Faizler makro ekonomik şartlar düzelmeden düşmez

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Ekonomiyi canlandırmak amacıyla KGF'nin devreye sokulması ile birlikte bankaların kredi hacminde son 3 ayda hızlı bir artış sağlanmış bulunuyor. (Sadece son 3 ayda krediler yüzde 9.5 artmış bulunmakta. Bu aynı zamanda 2008 küresel krizindeki daralmadan sonra görülen ikinci en hızlı kredi artışı dönemi.) Makroekonomik perspektiften bakıldığında, buna 'yanlış' bir uygulama demek pek mümkün değil. Piyasalarda likidite sıkışıklığı ve artan risk algılaması nedeniyle zayıflayan bir talep ortamı doğması durumunda geçici bir süre finans-dışı şirketleri rahatlatıcı önlemlerin alınması doğaldır. Ancak bu tedbirlerin rutin hale gelmesi, geçicilikten kalıcılığa doğru kayması ve finans-dışı kesimin piyasa-dışı tedbirlerin uygulanmasına ilişkin taleplerinin giderek daha çok karşılanması, takdir edilmeli ki, çok doğru bir gidişat olmayacaktır.

Son dönemde, medyada Hükümet kesiminin bazı sanayicilerin yakınmalarını da göz önüne alarak, 'bankaların faizlerini düşürmesi gerektiği, düşürmedikleri takdirde de buna yönelik tedbirler alacakları' yönünde demeçleri yer almakta. Ancak, bankalar normal şartlarda ne mevduat faizlerinin, ne de kredi faizlerinin artmasını arzularlar. Bu durum bizatihi 'bindikleri dalı kesmek' anlamına gelir. Eğer bankalar bu şekilde hareket ediyorlarsa, bilinmeli ki piyasa şartları bu durumu bankalara dikte ettirmektedir. Piyasa şartlarının en birincisi ise bizatihi Hükümet kanadının bankalara kredilere hız vermeleri konusundaki telkin ve teşvikleridir. Şunun da altını çizmek gerekiyor: Türkiye bankacılığının bilançosu ve kredi hacmi son 15 senede hatırı sayılır bir hacme ulaşmıştır. Bu hacmin üzerine 3 ayda yüzde 9.5 daha eklemek 'sürdürülebilir' bir gidişat değildir. Hal böyle iken, faizlerin düşmesini istemek bu gidişatın devam ettirilmesini istemek anlamına gelir. Eğer faizler paranın maliyeti ise (ki öyle) paranın maliyetini düşürmek neticede daha fazla kredi talebi ve daha fazla kredi kullanımı anlamına gelir.

Hükümetin 'bankalar da fedakarlık etsinler' derken aslında kastettiği bankaların faiz marjlarını (kredi-mevduat faiz farkı) daraltarak daha az kâra tamah olmalarıdır. Ancak, özkaynak getirisine baktığımızda bankaların enflasyonun çok üzerinde kâr ettiklerini söylemek zor. Ayrıca, her ne kadar Hazine KGF vasıtasıyla verilen kredilerde yüzde 7'ye kadar oluşabilecek batık kredileri garanti altına almaktaysa da bankalar ihtiyatlı davranarak bu türden kredilerin daha yüksek bir 'takipteki alacak' oranına çıkabileceğini hesap ederek ona göre bir faiz marjı sağlamak durumundadırlar. Öte yandan, bankalar aynı zamanda sermaye yeterlilik oranlarını belirli bir düzeyin üzerinde tutmak zorundadırlar. (Her ne kadar bugünlerde bu oran oldukça yüksek seyretmekte ise de bunun sebeplerinden biri de KGF kaynaklı kredilerin sermaye yeterlilik oranının hesabında KGF garantisi kapsamında olan kısmının risk ağırlığının sıfır olarak alınmasıdır.)

Mevduat (dolayısıyla da kredi) faizlerinin yüksek seyretme nedenlerinden biri de piyasadaki TL likidite sıkışıklığıdır. Bankaların verdikleri kredilerin bir kısmı ister istemez dövize dönüşmekte ve TL olarak sisteme geri dönmemektedir. (Bu dövize dönüş finans-dışı şirketlerin açık pozisyonlarını kapatma arzusundan değil, daha çok süregelen cari açık nedeniyle reel dış ticaret ödemeleri ihtiyacından kaynaklanmaktadır.) Bu nedenle de bankacılık sistemi TL kaynak açığı yaşamaktadır. MB ise bu TL açığının 100 milyar TL kadarını günlük fonlama yoluyla kapatmaktadır. Ancak MB'nın günlük fonlamayı mesela 200 milyara çıkararak TL açığını tamamen kapatması ise hem bankaların bu kadar kısa vadeli kaynağa bağımlı kalması bakımından, hem de MB'nin bilançosunu bu kadar genişletmesi bakımından hiç de doğru bir uygulama olmaz.

Faizlerin yüksek seyretmesinin altında 2 unsur daha söz konusu. Birincisi, enflasyon oranının yüksek seyretmesi ve, tabii ki, bunun karşısında MB'nın tamamen doğru bir şekilde ortalama fonlama faizini yüzde 12 seviyesinde tutması. İkincisi ise artan kamu harcamaları nedeniyle Hazine'nin iç borç çevirme oranının yüzde 100'ün üzerine çıkmasıyla piyasalarda ek bir TL para talebi yaratmış olması.

Sonuç olarak, süregelen yüksek faizler bankaların kendi ihtiyarında olan bir durum değil, makro ekonomik şartların yarattığı bir durum. Bunun çözümü ise bankalara faizleri düşürmek konusunda baskı yapmak değil, makro ekonomik şartları düzeltmek. Bunların başında da tasarruf açığımızı küçültmek (ve hatta sıfırlamak) geliyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019