Artık öteleme değil çözüm gerekli

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Daha geçen yazımızda gerçek gündem ile ilgili temel sorunların artık 24 Haziran ertesine kadar tartışılmayacağını, yoğunlaşan siyasi yarışmanın dengelerdeki bozulma ile ekonomideki ısınma
üzerindeki dikkatleri dağıtacağını öngörmüştük. Ancak enflasyonda ve döviz kurlarındaki sıçrama, ardından en büyük rating kuruluşu olan S&P’nin zaten uzun süredir yatırım düzeyinin altında olan kredi notunu bir kademe daha indirmesi ve borsadaki düşüş neredeyse seçim gündeminin önüne geçti. Gerçi hükümet, başta emeklilere iki bayram ikramiyesi olmak üzere seçim vaatleriyle eşanlı olarak iki gelir getirici inisiyatif geliştirip muhtemel eleştirilere karşı önlem de aldı: 20 ila 40 milyar TL arasında gelir beklentisi olan “imar affı” ile bu yıl tahsil edilecek bölümü 16 milyar TL olan “kamu alacaklarının yeniden yapılandırılması”. Tabii son iki yılda artan kırılganlık algısını değiştirecek temel bir politika değişikliği olmadıkça (ki bu kısa vade için ekonomide bir yavaşlamayı kabullenme anlamına gelebilir) bu tekil tedbirlerin yararının ancak kriz kaygılarının hafiflemesiyle sınırlı kalacağı, ama sözgelişi yatırımcı güvenini sağlamaya yetmeyeceği ortada. Hatta bu yıl ile ilgili hedefleri kurtarmak için yeterli olup olmayacağı da tartışmalı. Şurası açık ki seçim sonrasında göstereceğimiz performansın kaynak akışı ve yatırım cazibesi açısından hissedilir bir etki yapması için sorunları ötelemeye değil kökten çözmeye yönelik politika ve programların ortaya konması gerekecek.

Döviz borçlanmaya önlem ve vergi affı

Aslında, zaman zaman değindiğimiz üzere, yakın geçmişte sık yaşadığımız krizlerin kazandırdığı deneyimler, bankacılık kesiminde ve bütçe dengesinde sağlanan iyileşme ve reel kesimin özellikle bölgemizde öne çıkmamıza yol açan çeşitliliği sayesinde ekonomimizin kazandığı esneklik gözardı edilemez. Sıkıntılı dönemleri bu yüzden göreli olarak çabuk atlattığımız da doğru. Ne var ki performansımızı kalıcı bir istikrara kavuşturamadığımız, arada bir parlayan göstergelerin aynı yılın diğer çeyreklerinde süratle bozulduğu, bu nedenle uzun dönemli büyüme oranının en anlamlı refah karinesi olan kişi başına geliri arttırmaya yetmeyecek düzeyde ve %5’in altında seyrettiği de açık. Yani konjonktürü yönetmede gösterdiğimiz mahareti ve kararlılığı temel performans parametrelerini geliştirme ve iyileştirme konusunda gösteremiyoruz. Bu ikilemin bana göre en belirgin şekilde dışa vurumu bu temel faktörlerde gözlenen kalite düşüklüğünde ortaya çıkıyor. Gerçekten de ezeli derdimiz olan cari açığın finansman kalitesinde de, bu bağlamda birincil çözüm olan ihracatın birim değerine yansıyan katma değer ve teknoloji düzeyinde de, yatırım cazibesini ve faktör verimliliğini derinden etkileyen hukuk düzeni ve eğitim sistemi kalitesinde de ciddi sorunlarımız var. Sözgelişi tasarruf açığı ve teknoloji yetersizliği nedeniyle hayati önem taşıyan küresel yatırım sermayesini potansiyelimiz ölçüsünde çekemeyişimizin, dolayısıyla cari açık finansmanını kredilere ve daha uçucu olan sıcak para şeklindeki portföy girişlerine bağımlı kılmamızın arkasında iki önemli faktör yatıyor. Birincisi reel sektörümüzdeki ölçek yetersizliği; dış yatırımcı belli bir büyüklüğün (en iyi ihtimalle 50 milyon doların) altındaki şirketlerle ilgilenmiyor. İkincisi, özellikle “private equity” yani özel sermaye fonları için, döviz volatilitesi yüksek olan bizim gibi ülkelerin exit yani piyasadan çıkış açısından riskli görülmesi. Volatilite, yarattığı kazanç fırsatı açısından sadece sıcak para için çekici; onun da ülkenin üretim kapasitesine ve faktör verimliliğine katkısı yok.

Bankacılık sisteminin kredi yaratma kapasitesi ise mevduatın yetersizliği ve döviz pozisyon açığının riski dolayısıyla sınırlarına varmış durumda. En fazla ihtiyacımız olan ve uzun yıllardan beri ülkemize uğramayan sıfırdan yatırım sermayesi ise bütün olarak yatırım ortamına, yani başta enflasyon ve parite olmak üzere makro ekonomik göstergelerin istikrarına, başta hukuk ve nitelikli işgücü yani eğitim kalitesi olmak üzere kurumsal altyapı kalitesine güven duymadıkça gelmiyor.

Döviz volatilitesinin reel kesim bilançoları üzerinde yarattığı hasarın önlenmesi için hükümetin yıl başında hazırladığı ve geçen hafta yürürlüğe giren düzenleme, son on yılda bu kesimin milli gelire oranla iki katına çıkan ve çoğunlukla döviz cinsinden olan borçlarının risk yönetimi açısından kontrolü için yerinde, hatta geç kalmış bir tedbir. Çünkü bu risk istihdamı da, büyümeyi de olumsuz etkileyen, sonunda bankacılık kesimine, kamu borcuna ve nihayet tüm topluma yansıyacak bir yük getiriyor. Üstelik düzenlemenin teknik ayrıntılarında şirketleri 15 milyon dolarlık sınırı aşmak için ilave kredi almaya ya da son üç yıllık döviz geliri yetersiz ise mevcut döviz kredilerini kapatmak için döviz satın almaya yöneltebilecek bir mekanizma öngörülmüş. Şirketlerin dövize endeksli varlıkları ve gelir projeksiyonlarının dikkate alınmaması, buna karşılık kamu özel işbirliğine göre yapılan altyapı projelerinin döviz borçlanmasının ise düzenlemenin dışında tutulması rekabet koşulları açısından soru işareti yaratıyor. 15 milyon doların üzerindeki döviz kredileri için hazırlanmakta olan kurallar ile birlikte bu düzenlemenin döviz piyasaları üzerindeki etkisini görmek için erken. Olumsuz sonuçlardan sakınmak için borç yükünün ayrıntısına hakim bankacılık kesimine danışılmasında yarar var. Büyük bölümü vergi ve prim alacaklarından oluşan yeniden yapılandırma ise kısa vadede bütçe dengesi açısından olumlu, ama kurumsal altyapının en önemli faktörleri arasında yer alan vergi sistemi kalitesi açısından olumsuz bir gelişme. Son altı yılın her birinde vergi borçlarının yeniden yapılandırılması zorunda kalınması sorunun özel kesimin borç servisi ile ilgili yapısal bir nitelik kazandığını, ama aynı zamanda gönüllü uyum potansiyelini büyük ölçüde erittiğini gösteriyor. Ayrıca vergi barışını sağlayacak en yararlı madde olan matrah arttırımında kar dağıtımı stopajı ve damga vergisi gibi vergilerin, ayrıca 2017 yılının kapsam dışı bırakılması gibi anlaşılması güç hükümler var. Bunların da düzeltilmesi hiç değilse şirketlerin ve bürokrasinin yükünü azaltma yönünden yarar sağlayabilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019