Affa da ihtiyaç bitmez, konuta da!..

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Geçenlerde baktım da Dünya'daki haftalık yazılarıma ilk başladığımdan bu yana geçen süre yedi yılı aşmış. Ard arda okunduğunda ekonomi ve maliye politikasında, mevzuat düzenlemelerinde yani regülasyonda ve reform inisiyatiflerinde izlediğimiz dalgalı çizgiyi oldukça iyi yansıtan bir günce gibi olmuş. Önceleri umut dozu daha yüksek yorum ve değerlendirmeler ağır basarken küresel finans krizinin patlak vermesiyle oluşan fırsat ve tehditler, konjonktür dengeleri ve kısa vade ile sınırlı tedbirler ile yetinip yapısal dönüşümü savsaklamamıza yani geleneksel alışkanlıklarımıza geri dönmemize dair kaygılar ile birleşince uyarı sinyallerini arttırmışız. Gelişmiş ülkelerdeki toparlanma sürecinin uzun sürmesiyle beklenmedik ölçüde artan zamanı mutfak düzenlemeleri için kullanma becerisini gösteremediğimiz netleşince beklentilerimiz irtifa kaybetmiş, son bir yılda ise “durumu idare etmek”ten ibaret görünen uygulamaları eleştirmeye yoğunlaşmışız. Doğrusu pek iç açıcı bir grafik çıkmamış ortaya onca yıl sonunda.

Retorik çok, irade yok

Vardığımız noktayı görmek için derin analizlere gerek yok zaten, yazılı ve görsel medyada en büyük yeri inşaat ve banka reklamlarının işgal etmesi yerleşmeye karar verdiğimiz yörüngeyi yeterince anlatıyor. Büyümesini inşaat harcamalarına, tüketime, ithalata ve bunların finansmanına bağlamış, finansman kanalları tıkanınca krize girmeye mahkum bir yapı ve bu yapı içinde katma değeri ve teknoloji düzeyi düşük iç üretim dinamikleri. Ne bu yapıyı dönüştürecek bir toplumsal irade, ne de piyasa dinamiklerinin ve rekabet gücü yüksek özel kesimin ağırlık taşıdığı yeni bir büyüme modeli alternatifi tartışma gündeminin bile içinde değil.

Hak yemeyelim, retorik anlamında oldukça geliştiğimizi görmezden gelemeyiz. Üstelik sadece politikacılar değil, diğer toplumsal kesimler de sorunları ve çıkış yollarını bildiklerini sık sık vurgulamaktan geri kalmıyorlar. Hatta herkes gerektiğinden fazla konuşuyor da denebilir. Ne var ki kimse kendini söylediğine uygun tavır almaya zorunlu hissetmediği gibi, genel dönüşüme katkı yapmak şöyle dursun, kendi işini de gereğince yapmaya çaba harcamıyor. Geçtiğimiz haftadaki haber başlıklarını gözden geçirince ilgili Bakan'ın konut piyasalarındaki balon ihtimaline ilişkin bir soruya verdiği “Türkiye’de konut ihtiyacı bitmez” cevabından ve hükümetin başlattığı “faiz enflasyonun sonucu mu, yoksa sebebi mi” tartışmasından başka dişe dokunur gelişmeye rastlamıyorsunuz. Yeni yüzyılın ilk on yılındaki umut veren dinamizmden yıllar sonra geldiğimiz noktanın bu olması kabul edersiniz ki hiç de keyifli değil.

Yeni af tasarısında yenilik var mı?

Bu arada rutinin dışına taşan bir gelişme de oldu: Vergi ve SGK borçlarına af öngören yeni bir tasarı hazırlandı. Ana hatlarıyla Nisan sonuna kadar ödenmemiş borçların ceza ve faizlerinin büyük ölçüde silinmesini ve kalan borcun 18 taksit halinde 36 ay içinde ödenmesini öngören tasarı, geçmişte de olduğu gibi esas itibariyle devletin takibat maliyetini azaltmayı ve bütçe hasılatını arttırmayı (ayrıca tabii ki seçim öncesinde toplumun bazı kesimlerine bir pozitif mesaj yollamayı) hedeflemiş görünüyor. Mükellef psikolojisi açısından bu tür afların yarattığı ahlaki risk biliniyor, uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Özellikle, önceki aflarda da vurguladığımız gibi, hedefleri ve öncelikleri iyi tasarlanmamışsa hayatın doğal bir parçası, eşyanın tabiatı gibi algılanması tehlikesi var. Ayrıca vergi ve sigorta primleri işletmeler için bir maliyet unsuru olduğundan, öngörülmesi ve hesaplanması, en önemlisi zamanlaması ve kapsamı bilinmeyen bu tür düzenlemeler yatırımcı güvenini de olumsuz etkiliyor. Kuşkusuz kamu alacakları ile ilgili afların yararları da var. Bütçe açısından hasılat etkisi ve birikmiş dosyaların tasfiyesi gibi idari külfetleri azaltıcı sonuçları zaten açık. Ayrıca toplanan paraların finansal istikrarı sağlayacak şekilde kullanılması, sözgelişi cari harcamalar yerine borç ödemeye tahsisi halinde bu yarar artabilir de. Hele ekonomik kriz dönemlerinde mali bünyeleri bozulan işletmelere destek olarak çıkarıldığında yaygın kabul de görebilir. Bunların dışında bize göre en önemlisi, geniş tabanlı ve beyannameli mükellef sayısını arttırmayı amaçlayan, gerçek güvenlik mekanizmalarıyla tahkim edilmiş bir vergi sistemine yönelik reform hamlesiyle eşanlı yapıldığında reformun başarısına katkı yapacak stratejik bir enstrüman niteliği de kazanabilir. Yine ortakların özel servetlerinin işletme sermayelerine dönüştürülmesi ya da kayıtdışı stokların kayda alınması gibi hedefler söz konusu olduğunda da benzer bir durum söz konusu olabilir. Ancak yeni tasarının böyle sistematik bir kurguya dayanmadığı ve hasılat amacına odaklandığı anlaşılıyor. Üstelik kriz ya da yatırım nedeniyle ödeme güçleri azalanlar ile vergi ödememeyi adet edinmiş olanlar arasında bir ayırım da gözetilmiş değil.

Zayıf işletmelerin can suyu ihtiyacı bitmez

Tabii ki işin daha derin bir arka planı da var. Devleti alacaklarını silmeye ya da ödenmesini kolaylaştıracak şekilde yeniden yapılandırmaya zorlayan bir ekonomik yapının söz konusu olduğu da düşünülebilir. Verimliliği ve katma değeri düşük, nitelikli işgücü ve Ar-Ge için fon ayıramayan, rekabetçi mal ve hizmet üretemeyen, optimal ölçeği yakalayamamış işletmelerle güçlü bir ekonomi oluşturulamadığı gibi sağlıklı bir kamu finansmanı da sürdürülemez. Kamuya olan borçlarını can suyu kredisi gibi kullanmak zorunda olan, aksi takdirde ayakta duramayacak işletmelerimiz çoğunluktaysa bunlarla nereye kadar gidebiliriz? Bu bile, sistemi yeniden kurgulamamız, modeli yenilememiz gerektiğini kanıtlamaz mı?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019