sınıfı. Sonuçta tarımsal verimlilik ve üretim düşüyor, ihracata yönelik sektörler darbe alıyor: Ödemeler dengesi krizi 1955’te Arjantin’i vuruyor. 1955-90 arası türbülans dönemi: Sırayla ihracata yönelik tarımsal sektörleri destekleyen ve ekonomiyi dışa açma yanlısı hükümetler gelip gidiyor. Yerlerine korumacı ve kent odaklı, işçilere, kent burjuvasına, sanayicilere dönük hükümetler geliyor. Yatırım bankalarının jargonuyla “siyasi stabilite yok”. Bunun anlamı şu: Kimse tam olarak siyasal iktisada hakim değil ve bölüşüm kararları verilemiyor, problem askıya alınıyor. Sonuçlar: (i) Kamu maliyesi açık veriyor ve açık para basarak finanse ediliyor.

64-004.jpg

(ii) Enflasyon oranı yükseliyor ve, kamu açıkları para basarak finanse edildiği için, 1980 sonrası hiperenflasyona dönüşüyor. Arjantin’in günümüzün en fazla refah içinde yaşayan ülkelerinden olması beklenirdi. Ama tam tersi oldu. Arjantin geride kaldı. Tablolar bu durumu gösteriyor. 1929-1950 arası bir dönemde mi Arjantin "ıraksamaya" başlamış? Bu doğruysa yukarıda anlatılan hikayeye, siyasetekonomi sarmalına gönderme yapmak mümkün. Ama Arjantin 1900 civarında duraklamaya başlamış da olabilir. Net değil.

Bu konularda ilginizi çekebilir