Yerli malı
Orhan AKIŞIK
Geçenlerde TÜSİAD'ın olağan genel kurulunda konuşan Başbakan Erdoğan, Mustafa Koç'dan yerli malı araba yapmalarını istemiş; Koç da, teknolojik yönden bunun göründüğü gibi kolay olmadığını belirtmişti. Her iki taraf da kendince haklı. Başbakanın ülkenin ihracatını sürükleyecek bir yıldız sektör kurulması yönündeki arzusunu anlıyorum. Çünkü başta tekstil ve gıda olmak üzere geleneksel ihraç ürünlerimizle yıldan yıla artan dış ticaret açıklarını kapatmak mümkün değil. Açıkların finansmanı için şimdiye kadar çare olarak görülen sıcak paraya da, Merkez Bankası'nın aldığı son kararlarla, eskisi kadar sıcak bakılmadığı görülüyor. Doğrudan sermaye girişleri derseniz; o zaten yetersiz. Büyümeden vazgeçemeyeceğimize göre, dış ticaret açıklarını azaltmak için geriye tek yol olarak ihracatı arttırmak kalıyor. Bunun başka yolu da yok.
Otomotiv ileri derecede sanayileşmiş ülkelerde ekonominin itici sektörü, tabiri caizse lokomotifi. Nedeni, bu sektördeki gelişmelerin ekonominin diğer sektörlerindeki gelişmenin önünü açması. Otomotiv sanayiinin ABD'nin, Almanya'nın ve Japonya'nın bugünkü gelişmişlik düzeylerine ulaşmalarındaki payı büyük. Türkiye'nin yüzde yüz yerli otomotiv sanayiini kurması ve dünya markaları arasında yer alacak bir araba üretmesi imkansız değilse de sanıldığı kadar kolay değil. En azından bugünden yarına bunu başarmak güç. Diyeceksiniz ki, 60'lı yıllarda otomobil yapıyorduk, şimdi neden yapmayalım ? İyi de, o zamanlar üretimin yegane gayesi dışarıya kapalı bir ekonomide iç pazarın ihtiyacını karşılamaktan ibaretti.
Günümüzde ise otomotiv sektörü uluslararası rekabete en açık pazarların başında geliyor. Üretimdeki ölçek sorunu bir yana, sürekli değişen tüketici tercihlerine uygun araçları olabilecek asgari maliyetlerle üretmeden sektörde rekabet etmenin olanağı yok. Sektör, Ar&Ge faaliyetlerinin en yoğun olduğu endüstri kollarından biri. Bu sanayiinin öncü ülkelerinden ABD bile Japonya ve diğer ülkelerin ağır rekabeti altında bunalıyor. Mümkün olan en düşük maliyetle üstün kaliteli araç üretmenin yollarını keşfeden Japonların karşısında durmak giderek güçleşiyor. Kaldı ki, her yıl yaklaşık 10 milyar dolar Ar&Ge harcaması yapan dünyanın bir numaralı üreticisi Toyota bile geçen yıl gaz pedalından kaynaklanan bir sorun nedeniyle 2 milyonun üzerindeki aracı ABD piyasasından geri çekmek zorunda kalmıştı.
Günümüzde ekonomik kalkınmanın sürekliliği için Ar&Ge faaliyetlerinin önemi artmıştır.
Küreselleşmenin ekonomik alandaki en önemli etkilerinden biri, mal ve hizmetlerin dolaşımı önündeki sınırlamanın kalkmasıdır. Küreselleşme sayesinde şirketler yepyeni pazarlara açılmak olanağına sahip olmuşlardır ki bu, aynı zamanda uluslararası rekabetin önceden olmayan biçimde artması demektir. Şirketlerimizin Ar&Ge yatırımlarının AB ülkelerinin ortalamasıyla karşılaştırıldığında yetersiz olduğu görülmektedir. Ar&Ge'ye yatırım yapmadan uluslar arası pazarlarda rekabet gücü yüksek ürünler üretmek mümkün değildir. Türkiye'nin kronikleşen dış ticaret açıklarının kontrol altına alınması için de bu gereklidir. Uluslararası piyasalarda ürünleri ucuza satmakla ancak bir noktaya kadar rekabet edilebilir. Rekabetin uzun dönemde başarısı, ürün kalitesinin sürekli biçimde iyileştirilmesine bağlıdır. Kaliteli ürün, aynı zamanda katma değeri yüksek ürün anlamına gelmektedir.
Battelle Enstitüsü'nün IMF kaynaklarına dayanarak yaptığı bir çalışmaya göre, Ar&Ge harcamalarının dünya genelinde 2011'de artması bekleniyor. Avrupa ekonomilerinin içinde bulundukları krizden dolayı önümüzdeki yıllarda Ar&Ge harcamalarına fazla kaynak ayıramayacaklarının belirtildiği raporda, Uzakdoğu ülkelerinin harcamalarını arttıracakları belirtiliyor. Tahmini Ar&Ge harcamalarının yer aldığı tabloda ABD ilk sırada yer alıyor. 2011'de Ar&Ge'ye 405 milyar dolar, yani gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYİH) %2.7'sini ayırması beklenen bu ülkenin hemen arkasından Çin gelmekte. Güney Kore, Tayvan ve Singapur'da harcamaların GSYİH içindeki payı %2.4 ila %3 arasında değişiyor. Bu yüksek oranlar, 1980'lerden beri bu ülkelerde sağlanan yüksek büyüme hızlarının en önemli nedenlerinden biri. Türkiye ise, Ar&Ge harcamalarının GSYİH içindeki payı bakımından Hindistan ve Brezilya ile benzerlik gösteriyor. Ülkemizdeki oranın düşük olduğunu söylemeye gerek yok. Ar&Ge harcamalarının GSYİH içindeki payını %2'ler düzeyine çıkarmamız ihracat ve buna bağlı olarak büyümeyi arttırmak için gerekli, ancak yeterli değil. Zira harcamaların arttırılmasının yanı sıra bunların etkin bir biçimde kullanılması, yani getirisi yüksek projelere yönlendirilmesi de gerekiyor. Uzun dönemde ekonomik büyümenin sürekliliği buna bağlı.
Tahmini Ar&Ge harcamaları ve GSYİH içindeki oranı
(Brüt, milyar ABD doları)
Sıralama | Ülke | 2009 | 2009 | 2010 | 2010 | 2011 | 2011 |
1 | ABD | 383.6 | 2.7 % | 395.8 | 2.8 % | 405.3 | 2.7 % |
2 | Çin | 123.7 | 1.4 % | 141.4 | 1.4 % | 153.7 | 1.4 % |
3 | Japonya | 139.6 | 3.4 % | 142.0 | 3.3 % | 144.1 | 3.3 % |
4 | Almanya | 68 | 2.4 % | 68.2 | 2.4 % | 69.5 | 2.3 % |
5 | G. Kore | 41.4 | 3.0 % | 42.9 | 3.0 % | 44.8 | 3.0 % |
8 | Hindistan | 28.1 | 0.8 % | 33.3 | 0.9 % | 36.1 | 0.9 % |
11 | Brezilya | 8 | 0.9 % | 18.6 | 0.9 % | 19.4 | 0.9 % |
13 | Tayvan | 17.6 | 2.4 % | 18.2 | 2.3 % | 19.0 | 2.3 % |
18 | İsrail | 8.8 | 4.3 % | 91 | 4.2 % | 9.4 | 4.2 % |
22 | Türkiye | 6.4 | 0.7 % | 6.7 | 0.7 % | 6.9 | 0.7 % |
26 | Singapur | 5.7 | 2.4 % | 6.0 | 2.2 % 6.3 | 2.2 % |
Kaynak: IMF, R&D Magazine, Battelle