Eksi faiz politikası nereye kadar?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Avrupa Merkez Bankası Başkanı Draghi giderayak (görevi eski İMF Başkanı Lagarde’a devrediyor) beklendiği gibi politika faizlerinde 10 baz puanlık bir indirim daha gerçekleştirdi. İlk defa Haziran 2014’te negatif faiz vermeye başlayan AMB bu politikasını kesintisiz ve de artan bir şekilde 5 senedir devam ettirmekte. Peki, bu ultra gevşek para politikası Avrupa’nın bu süre zarfında ekonomik olarak toparlanmasına yardımcı oldu mu, önümüzdeki dönemde olacak mı? Geçmiş performansa bakarak bu sorulara net bir şekilde “evet” demek oldukça zor.

2017 ortasında milli gelir artış hızının yüzde 2.8’e kadar çıkmasını bir kenara bırakırsak AB’nin ortalama büyüme hızı son 5 senedir yüzde 2’lerde seyretmekte. Tabii ki, ondan önceki 5 senelik kriz dönemine göre bu oldukça iyi bir büyüme hızı sayılabilir. Ancak bu yapılan tüm para politikası müdahalelerine karşın elde edilen büyüme hızının gene de çok düşük kaldığı gerçeğini değiştirmez. Zaten, daha sene başında para politikasını sıkılaştırma planları yapan Draghi de son gelen yüzde 1.4’lük 2. çeyrek büyümesi karşısında çark etmek zorunda kaldı.

Eksi faizler Avrupa bankalarının kârlılığını da ciddi şekilde etkilemekte. Son tahlilde bankacılık büyük sermaye işi olduğu için bu bankaların küresel rekabet gücü de kaybolmakta. Geçen sene ABD bankalarının sermaye getirisi yüzde 12 iken, Avrupa bankalarınınki sadece yüzde 6 idi.
Banka kârlılıkları 2 şekilde etkileniyor. Birincisi eksi faizler nedeniyle bankalar AMB’ye burada tuttukları paralar için her sene ciddi bir meblağ ödemekteler. Geçen sene toplamda bu miktar 7.2 milyar dolar ile Avrupa bankalarının toplam kârının yüzde 10’u kadardı. O zaman, “bankalar bu paraları AMB’ye yatıracaklarına kredi olarak dağıtsınlar” denilebilir. (Zaten eksi faiz vermenin amacı da tam da bu –bankaları kredi vermeye teşvik etmek- değil miydi?) Ancak, Büyük Resesyon ve PIGS krizi sonrasında rasyoları bozulan bazı Avrupa bankalarının bilançolarını düzeltmeleri için belirli bir miktar likit kalmaları gerekiyor. Ayrıca para politikasının diğer ayağı olan tahvil alımları da bankacılık sistemindeki aşkın likiditeyi artırıyor. (Halihazırda, Avrupa bankaları 2 trilyon euroya yakın bir parayı AMB’de park etmiş durumda.)

Kredi vermekteki asıl problem ise eksi faizleri mevduat hesaplarına yansıtmadaki zorluk. Açıkçası, hiç bir mevduat sahibi bankada yatan parası için faiz ödemek istemez. Bu nedenle, AMB faizleri ne kadar düşürürse düşürsün, bankalar bu düşüşü mevduat sahiplerine aynı oranda yansıtamıyorlar. Bu durum haliyle mevduat bazı perakende müşterilerden oluşan bankaları daha çok etkiliyor. Sonuçta kâr marjları ve dolayısıyla kârlılıkları da giderek azalıyor.

Peki, bu negatif faizler, tahvil alım programları ve diğer “yaratıcı” para politikaları işe yaradı mı? Son 5 senede Avrupa’da ticari kredilerin yüzde 4, tüketici kredilerinin ise yüzde 10 artmış olmasını başarılı görürseniz, evet! (Yanlış anlaşılmasın bunlar senelik büyüme oranı değil, 5 senenin toplam büyüme oranları!)

Negatif faiz politikalarının belirli bir seviyenin altında işlerliğini iyice yitirdiği de çok gündemde olan bir tartışma konusu. (Bunun böyle olduğu ile ilgili son dönemde yapılan bazı akademik çalışmalar var.) Geriye, uzun zamandır tartışılan ancak bugüne kadar Almanya’nın ısrarla ayak dirediği genişleyici maliye politikaları alternatifi kalıyor. Ekonomisinin yavaşlamasıyla ilk defa bu konu Almanya’da da dillendirilmeye başlandı. Tabii, bu yaklaşım bir başka konuyu, Almanya’nın AB içindeki kendi çıkarlarını ön plana alan hegemonik tutumunu ve bunun da AB’nin geleceğine etkisini, gündeme taşıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019