Bu defa farklı mı?

Taner BERKSOY
Taner BERKSOY EKONOMİ DÜNYASI tberksoy@pirireis.edu.tr

Bu sıralarda önemli bir tartışma sürüp gidiyor. Gelişmekte olan ülkelerin, özellikle de kırılgan sekizlinin, bu gün içinde bulundukları stresli durumun 1990’larda yaşanan krizler dalgasından farklı olup olmadığı tartışılıyor. Tartışmanın birçok boyutu var. Bana en önemli gibi görünen boyut uygulanacak iktisat politikaları ile ilgili olanı. Eğer bu günün krizleri 1990’lardan farklı değilse uygulanacak politikaların da aynı olması gerekecek. Bu da IMF’nin yeniden öne çıkacağı, istikrar politikalarının ve kemer sıkmanın tekrar devreye gireceği anlamına gelebilir.  1990’lı yıllarda gelişmekte olan ülkelerde bir dizi kriz yaşandı. Aslında Avrupa’da bunun öncüsü sayılabilecek birkaç örnek var. Önce İngiltere’de ardından da İtalya’da denge değerlerinden uzaklaşmış ulusal paralara karşı spekülatif ataklar oldu. Spekülasyon baskısı bu ülkelerde yüksek oranlı devalüasyonlara neden oldu. Devalüasyonların ardından her iki ülke de durgunluğa girdi. İki örneğin başlangıç noktasında artan sermaye girişlerinin ulusal paraya değer kazandırması yatıyordu. Temel dengeleri bozan bu süreç sürdürülebilir değildi. Bu değerlendirmeden hareketle alınan pozisyonlar spekülatif atağa dönüştü ve ulusal paralar değer kaybına zorlandı.

Aslında iki gelişmiş ülkede yaşanan bu olaylar küreselleşme ile gelen sorunlara ve risklere dikkat çeken ilk işaretti. O dönemde sermaye hareketlerini serbestleştirerek küresel sermaye akımlarına yeni yeni açılan gelişmekte olan ülkelere de hızlı sermaye girişleri oluyordu. Yoğun kaynak girişi bu ülkelerde büyümeyi besliyordu ama temel dengelerde ciddi bozulmalara, temel fiyatlarda önemli sapmalara neden oluyordu. Bu ülkelerin uluslar arası sermaye akışı kaynaklı krizlere sürüklenme olasılığı gelişmişlere kıyasla daha yüksekti.

Krizden kaçınmanın çaresi ekonomiyi temel denge ve fiyatlarda çok fazla sapma yaratmayan bir büyüme patikasında tutmaktı. Sanırım dış kaynak girişinin getirdiği büyüme humması bunu engelledi. Sonuçta, 1994 yılında Meksika’da, 1997 yılında Asya’da, 1998’de Rusya’da ve Brezilya’da, sonrasında da birkaç küçük Latin Amerika ülkesinde birbirinin peşi sıra krizler yaşandı. Üstelik krizlerdeki bu yaygınlıktan gelişmiş ülkeler de paylarını aldılar. Daha Rusya krizinin etkileri sürerken ABD’de “Long Term Capital Management krizi” olarak bilinen olay patlak verdi. 1990’lardaki krizler zincirine son halkayı biz taktık. Öteki ülkelerde yaşanan krizlerin kan kardeşi sayılabilecek bir krizi biz de 2001 yılında yaşadık.

1990’lardaki bu kriz sürecinin temel özellikleri şöyle sıralanabilir. Krizler çoğunlukla merkezin dışındaki gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıktı. Dolayısıyla bulaşma dozu görece sınırlı kaldı. Bu bir. Kriz noktasına gelmiş ekonomilerde çoğunlukla temel dengeler sürdürülemez ölçekte bozulmuş, temel fiyatlar denge değerlerinden sürdürülemez ölçüde sapmış oluyordu. Bu iki. Dengeleri ve fiyatları bozan esas etken yoğun sermaye girişiydi. Sermaye girişi büyümeyi hızlandırıyordu ama hem tasarruf –yatırım dengesini hem de dış ödemeler dengesini bozuyordu. Bu üç. Aynı süreçte sermaye girişi hem döviz arzını arttırarak döviz kurunu düşürüyor ve ulusal paranın aşırı değerlenmesine yol açıyor hem de içeride fon arzını besleyerek faiz oranını düşürüp, fon talebini ulusal tasarrufların ötesine taşıyordu. Bu da dört.

Süreç bir tür “Ponzi süreci” ni andırıyordu. Sermaye akışı devam ettiği müddetçe bu süreci devam ettirmek mümkün oluyordu. Ancak aynı süreçte ulusal dengeler bozuluyor, ülke riski büyüyordu. İş riskten kaçma, güvenli merkeze dönme noktasına gelince sermaye girişi aniden duruyor, tersine dönüyordu. Ani duruş (sudden stop) dediğimiz nokta buydu. Ülkenin bozulan dengelerini kendi kaynakları finanse etmesi mümkün olmadığı için ani duruş ekonomiyi küçülmeye zorluyor, döviz kuru ve faiz oranları yükselirken büyüme ivmesi de bütünüyle kaybediliyordu. Kriz noktası da buydu.  1990’lı yıllarda krize sürüklenen ülkelerde az ya da çok egemen olan kriz deseni böyle bir şeydi. Benzer kriz süreçlerine benzer bir politika deseni dayatılıyordu. Çoğu kez IMF desteği ile devreye sokulan “istikrar politikaları” (austerity) özünde küçülerek dengeleri onarmak, sapmış olan fiyatları denge değerlerine getirmek gibi işlevleri yerine getiriyordu. Sermaye girişi ile kendi imkanlarının ötesinde büyüyen ülkeler krizle sürecinde küçülerek bunun bedelini ödemek zorunda kalıyordu.  1990’lı yıllarda bu desen iyi çalışıldı ve öğrenildi. 2008’de gelen ikinci kriz dalgasında bu çalışmalardan yararlanıldığını söyleyenler var. “Bu defa farklı mı” sorusu da bu gözlemden kaynaklanıyor. Devam edeceğim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Ekonomi kıskaçta 20 Aralık 2018
Normalleşme mi? 06 Aralık 2018
Kur’u temizleme 25 Ekim 2018
Yeni bir durgunluk mu? 18 Ekim 2018
Zaman mı kazanıyoruz 11 Ekim 2018
Tedbir gerekirdi 04 Ekim 2018
2019 yılı kritik 13 Eylül 2018
Adını koymadan 06 Eylül 2018