Gelişmiş ülkeler “uzun dönemli durgunluk” çağına mı girdi?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Hiç kuşkusuz, makroekonomi disiplini açısından geçtiğimiz haftanın en gündemdeki konusu Larry Summers’ın IMF’nin Ekonomik Forumu’nda irticalen yaptığı kısa ama etkili konuşmaydı. (Harvard’lı ünlü bir akademisyen olan Larry Summers kriz sırasında Obama’nın Ulusal Ekonomi Konseyi’nin başkanıydı. Son dönemde ise Janet Yellen ile birlikte FED Başkanlığı için iki ana adaydan biriydi. Para politikası konusunda daha radikal fikirlere sahip olan Summers Cumhuriyetçilerden gelen tepkiler sonrasında kendi isteğiyle adaylıktan çekildi.)

Summers konuşmasında ekonomide bugüne kadar pek de fazla kullanılmayan bir kavramı yeniden gündeme taşıdı: Secular stagnation (Uzun Dönemli Durgunluk).  Summers önce 2007-08 krizi öncesinde bile bireysel ve konut kredilerinde hızlı bir artış görülmesine ve varlık fiyatlarının rekor seviyelere yükselmesine rağmen ABD ekonomisinde ne kapasite kullanım oranlarında, ne  işsizlik oranlarında, ne de enflasyonda aşırı ısınma emarelerinin ortaya çıkmamış olduğunu hatırlatıyor. Sonrasında ortaya çıkan finansal krizi ise bir ülkede elektrik hatlarının %80’inin bir gecede kesilmiş olmasına benzeten Summers bu nedenle finansal sistemin yeniden ayağa kaldırılmasının çok önemli olduğunu ve bunun da esasen 2 yıl gibi kısa bir süre içerisinde başarıldığını ifade etmekte. Ancak, 2009 yılı sonunda finans piyasalarındaki çöküş riskinin tamamen ortadan kaldırılmış (elektrik hatlarının tamir edilmiş) olmasına ve politika faizlerinin de sıfıra düşürülmüş olmasına rağmen, Summers beklenen geri sıçramanın bir türlü gerçekleşemediğine ve ABD ekonomisinin hâlâ potansiyel büyümesinin oldukça altında büyümekte olduğuna dikkat çekiyor. (Esasen bu tesbiti 1990 sonrası Japonya’sına ve kriz sonrası için de tüm gelişmiş ülkelere taşımak mümkün. Gelişmiş ülkelerin bugün ulaştıkları milli hasılalarının kriz öncesi büyüme trendlerine göre hesaplanan potansiyel milli hasılalarından %13 az olduğu hesaplanmakta.)

Peki, neden gelişmiş ülkeler sıfır faizlere rağmen potansiyel büyümelerine ulaşamıyorlar? 2000’li yıllar öncesinde etkili olan para politikaları bugün neden istenen etkiyi yaratamıyor? Bir iddia, azalan (hatta geriye giden) nüfus artış hızları. 1970’li yıllarda gelişmiş ülkelerde kadın nüfusunun istihdama katılması tamamlandı, çalışma çağındaki nüfusun artışı da tepe noktasına ulaştı ve o günden beri de geri gitmekte. (Bu bağlamda, Krugman 2000’l i yıllardaki konut balonunun tepe noktasında bile yapılan yeni konut sayısının 70’lerin gerisinde kalmış olduğunu  hatırlatıyor. ) 

Summers konuşmasında son olarak şu soruyu ortaya atıyor: Acaba ekonomiyi tekrar potansiyel büyümesine taşıyacak olan “denge reel faiz oranları” negatif oranlar mı? (Burada negatif derken, en az eksi %2-3’ü kastediyor.) Ancak, negatif faiz politikası belki teorik olarak mümkün ise de, pratikte uygulanabilir bir politika değil. Öte yandan, para politikasının çalışmadığı yerde, maliye politikalarının devreye girmesi beklenir. Nitekim Bernanke bile konuyla ilgili fikri sorulduğunda “reel faizler çok düşük olmasına rağmen özel sektör yatırım yapmaktan imtina ediyorsa, rasyonel olan kamu sektörünün bu düşük reel faizlerden borçlanarak uzun vadeli getirisi pozitif olan yatırımlara girişmesidir” şeklinde bir cevap verdi. Ancak gelişmiş ülkelerdeki “kamu borcunun yüksek olduğu” algısı ve “kamunun küçük kalması gerektiği” takıntısı bu konuda “rasyonel” davranmayı neredeyse imkansız hale getirmiş bulunuyor. Bu da gelişmiş ülkeleri ister istemez “Uzun Dönemli Durgunluk” gerçeği ile karşı karşıya bırakıyor.

Bütün bu tesbitlerin bizim açımızdan önemi nedir sorusuna gelirsek: Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler coğrafyasında daha çok uzun bir süre para politikalarının son derece gevşek kalmaya devam edeceği görülmekte. Hatta, faiz politikasının etkisizliği karşısında QE politikasının azalmadan devam etmesi gerektiği de iddia edilmekte. (Bu bağlamda, politika faizleri sıfıra çok yaklaşmış olan Euro Bölgesinin de –Almanya’nın itirazlarına rağmen- artık QE benzeri bir enstrumanı devreye sokması gerektiği sıkça konuşulmaya başlandı.)Küresel para bolluğunun devam edecek olduğu böylesi bir ortamda kronik cari açığımızı finanse etmekte (maalesef ki) büyük bir zorluk yaşamamız beklenmemeli. (“Maalesef ki” diyorum çünkü bu aynı zamanda bizim sanayisizleşmemizi de beraberinde getiren bir olgu.) Öte yandan, gelişmiş ülkeler düşük büyüme oranlarında kaldığı sürece ihracat hacmimizi anlamlı bir biçimde artırmamız oldukça zor. Ancak, düşük küresel büyüme hızı aynı zamanda emtia fiyatlarının düşük kalması anlamına geliyor ki, bu ise ithalat faturamız bakımından bizim için bir avantaj. Kısacası, bu şartlar altında Türkiye’nin, geçici türbülanslar yaşasa bile, akut bir krize girme ihtimali oldukça düşük. (Tabii, cari açığı kontrol altında tutmak ve enaz OVP’deki hedefler doğrultusunda indirebilmek şartıyla.)

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019