Amaç pozitif reel faiz vererek Arjantinleşmek mi?

Nazlı SARP
Nazlı SARP nazli.sarp@dunya.com

Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunlar hangi tür ekonomi politikası uygulanırsa uygulansın beraberinde yan etkiler de oluşturmakta.

Yıllar boyu uygulanan vergi afları, tahsilatların etkin bir biçimde yapılamamasını nasıl beraberinde getirdiyse bu defa uygulanan sıkı maliye politikası da istenmeyen sonuçlar doğurdu.

Vergi sisteminin doğrudan yerine dolaylı vergilere dayanması, enflasyonu ve bütçe açığını düşürmeyi hedefleyen sıkı maliye politikasının çift yönlü işlevini tekil hale getirmiş, talebi baskılama yolunu daha fazla enflasyon ve hanehalkına eşitsiz yük pahasına sağlamıştır. Günün sonunda tek amaç enflasyonu tetiklemesi nedeniyle bütçe açığını kapamak olarak algılanmıştır diyebilirim

Maliye tarafı işlevini tam olarak yerine getiremiyorsa enflasyon illetinden kurtulmaya yönelik olarak para politikası nasıl yürümeli?

 Geçtiğimiz hafta TCMB’nin ikinci faiz kararını karşıladık, aynı gün Cumhurbaşkanı’nın Körfez turundan da sermaye yatırımları (50 milyar doları aşkın) ve bir miktar da sıcak para geleceği (11,5 milyar dolar) kulisleri alındı. Her ne kadar TCMB’nin Ortodokslaşmada yavaş davranması çok eleştiri alsa da döviz girişi haberi ortamı yumuşattı denilebilir. İşte başlıktaki “Arjantinleşmeyi” hatırlatmaya burada ihtiyacım var.

Eğer enflasyon beklentisinin üzerinde bir politika faizi yani pozitif reel faiz enflasyonu düşürmede kitaplarda yazdığı gibi başarılı olsaydı; bugün Arjantin, yüzde 116 enflasyon oranı ve çok yüksek dolarizasyonla mücadele etmiyor olurdu. Peki neden? Bu konuda çok fazla şey yazılıyor ama bana kalırsa ülkenin bu hale gelmesinde diktatör Juan Peron’un payı kadar yeni merkantilizm olarak adlandırılan emtia krizleri ve onun günümüzdeki uzantısı neoliberalizmin ana kurumlarından IMF’in de inkar edilemez bir payı var.

IMF’in kemer sıkma politikaları Arjantin toplumunda yılgınlık yarattı ve sonunda 2019’da değişen iktidarla özellikle dedolarizasyon konusunda atılan korumacı adımlar ekonomiyi kontrol etmeye yetmedi… Buradan çıkarılacak en önemli ders üretimde yapısal dönüşüm olmaksızın uygulanacak ekonomi politikası ne olursa olsun ister neoliberal (ortodoks) ister postneoliberal ya da heteredoks; retorikten bağımsız olarak derinlemesine bir dönüşüm olmaksızın hedefe kısa vadede ulaştırsa bile sürdürülebilir olmuyor.

Türkiye’nin Arjantin’e göre avantajları var ki bunlardan biri büyümenin geçmiş yıllarda istikrarlı bir biçimde sürdürülmüş olması, diğerleri ise alt yapı yatırımlarının da gerçekleştirilmiş olması ve gerek lojistik gerekse de üretimde yetenekli bir reel kesimin varlığı olarak sayılabilir.

Paralel giden taraflar ise ne yazık ki üretimde katma değerin düşük olması, uzun yıllar uygulanan IMF programıyla ülkede sermaye girişlerine dayanan ve cari açığı kronik hale getiren bir yapının oluşmasıdır. Ticari krediler ile ilgili son on yıllık verilere dayalı (bankacılık sisteminde her hangi bir yapısal bozukluğun olmadığı) ekonometrik analizlerde işletme kredilerinin kur ve üretici fiyatlarındaki ani yükselişlerden oldukça yüksek oranda ve pozitif yönde etkilendiğini sonucu çıkmaktadır.

Halihazırda ağırlıklı yapısı KOBİ ve mikro olan işletmelerin kredi ihtiyacı çok yüksek düzeydedir. Bu nedenle kredi aktarım mekanizmasının bir an evvel ticari tarafta işlevsel hale gelmesi önemlidir. Kolay olmadığını biliyorum zira mevcut sistemde resesyona girmeden enflasyonu düşürmek teoride mümkün değil ancak şahsi görüşüm jeopolitik riskler devam ederken yani kapıda her an bir emtia krizi dururken büyümeden taviz vererek, gafil avlanılmaması gerektiği yönünde…

Şahsi fikrim; enflasyon illetinden kurtulmaya çalışırken amacımız eskiden olduğu gibi pozitif reel faizle portföy akımlarını çekmek yerine reel sektörün kredi ihtiyacını ihmal etmeksizin, kredi daralmasını bireysel tarafa yansıtıp, diğer taraftan da endüstriyel dönüşümü beraberinde getirecek, doğrudan yatırımları teşvik etmek olmalıdır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Kur, faiz, enflasyon 25 Mart 2024