Artık hikayeden fazlası gerek

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

Gün geçtikçe önümüzdeki manevra alanının daraldığını, alternatiflerin azaldığını görmek için fazla uzman olmaya ihtiyaç yok. Geçmişte korktuğumuz başımıza geliyor; küresel krizin gelişmiş ülkelerde yarattığı sıkıntı ve kaosun önümüze serdiği uzun süreli toparlanma fırsatı, yerini sürekli tetikte durmamız gereken dalgalı bir belirsizliğe bırakmış bulunuyor. Üstelik yeni durumda kontrolümüz altındaki değişken sayısı çok az ve misyonumuz ezeli alışkanlığımız olan kısa vade yönetimine indirgenmiş görünüyor. Hem faiz, hem de döviz üzerinden gelen iki yönlü baskı, dengelerin sürdürülmesini zorlaştırıyor. Uluslararası yatırım bankalarının ve ekonomik düşünce kuruluşlarının raporları da küresel konjonktürdeki değişmelere, teknik tabirle dış şoklara karşı en duyarlı ekonomiler arasında, kronik cari açığı dolayısıyla Türkiye’nin de bulunduğunu vurguluyor.

Kemikleşen kırılganlık

Aslında küresel ekonomide kriz öncesine hızlı bir dönüş de söz konusu değil.

Fakat bir yandan yükselen ülkelerin büyüklerinde gözlenen ve bize göre, eski yazılarımızı hatırlarsanız, hiç de sürpriz olmayan yavaşlama, diğer yandan gelişmiş ülkelerin ve aksi yöndeki erken kehanetlere rağmen hala dünya ekonomisinin lideri konumunda olan ABD'de para otoritesinin önümüzdeki iki üç yılda politikalarında yapacağı doğrultu değişikliği piyasaları altüst etmeye yetti.

Türkiye de, her zaman olduğu gibi, en fazla etkilenen birkaç ülkeden biri oldu.

Nedeni de, sürekli sinirlendiğimiz rating kuruluşlarının notumuzu arttırırken dahi özellikle dikkat çekmeyi ihmal etmediği kırılganlığımız. Başta cari açık olmak üzere yapısal ve kronik zaaflarımızın üstüne bir de siyasi gerilim sosu eklenince doğrudan yatırımcı güven endeksinde de geriledi. Küresel kriz öncesinde küresel dış yatırımlarda ilk 15 ülke arasına girmişken son yıllarda ilk 25 ülke arasına girmekte zorlanır olduk. A.T.Kearney'in en büyük küresel şirketlerin üst yöneticileri arasında şimdi yaptığı anket, bu durumun önümüzdeki yıllarda da belki daha kötüleşerek devam edeceğini gösteriyor. Nitekim 2013 yılının ilk altı ayı itibariyle doğrudan dış yatırımların gerçekleşmelerinin, zaten düşüş trendinde olan geçen yılki rakamların da yüzde 40 altında olduğu TCMB rakamlarından anlaşılıyor. Üstelik girişlerin sadece dörtte biri imalat sanayiine, yüzde 60'i ise hizmet sektörüne yöneliyor.

Diğer parametreler de can sıkıcı. Yükselen ülkeler içinde enflasyon açısından da, işsizlik ve büyüme açısından da en kötü üç beş ülke arasında yer alıyoruz.

Sadece bütçe performansı yönünden iyiler arasındayız. Normalde dengeli bütçesi ve cari açığı olan bir ekonominin hiç değilse enflasyon riskinden uzak olması gerekirken böyle olmaması, bizdeki yapısal zaafların ve kırılganlığın kemikleşmiş olduğunun işareti. Bunun en kötü yani da geliştirilecek politika tedbirlerinin çoğunda umulan sonuçların alınmaması ihtimalinin artmasıdır.

Bütçe dengesi de bozulursa...

Zaten bütçe dengesi de genellikle bir defalık gelirlere ya da cari açık büyümesine dayanan, yapısal olmayan ve bu nedenle uzun vadede sürdürülebilirliği tartışmalı olan bir denge. Faiz dışı harcamalarda olabilecek artışlar, bu dengeyi kısa vadede de bozabilecek. Hele  kaçınılmaz görünen faiz artışları da gündeme gelince yapısal sorunlarımıza bütçe  açığı da katılabilir.

Keza, fon çıkışı sürer ve döviz ihtiyacı rezervlerden karşılanırsa, konjonktür yönetiminde de elimiz zayıflar.

Öte yandan Güven Sak'ın aktardığı bir araştırma,2012 yılında hükümetimizin kararlarının yüzde 60'inin inşaat projelerine ilişkin olduğunu, bunun geçmiş yıllara göre üç kata varan bir büyüme ifade ettiğini tespit ediyor. Anlaşılıyor ki büyümeyi sağlamak, hiç değilse tümüyle durmasını önlemek için mali disiplinden taviz verip kamu harcamalarını arttırmaktan başka çare kalmamış durumda.

Artık olumsuz yan etkileri göze almadan politika geliştiremez hale geliyoruz.

Roman gerekecek

Biliyorsunuz,2007'den beri yeni bir başarı hikayesi yazmak zorunda olduğumuzu söyleyip duruyoruz. Krizin batı dünyasında yarattığı kaos'un önümüze serdiği beş yıllık fırsat dönemini mutfağımızı düzeltip yapısal esnekliğimizi arttırmak yönünde kullanamadık. Aksine konjonktürün sağladığı para bolluğunu artan gücümüzün sonucu gibi algıladık ve cari açığa, kredi büyümesine rağmen büyüme hızındaki düşüşü önleyemedik.

Sözün kısası, mevcut ekonomik yapının katma değeri değil hasılatı esas alan, teknoloji tabanı ve işgücü kalitesi zayıf, ithalata bağımlı, verimlilik ve ölçek zaafları bulunan niteliğini dönüştürmedikçe hikaye üretme şansımız zaten çok sınırlıydı. Ama şimdi işimiz daha da zor. Çünkü küresel konjonktürün sağladığı rahatlık sona erdi. Artık hem konjonktür yönetimi yüksek beceri gerektiriyor, hem de yapısal katılıkların aşılması hayat memat sorunu haline geliyor. Deyim yerindeyse artık hikaye değil, roman yazmak gerekecek.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019