Batı toparlandıkça işimiz zorlaşıyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

İnsanın haklı çıktığına bu kadar sık üzülmesi, herhalde en çok bizim gibi performansı inişli çıkışlı bir seyir izleyen ve toplumsal zihin kodları uzun vadeli ve stratejik düşünmeyi dışlayan ülkelerde rastlanan bir şey olsa gerek. Hatırlayacaksınız, son beş yılda, yani reform çabasının ivme yitirdiği 2007’den bu yana defalarca vurguladığımız bir tehlike vardı: Güneşli günlerde, yani göstergelerin ve makroekonomik dengelerin çok parlak olduğu zamanlarda rehavete kapılır ve temeldeki yapısal sorunlarımızın üzerine kararlılıkla gitmezsek, uluslararası konjonktürün değişmesi halinde eskiden olduğu gibi kısa vadeye ve kur/faiz sarkacına kilitlenme ihtimali. Küresel finansal krizin beklenmedik tahribatını onarmak için gelişmiş ülkeler likidite musluklarını açınca, düşük maliyetli dış kaynak akımı sayesinde önümüzdeki fırsat dönemi de birkaç yıl uzamıştı. İşte şimdi dış konjonktürde değişmenin sadece öncü sinyalleri bile, artık daha zor bir döneme girdiğimizi gösteriyor.

Yeni düzeni de ABD tasarlıyor

Hep söylediğimiz gibi, krizin kaynağında yer alması ve finans sisteminin çökmüş olması nedeniyle küresel ekonomide liderlik pozisyonunu kaybedeceği iddia edilen ABD, süreç boyunca olduğu gibi sürecin sonlandırılması açısından da dünya ekonomisini kendinden başka yönlendirecek bir alternatif olmadığını kanıtladı. Nitekim bizim için fırsat döneminin sona ermesini batı sistemindeki ekonomik toparlanmaya bağlayışımızın doğruluğu da, ABD ekonomisindeki nisbi toparlanma ve bu nedenle parasal genişlemeye olan ihtiyacın azalması ile ortaya çıktı.

Aslında ABD’nin nerdeyse eşzamanlı olarak AB ve Çin dışındaki Asya ülkeleriyle geniş kapsamlı ticaret ve yatırım anlaşmaları görüşmelerini hızlandırması da tesadüfi değil. Son krizin de eskiyip köhnediğini açığa vurduğu ve yine ABD öncülüğünde İkinci Dünya Savaşı ertesinde kurulmuş mevcut sistemin yerine neyin konacağı, büyük ölçüde bu görüşmeler sonunda ve muhtemelen önümüzdeki iki yıl içinde belli olacak. Türkiye’nin bunu yanlış değerlendirip, sadece ABD ile imzalanacak sıradan bir Serbest Ticaret Anlaşması ile yetinmemesi, bu yeni düzene nasıl eklemleneceğini tasarlaması gerekiyor. Sadece orta ve ileri teknoloji üretir düzeye gelmesi için değil, hizmet ve tasarım sektörlerinde rekabetçi bir güç kazanması için de bu zorunlu.

Henüz başarı hikayesi yaratamadık

Gerçekten de Türkiye, son on yıldaki göreceli performans başarısına rağmen ne ulaştığı refah düzeyi, ne insan kaynağına verdiği eğitim, ne de rekabetçi üretim ve yenilikçilik kapasitesi açısından özlediği başarı hikayesini yaratmış değil. Geçenlerde Dünya’da ayrıntıları açıklanan TÜİK kaynaklı AB istatistik ofisi 2012 yılı verileri, satınalma gücü paritesine göre kişi başı milli gelir ve gerçek tüketim düzeylerinde Türkiye’nin AB ortalamasının sırasıyla yüzde 44 ve 40 gerisinde olduğunu vurguluyor. OECD’nin yıllık eğitim raporu da 15-25 yaş aralığında çalışmayan, ya da okula gitmeyenlerin genel nüfusa oranında OECD birincisi olduğumuzu gösteriyor.

Daha da çarpıcı bir karşılaştırma, TEPAV uzmanlarının BM İnsani Kalkınma Endeksi’ndeki verilerle yaptığı bir analizde yer alıyor. Buna göre Türkiye yine satın alma gücü paritesine göre kişi başı milli gelir açısından 13.466 dolar ile 66'ncı sırada ama, benzer gelir düzeyindeki ülkelerin ortalama eğitim süresi 9,7 yıl iken, bizdeki eğitim süresi 6,5 yıl. (üstelik bir de eğitim kalitesi sorunumuz var ki şimdilik bunu bir kenara bırakalım.) Yani aynı zenginlikteki ülkelere göre daha az eğitimliyiz. Eğitim açısından bakarsak, 6,5 yıl ile 137'nci sıradayız ve benzer eğitim düzeyindeki ülkelere göre üç kat daha fazla zenginiz. Türkiye’nin doğal kaynak avantajı da yok ve sözgelişi Kore, Malezya gibi daha yüksek eğitimli ülkelerdeki gibi ihracatın büyük bir bölümü değil, yüzde 2 gibi çok küçük bir bölümü ileri teknoloji ürünlerinden oluşuyor. Zenginliğin kaynağı, muhtemelen dış borçlanmaya ve ithalat çekişli iç talebe, ayrıca rant odaklı inşaat yatırımlarına dayandırılabilir. Bunların da sürdürülebilir olmadığı, büyümenin iç dinamiklerin verimliliği ve yüksek katma değere yönelik gelişimiyle sağlanması gerektiği açık.

Çözülmeyen sorunlar hastalıkları besliyor

Bana kalırsa günlük hayatta karşımıza çıkan ve çoğu zaman geleceğe dair umutlarımızı kıran zaafların, yozlaşmaların, yetersizliklerin büyük kısmı da görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz bu yapısal ve kurumsal sorunlarımızdan kaynaklanıyor. Eğitim süresinin ve kalitesinin düşüklüğü rantlara odaklanmayı ve çeteciliği, tüketimin aşırı desteklenmesi borçlanmayı, bilim ve araştırma özgürlüğünün eksikliği teknolojik geriliği besliyor.

Zararın neresinden dönülürse kardır deyip yeni bir hevesle yeni bir program yapmak, zaaflarımızın üzerine cesaretle gitmek için hala vaktimiz var. Yeter ki bu vakti doğru kullanalım.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019