AMB ve bankacılık operasyonu (1)

Taner BERKSOY
Taner BERKSOY EKONOMİ DÜNYASI tberksoy@pirireis.edu.tr

Küresel krizin başlangıcından bu yana beş yıl geçti. Tarihte misli görülmemiş büyüklükte ve derinlikte olacağı  öngörülen kriz, bana kalırsa Keynesci genişleme önlemlerinin hızla devreye sokulması sonucunda, beklenenden daha sığ ve görece daha sınırlı bir kriz olarak tarihe geçti.  Kriz yer küredeki bütün ülkelere bulaştı. Ama bunun dozu farkı oldu. Avrupa  Birliği (AB) küresel krizden en fazla etkilenen, krizden çıkışta da en çok zorlanan bölge olarak öne çıktı.

Küresel krizin bir boyutu temel dengesizliklerdi. Süreçte,  temel dengesizlikleri en büyük olan bölgenin AB bölgesi olduğu anlaşıldı. Finansal sorunlar küresel krizin ikinci boyutunu oluşturdu. AB’nin bu açıdan da önde gittiği ortaya çıktı. Bu iki özellik  AB’nin krizden neden çok fazla etkilendiğini açıklıyor.  Bölgenin kriz çıkışında  (ve hala) neden çok fazla zorlandığını açıklarken bu iki boyuta Birliğin başlangıçta uyguladığı iktisat politikalarının ana karakterini de eklemek gerekir diye düşünüyorum.

Bütünleşmenin henüz tam anlamıyla tamamlanmamış olmasının Avrupa Birliğinde iktisat politikası algısı ve uygulamasında zafiyeti yarattığını düşünüyorum. Ulusal siyasi otoriteler kriz sürecinde kriz yönetimi politikaları üzerinde tam bir mutabakat sağlayamadılar. Sonuçta görece sığ, dar görüşlü ve muhafazakar  sayılabilecek bir iktisat politikası kümesi ile krizle savaşmak zorunda kaldılar.

AB’nin, başlangıçta,  özellikle para politikası ve finansal onarım bağlamında durgun ve muhafazakar kaldığını söylemek yanlış olmaz. Krizin esas aktörü ABD krize karşı para politikasını olağanüstü gevşetip, finansal sistemdeki  kuşkulu varlıkları temizlemeye girişirken,  AB kemer sıkma politikaları, yüksek faiz ve sıkı para politikası uygulamasında ısrarlı oldu.  Kemer sıkma ısrarı hem ekonominin büyümesini olumsuz etkiledi hem de zaten sorunlu olan finansal sistemin büyüme üzerindeki frenleyici etkisinin sürmesine neden oldu.

Avrupa Birliği’nin kriz sürecinde benimsediği bu tavır Avrupa Merkez Bankası yönetiminin değişmesine kadar devam etti. İki yılı aşkın bir süredir yeni yönetim bir yandan para politikasını gevşetirken bir yandan da finansal sistemde onarıcı ve ön açıcı bir rol oynamaya başladı.                                               

Küresel kriz sürecinde kamu borçlanması ve borç yükü temel finansal mesele olarak ortaya çıktı. Ulusal devletlerin fazlasıyla borçlu olduğu ve bu sorun aşılmadıkça ekonomileri normale döndürmenin zor olacağı düşünülürse kriz sürecinde kamu borcu vurgulamasının doğru olduğu söylenebilir. Ancak bu vurgu temel sorunu kamu dengesizliği olanlar için geçerlidir. Finansal meselesi büyük ölçüde kamu alanı dışında ve özel borçlanma niteliğinde olan ülkeler açısından bu vurgunun  sorun yaratacağı açıktır.

Avrupa Birliği (özellikle Euro) alanı kamu borçlanma vurgusunun pek de geçerli olmadığı bir bölge sayılabilir. Hane halkı ve özel sektör firmalarının oluşturduğu özel alandaki borçluluk AB bölgesinde risk üreten ve finansal sistemi kilitleyen  temel özellik olarak öne çıkıyor.  Bazı çevre ülkelerinde yüksek oranlı kamu borç yükü olduğu biliniyor. Bu borçların çevrilmesinde akut sorunlar yaşandığı da malum. Belki de bu nedenlerle,  ilk adımda Avrupa Birliğinde de temel finansal sorun kamu  borçlanması  perspektifinden  tanımlandı.  Bu algının AB’de özel borç sorunu ve bunun banka sistemi üzerindeki olumsuz etkilerinin bir süre, tabir caizse, halının altına süpürülmesine yol açtığı söylenebilir. 

Son sıralardaki değerlendirmelere bakarsanız AB’de kamu borcu sorununun başlangıçta algılandığı kadar vahim bir boyutta olmadığının yazılıp, söylendiğine tanık olacaksınız. Bu değerlendirmenin  biraz da arada geçen sürede kamu borç yükünün bir miktar azaltılmış olmasının getirdiği moral motivasyondan kaynaklandığı düşünülebilir.  Ama daha önemlisi aynı motivasyonun  Avrupa’yı finans alanındaki esas meselesine, özel borçluluk ve bunun banka sisteminde yarattığı zafiyetin onarılmasına yönlendirmiş olmasıdır.

Avrupa Merkez Bankası’nın  bankacılık kesimiyle ilgili yeni kararları bu yeni yönlenmeye işaret ediyor. Avrupa Merkez Bankası önce banka sistemini  (128 büyük bankayı) ayrıntılı biçimde  inceleyip, değerlendirecek.  Bankaları bir miktar rehabilite ettikten sonra da, 2014 yılı sonbaharından itibaren banka sisteminin düzenlenip, denetlenmesi yetkisini ulusal otoritelerden devralacak.

Bu sürecin Avrupa’nın krizden çıkışta atacağı en önemli ve etkili adım olacağını düşünüyorum. Devam edeceğim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekonomi kıskaçta 20 Aralık 2018
Normalleşme mi? 06 Aralık 2018
Kur’u temizleme 25 Ekim 2018
Yeni bir durgunluk mu? 18 Ekim 2018
Zaman mı kazanıyoruz 11 Ekim 2018
Tedbir gerekirdi 04 Ekim 2018
2019 yılı kritik 13 Eylül 2018
Adını koymadan 06 Eylül 2018