Cumhurbaşkanlığı seçimi kırılganlıkların azaldığı anlamına gelmiyor

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Ekonominin siyasetten soyutlanamayacağı gerçeği karşısında Türkiye’de son Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ortaya çıkan konjonktürü ve önümüzdeki dönemlerde siyasi arenada yaşanması muhtemel gelişmeleri ve bunların ekonomiye olan izdüşümlerini mercek altına almamız gerekiyor. 

AKP’nin en büyük başarısı şu ya da bu nedenle siyasetin periferisinde kalmış kitleleri siyasetin içine çekmesi ve bir ülke tarihi için çok kısa sayılabilecek bir sürede politik spektrumun merkez sağını tamamen ele geçirmiş olmasıdır. AKP’nin en büyük başarısızlığı ise 12 yıldır iktidarda olmasına karşın içi doldurulmamış bir takım iddialar dışında (ör. Dünyanın 10. ekonomisi olacağız. Nasıl?) sağlam bir ekonomik vizyon ve bunu gerçekleştirecek ehil bir teknokratik kadro oluşturamamış olmasıdır. Bu durumun uzun süre Kemal Derviş-IMF politikalarına bel bağlanarak ekonominin bir nevi oto-pilot’ta götürülmüş olması, son döneme kadar küresel konjonktürün bizim gibi gelişmekte olan ülkelere yardımcı olması, yerleşik burjuvazi ile karşılıklı güvene dayanan verimli bir işbirliği ortamının bir türlü kurulamaması, Gezi ve sonrasında iyice ortaya çıkan otoriter-majoriteryen eğilimler ve tabii ki 17 Aralık sonrasında ortaya dökülen yolsuzluk iddiaları gibi gayet somut nedenleri söz konusu. 

Öte yandan, son dönemde, mevcut iktidar giderek artan bir şekilde faizlerin baskısından, bu durumun ekonomik canlılığı ve yatırımları kısıtladığından yakınmakta. Ancak, yatırımların seyri faiz politikasıyla doğrudan ilgili bile değil. Bir defa, yatırım iştahındaki düşüklük son 6 ayın hikayesi değil. Uzun bir süredir durum böyle. İkincisi, MB’nin kısa vadeli faiz politikasının yatırımlar üzerinde kalıcı bir etki sağlaması da mümkün değil. Yatırımlar ancak yatırım ortamının geliştirilmesi ile ivme kazanabilir. Bu bağlamda, yatırımların zafiyetinde erozyona uğrayan bir hukuk sisteminin, zayıfl ayan toplumsal birlik ortamının, azalan şeff afl ığın, artan kayırmacılığın ve doğal olarak bu ortamda yabancıların da reel sektöre yatırım yapmaktan imtina etmekte olmalarının hiç mi payı yok, acaba? CB seçimi sonrasında geldiğimiz noktada ben yukarıda sıraladığım problemlerin çözümü konusunda kısa sürede bir iyileşme görebileceğimiz kanısında değilim doğrusu. Belki hâlâ farkında değiller ama bugün AKP kadroları için önemli bir yol ayrımı söz konusu. Ya Erdoğan’ın karizmasına bel bağlamaya devam ederek popülist- kliyentalist bir parti olarak devam edecekler (ve bu oluşumda kendi parlamenter güçlerinden iyice feragat ederek, yarı-başkanlık sistemini benimseyecekler), ya da parlamenter sistemi özümsemiş ve kendi içinde de demokratikleşmiş bir parti kimliğine kavuşarak ve bu süreçte geçmiş yüklerinden kurtularak temiz bir sayfa açacaklar. Bu hiç de kolay bir seçim değil. Özellikle bazı parlamenterlerin içinde bulundukları iş ve siyaset ağı düşünülünce. 

Eğer AKP’nin tercihi birinci alternatif olursa, önümüzde oldukça sancılı bir ekonomik ortam bizi beklemekte. Sn. Erdoğan’ın bugünkü ekonomi kurmaylarından haz etmediği, ve bunları tez sürede değiştirmek istediği bir sır değil. Ancak, gerek uygulanmak istenen politikalar, gerekse de potansiyel adaylar hiç de ümit vaat edici değil. Ayrıca kendisi bugüne kadar olduğu gibi ekonomiyle ilgili tüm konularda belirleyici ve nihai karar verici olmak isteyecektir. Açıkçası AKP döneminde palazlanmış iş adamlarının tercihinin bile orta vadede bu yönde olamayacağını düşünüyorum. Şeff af, herkese eşit mesafede bir iş ortamı ve hukuk sistemi orta vadede sadece yandaşların değil, herkesin lehinedir. Öte yandan, otoriter bir yapı dar bir çerçeve dışında hiç bir aktörün fazla güçlenmesine tahammül etmez. Bugün bir işadamının lehine çalışan sistem, yarın rahatlıkla aleyhine çalışabilir. 

İkinci alternatif olan parlamenter sisteme, kuvvetler ayrılığına ve çoğulculuğa saygılı bir yaklaşımı ise Sn. Gül’ün temsil ettiğini söylemek sanırım yanlış olmaz. Ekonomi politikaları konusunda da Sn. Gül’ün daha gerçekçi, planlı ve ehil kadrolara yer veren bir yaklaşımı söz konusu. Sn. Gül’ün AKP yönetimini ve nihayetinde Başbakanlık’ı devralması ekonomik riskleri belirgin bir ölçüde azaltabilir. (Daha uzun vadeye, 2015 seçimlerine baktığımızda da bu durum AKP açısından daha avantajlı. Zayıf bir Başbakan, kötü bir ekonomik performans ve % 10’u geçen bir HDP ile AKP’nin tek başına iktidar olamayacağı çok açık.) Ancak, bugünkü konjonktürde AKP’nin tercihinin bu yönde olması gerçekçi bir beklenti olmayabilir. 

Sonuç olarak, “Türkiye bir seçim daha atlattı ve artık düzlüğe çıktı” demek son derece miyopik ve naif bir bakış açısı olur. Aksine, Türkiye hâlâ önemli siyasi ve ekonomik gelişmelere gebe.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019