100 yılda yüzlerce yıllık sıçrama

Naki BAKIR
Naki BAKIR MAKRO BAKIŞ naki.bakir@dunya.com

Yüz yılı geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün geldiği konumu anlamak için, öncesindeki siyasal, sosyal ve ekonomik tabloyu hatırlamak gerekiyor. Bugünden geriye bakıldığında, çeşitli dönemlerdeki ve mevcut olumsuzluklara rağmen, yüz yılda “yüzlerce yıllık” bir gelişim başarısı kendini gösteriyor. I. Dünya Savaşı sona ermiş, Almanya’nın yanında savaşa giren Osmanlı Devleti de yenik sayılmış; güçsüz ve yenik Osmanlı yönetimi, ordularının dağıtılması ve silahların teslimini öngören Mondros mütarekesini (30 Ekim 1918) imzalamak zorunda kalmış, peşinden İtilaf devletlerince İstanbul ve Anadolu toprakları işgal edilmişti. Başkenti yabancı işgalinde olan Osmanlı devleti hukuken artık yoktu! Peşinden Yunan ordularının Anadolu işgali başladı. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa, henüz görece güvenli illerde organize ettiği kongrelerle bir büyük kurtuluş ateşinin fitilini yaktı. Kurtuluş iradesinin en üst düzeyde tecellisi olarak 23 Nisan 1920’de, O’nun başkanlığında Büyük Millet Meclisi’nin açıldı. Doğu, güney ve batı olmak üzere üç cephede birden verilen topyekûn Kurtuluş Savaşı o Meclis’in uhdesinde kazanıldı. Yedi düvele karşı tamamen orantısız güç dengesi ve aleyhteki koşullara rağmen kazanılan zafer, tarihte eşi az görülen bir olay olarak kayıtlara geçti.

Osmanlı’nın ekonomik mirası Ekonomisi tamamen tarıma dayalı olan Osmanlı devleti tarımsal ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir üretime de sahip değildi.

I. Dünya Savaşı’nda çalışma çağındaki nüfus ve hayvan varlığı ordu emrine alınmış, bitmek bilmeyen savaşlardan dolayı iş gücü hızla azalmış, asker kaçaklarının sayısı da hızla artmış, büyük bir tarımsal işgücü açığı ortaya çıkmış, üretim hızla düşmüş, halk derin bir yoksulluk içinde açlık sınırına gelmişti. Aşırı vergiler ve kamulaştırmalar yüzünden çoğu çiftçi toprağından, hayvanlarından, tohumluktan yoksun kalmış, Osmanlı ekonomisinin temeli tarım, o günlerde artık “yok” noktasındaydı.

1913-1922 arasında tarımsal ürün rekoltesi neredeyse üçte bire inmiş, sadece ordu gereksinimleri için çalışan işletmeler bulunuyordu. Tarımsal üretimin en fazla olduğu Marmara, Ege ve Akdeniz bölgeleri ise işgal altındaydı. Sanayisi yok denecek düzeyde olan ülkede belli başlı merkezlerde potansiyel arz eden ticaret sektörü ise azınlıklar ve yabancıların elinde bulunuyordu.

Ekonomik temeller savaştayken atıldı

23 Nisan 1920’da Ankara’da açılan Meclis bir yandan Kurtuluş Savaşı’nı yürütüyor, aynı zamanda müstakbel devletin ekonomik temellerini atıyordu. Henüz yeni devlet kurulmamış, Cumhuriyet ilan edilmemişken, yeni devletin ekonomik omurgasının inşasına başlandı.

Bu amaçla İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat-4 Mart 1923’te İzmir’de çiftçi, tüccar, sanayi ve işçi kesimlerinden 1.135 delege ile toplandı. İzmir’in kurtuluşunun üzerinden henüz 5 ay geçmiş, Lozan Antlaşması’nın imzasına ise daha 4 ay vardı. Kongrede İtilaf Devletleri’nin devam etmesini istediği, Osmanlı Devleti’nin ekonomisini çökerten kapitülasyonlar ve diğer imtiyazların kabul edilemeyeceği kesin şekilde karara bağlandı. Kredi sorunu, üretimin tanzimi, gümrük meselesi, vergiler, ulaşım araçları gibi konular ayrıntılı biçimde ele alındı. Ekonominin fırsat ve tehditlerinin değerlendirildiği, ekonomik hedeflerin belirlendiği İzmir İktisat Kongresi, esas olarak, 29 Ekim 1923’te ilan edilecek Cumhuriyet Türkiye’si için uygun görülen “karma ekonomi” modelinin temellerinin atıldığı bir platform oldu.

İzmir İktisat Kongresi kararları

- Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulması

- El işçiliğinden ve küçük imalattan hızla fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmesi

- Özel sektör tarafından kurulamayan teşebbüslerin devletçe ele alınması

- Özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir devlet bankası kurulması

- Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması

- Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılması

- Sanayinin teşviki ve milli bankaların kurulması

- Demiryollarının inşaat programına bağlanması

- İş erbabına amele değil, “işçi” denmesi

- Sendika hakkı “Aşar”ın kaldırılması

Cumhuriyetin 1923-1929 dönemi ekonomi politikasına damgasını vuran İzmir İktisat Kongresi’nin oy birliği ile alınmış kararlarından biri de toprak ürünlerinden yüzde 10 oranında tahsil edilen “aşar” vergisinin 1925’te kaldırılması idi. Bu vergi, bütçenin gelir kaleminde önemli bir yer tutmasına rağmen kaldırıldı. İzmir İktisat Kongresi’yle liberal bir ekonomi tasarlanması ve liberalizmin temelinin özel mülkiyete dayanması dolayısıyla, aşarın varlığı bir çelişki haline gelmişti. Cumhuriyet idaresi, egemenliği Osmanlı hanedanından alıp ulusa verirken, padişahın mülkünün sahiplik sıfatını da halka intikal ettirince aşarın alınmasının mantığı da sona ermiş oldu.

İlk yıllar: “Milli ekonomi”

1923-29 döneminde “milli ekonomi” ilkesi çerçevesinde devletin destekleyeceği girişimci bir sınıfın (milli burjuvazi) oluşumu ve kalkınmanın bu yolla sağlanması öngörüldü. Ulusal yerli sanayinin gelişimi için gerekli kaynakları sağlamaya yönelik olarak 1924’te Türkiye İş Bankası kuruldu.

Özel sermaye birikimi olmadığı için devletin ekonomide doğrudan varlığı ve önderliği esas alınırken, devlet ve özel sektörün bir arada olduğu “karma ekonomi” modeli çerçevesinde, aynı zamanda özel girişimciliği teşvik için yasal düzenlemeler yapıldı. 1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu ile özel mülkiyet güvence altına alındı. Büyük kentlerde ticaret borsaları kuruldu. 1927’de Sanayi Teşvik Kanunu çıkarıldı. Sanayi ve Maadin Bankası, Emlak ve Eytam Bankası kuruldu. 1927’de Başbakanlık’a bağlı olarak li İktisat Meclisi kurularak fiyat istikrarı, gümrük tarifeleri gibi devletin ekonomiye yön verecek siyaset tespit etmesi amaçlandı.

1923-1938: 46 büyük sanayi tesisi

Bu dönemde Sanayi Teşvik Kanunu kapsamında yapılan sayıma göre ülkedeki toplam işletme sayısı 65 bin 245’ti. Bu işletmelerin yüzde 79’u küçük işletme kategorisinde olup, 100 ve daha fazla işçi çalıştıran işletme sayısı sadece 155 ve ülkedeki sanayi üretimi kapasitesi çok sınırlı düzeyde bulunuyordu. Ekonomi esas olarak tarıma dayalı olmaya devam etti. Tarımın GSYİH içindeki payının yüzde 45 olduğu 1923-1929 döneminde yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 8,6 olarak gerçekleşti. “Büyük Buhran” olarak adlandırılan 1929 Dünya Ekonomik krizinin etkileri 1930’lu yıllar boyunca hissedildi.

Krizin etkileri devam ederken, İzmir İktisat Kongresi’nde atılan temeller doğrultusundaki sanayileşme ve ekonomik gelişim programı ile 1923-1938 arasında, aralarında uçak fabrikasının da bulunduğu 46 büyük sanayi tesisi kuruldu. Bu dönemde ağır sanayi üretimi yüzde 152, toplam sanayi üretimi yüzde 80 artış kaydetti. Ekonomik iflas nedeniyle çöken Osmanlı devleti yerine kurulan Cumhuriyet, kısa zamanda hızlı kalkınma ivmesiyle ekonomik dengelerini sağlayarak dünyada önemli bir yere geldi. 1946 sonrası yol ayrımı Türkiye, 1938 sonrası dönemde, özellikle 1946’dan itibaren ekonomide farklı model ve politikalara yöneldi. 1940’larda Marshall Planı ekseninde ABD ile ekonomik ve siyasal yakınlaşma başladı. 1950’de geçilen çok partili sistemde iktidara gelen DP, döneminde bu süreç ivme kazandı. “Hızlı kalkınma” adına ABD yardımlarının önemsendiği bu dönemde Türkiye NATO’ya üye oldu, Kore savaşına asker göndererek katıldı. Türkiye bu süreçte dış yatırıma açılırken, dış borçlanmaya da giderek artan oranda başvurmaya başladı. Ancak Türkiye ABD’den beklenen ölçüde bir ekonomik yardım göremedi. Öyle ki bu durum 27 Mayıs 1960 darbesi öncesinde DP’nin Sovyetler Birliği ile ilişkilerini geliştirmesine yol açtı.

Serbest piyasaya geçiş

24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye 80’lerde tamamen dışa açıldı, özellikle 83 sonrasında ANAP iktidarları döneminde ithal ikameci ekonomik model tümden terk edilerek konvertibiliteye, küresel finans ile entegrasyona ve serbest piyasa ekonomisine geçildi. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren, Cumhuriyetin ilk yıllarında olmayan sanayiyi var etmek için devlet girişimiyle yapılan fabrika ve tesisler özelleştirme programları kapsamında devlet mülkiyetinden çıkarıldı. Türkiye ekonomisinde milli gelir, iç tüketim, sanayileşme, yabancı sermaye yatırımları gibi göstergelerde hızlı büyüme yaşanan ve özel sektörün hızla büyüdüğü bu dönem, aynı zamanda enflasyon, dış borç, cari işlemler açığı sorunu gibi olumsuz gelişmeleri de beraberinde getirdi.

Cumhuriyet’in kurulduğu yıl toplamda 577 milyon ve kişi başına sadece 45 milyon dolar milli geliri bulunan Türkiye, gelinen aşamada 1 trilyon doları aşmak üzere olan milli geliri ile dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında; 10 bin doların üzerindeki kişi başına geliri ile de “üst orta gelirli ülkeler” kategorisinde yer alıyor. Türkiye; siyasal sistem, toplumsal yapı, ekonomik işleyiş, eğitim, sağlık, bilim, sanat, spor ve diğer alanlarda henüz en üst ligde yer almasa da en önde gelen ülkeleri, uygar dünyayı yakınsıyor.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar