Hindistan, temiz et teknolojisine yatırım yapıyor

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Geldik yılın beşinci ayının ikinci yarısına. Sözde Mart ayının sonundaki yerel seçimleri takiben artık bu yalan gündemi bırakıp, hakiki gündeme, ekonomiye odaklanacaktık. Buyurun, koca Nisan ayı boşa geçti. Daha seçimden geçime geçemedik.

Hâlbuki biz burada gözlerimizi kapatmış otururken dünyada Mayıs ayı, sanki hep temiz et teknolojilerinde yeni atılımlarla doluydu. En azından bana öyle geldi. Temiz et teknolojilerindeki gelişmeleri, ilk olarak geçen yıl Dünya Gazetesi teknoloji yazarı Sayın Selin Arslanhan’dan okuduğumdan beri, konuyla ilgili haberler daha bir gözüme takılır oldu doğrusu.

Önce Mayıs ayının başında, temiz et alanında çalışan start-up’lardan Beyond Meat, Nasdaq piyasasında ilk halka arzını gerçekleştirdi. Beyond Meat, bitkisel proteinlerden, bildiğimiz eti ikame edebilecek ürünler geliştiriyor. Hem tavuk hem koyun hem dana. Ne isterseniz onun yerine geçecek ürünleri var. Halka arzla birlikte Beyond Meat artık 3,8 milyar dolarlık devasa bir unicorn oldu.

Bir başka bitki bazlı et üreten Amerikan start-up’ı Impossible Foods, yine bu Mayıs ayında 300 milyon dolar yatırım alarak, değerini 750 milyon dolara yükseltti. Impossible Foods, Ocak 2019’da öne çıkan ürünü Impossible Burger’ı Impossible Burger 2.0 ile takviye etmiş, bir nevi güncellemişti.

Hindistan ise geçen hafta, temiz et teknolojisini geliştirme amaçlı bir araştırma enstitüsü kurduğunu açıkladı. Hindistan, laboratuvarda, bitki bazlı değil, hayvansal hücrelerden temiz et üretimini amaçlayan bir projeye başlıyordu. Açıklamada, Hindistan’ın Maharashtra eyaletinde açılacak “Cellular Agricultural Research Institute”un dünyada kamu tarafından kurulan ilk temiz et teknolojisi araştırma merkezi olduğunun altı çizildi. Eskiden eller aya, biz yaya derken hep batıya doğru bakardık. Artık doğuya da bakmak gerekiyor, hadise bu yeni teknolojilerle alakalı olduğunda. Start-uplar her yerden çıkıyor.

Ayşe teyze, ekonomide bir şeylerin yanlış gittiğini hissediyor

Peki, neden böyle? Neden doğudan batıya her yerde olan bu gelecek telaşı, bizim buralarda yok? Aslında ortada iyi bir şey de yok ki, rehavete kapılmış olalım. Geçenlerde ziyaretime gelen bir yabancı dostum, “Peki, sokaktaki vatandaş, kötü iktisadi gidişatın farkında mı?” diye sordu. Akılında yinelenecek İstanbul seçimleri vardı sanırım. Ben söylenen sözü, rahmetli Güngör Uras’tan öğrendiğimiz gibi, “Ayşe teyze, Türkiye ekonomisinde bir şeylerin yanlış gittiğini hissediyor mu?” diye anladım. “Elbette hissediyor.” diye yanıtladım. Nisan 2018’den Nisan 2019’a Arthur Okun’un “sefalet endeksi”ne (Misery Index) bakmak yeterli sanırım bu konuda bir kanaat sahibi olmak için.

Okun’un sefalet endeksi son derece basit. Hatırlatayım. Ülkenin enflasyon oranı ile işsizlik oranını topluyorsunuz yalnızca. Eskiden yalnızca, millet açısından, Amerikan başkanlarının iktisadi performansını ölçmek için kullanılırdı. Öyle ya, milletin kahir ekseriyetinin refahını esasen bu iki gösterge pek güzel gösteriyor. Peki, yılın beşinci ayı itibariyle milletin refahında neredeyiz? Nisan 2018’den, Nisan 2019’a sefalet endeksi toplam yüzde 60 yükseldi. Nedir? Enflasyon oranı ile işsizlik oranının toplamı son bir yılda yüzde 60 arttı. Bu durumda, Ayşe Teyze’nin ekonomide bir şeylerin yanlış gittiğini fark etmemesi mümkün müdür? Değildir. Enflasyon bundan bir yıl önce yüzde 10’luk bir platodaydı. Şimdi yüzde 20’lik bir platoya oturmuş görünüyor. Buradan yukarı gitme olasılığı ise aşağıya doğru dönme olasılığından daha yüksek duruyor. Aynı durum, işsizlik oranı için de geçerli. Yüzde 10’ların altına niye düşmüyor diye dertlenirken şimdi yüzde 15’lere oturdu. Yapısal sorunlara, yapısal çözüm gerekir. Ciddi olmanın vakti geldi artık. Sonuç: Sefalet katsayısı, yüzde 60 yükseldi.

Gıda teknolojilerini ihmal edersek ileride daha da yanarız

Bizim burada millet gıda fiyatlarından yakınınca, idarecilerin aklına piyasaya müdahaleden, fiyat kontrolünden başka bir şey gelmiyor. Hatırlayın, hallerdeki şirketlerle pazarcı esnafını terörizmle bile suçladık yakınlarda. Çözüm diye bula bula hal yasası ile ithalattan öte bir şey bulamadık henüz. Yapısal sorunlara yapısal çözüm bulamadık. Oralarda ise, aynı problemlere teknolojik gelişmeyi destekleyerek uzun vadeli kalıcı çözümler bulmayı akıl ediyorlar. “Oralar”a artık Hindistan’da dâhil. Not edeyim, aklınızda kalsın.

Peki, neden Hindistan temiz et işine yöneliyor? Ortada tüketim ve beslenme alışkanlıkları süratle değişmekte olan 1,3 milyar Hintli var yapılan açıklamaya göre. Et ve süt fiyatlarının Hintliler için erişilebilir olması ve artan tüketimin sürdürülebilir bir biçimde karşılanması gereği özellikle vurgulanıyor. Neden? Bu yeni teknolojiler sayesinde, et tüketiminde toprak ihtiyacı yüzde 95’ten fazla, su tüketimi yüzde 74 ve sera gazı emisyonu toplamı ise yüzde 87 azalıyor. Sürdürülebilir dedikleri bu işte. Yeni gıda teknolojileri ile etin yerini alacak et benzerleri ürettiğinizde, yemek için beslenen hayvan sayısının külliyetli miktarda azalması bekleniyor. Avlanmayı bıraktıktan sonra insanoğlu, şimdi de beslenmek için hayvan kesmeyi de bırakıyor. Tarım ve hayvancılığımızın asıl sınavı buralarda. Biz daha ne yaptığımızın farkında bile değiliz.

Geleneksel sektörlerimizi nasıl dönüştüreceğimiz, önümüzdeki 10 yılın temel sanayi politikası problemidir.

Türkiye’nin bundan böyle güçlü bir yeni sanayi politikası çerçevesine ihtiyacı var. 11. Plan’daki bir yıllık gecikmeyi umarım doğru kullanırız. Geleneksel sektörlerimizi nasıl dönüştüreceğimize bir an önce odaklanmamız lazım. Türkiye’nin artık sektörlere değil, geleneksel sektörlerde farklı teknolojilerle üretilecek yeni ürünlere odaklanması lazım. Ne tür ürünlere? Ülkenin küresel rekabet gücünü artıracak ve geleneksel sektörlerde verimlilik artışı sağlayacak teknolojik yenilenmeyi besleyecek yeni ürünlere elbette.

Tarımda rekabet gücünüzü mü artırmak istiyorsunuz, temiz et ve türevleri bir çıkış noktası olabilir. Hindistan’dan gelen açıklama bir nevi öyleydi. Belki de hassas tarım teknolojileri ile akıllı tarıma yönelmek daha iyi. O vakit onun olası etkisini de ölçüp biçmek lazım. Açın Çin’in “Made in China 2025” stratejisini, bakın neye odaklanıyorlar.

Önemli olan nedir? Akıllı sanayi politikası için önce akıllı devlet lazım. Yeni teknolojilerin geleneksel sektörleri nasıl dönüştürdüğünü ayrıntılarıyla anlamadan sanayi politikası tasarlanabilir mi? Hayır. Tasarlanırsa ne olur? Ben size söyleyeyim, “Proje bazlı teşvik sistemi” gibi olur. Devlet kamu yararına şeffaf bir biçimde hesaplamadan birilerinin cebine kafasına göre para koyar. Kalan Türklere ayıp olur.

Peki, Türkiye, yeni büyüme stratejisinin temelini oluşturacak yeni sanayi politikası çerçevesini bu kez ortaya koyabilir mi? Doğrusu ya, ben ortada öyle yoğun bir gelecek telaşesi göremiyorum. Etrafta “unlar eteğimizden çekiyor, bunlar bize çelme atıyor” diye bir dizi hazır bahane de var. Şimdi kim uğraşacak öyle emek ve sabır isteyen yeni sanayi politikasıyla ve yeni teknoloji politikalarıyla filan. Yıkmak için zeka yeter, yapmak için ise bilgi, emek ve sabır gerekir. Yapmak hep çok zordur. Halbuki bütün bunlar bize asla yabancı değildir.

Anadolu direnişi, çok yönlü bir inşa projesinin başlangıcıdır.

19 Mayıs 1919’da başlayan Anadolu direnişi ve oradan çıkan Cumhuriyet, bir büyük inşa projesidir. Batan bir imparatorluğun bakiyesinden bir ulus devlet inşası projesidir. İmparatorluğun son yüz yılında pek çok kişi bu ulus devlet inşası meselesini düşünmüş ama sonuçta Ankara’da toplanan bir avuç insan, düşünülenleri hayata geçirmiştir.

Bundan yüz yıl önce, bin bir zorluk içinde, Ankara’da, İstanbul’dan gelenlerin konaklayacağı doğru dürüst yer bile yokken, Anadolu’ya ait masalları, türküleri toplamak için de çaba harcanması gerektiğini düşünen akıl ile bugün akıllı sanayi politikaları için ihtiyaç duyduğumuz aynı akıldır. Bugünden bakınca, bundan yüz yıl önce, Büyük Atatürk önderliğinde bir avuç imparatorluk subayının başlattıkları çok yönlü inşa projesi ile ne büyük bir işi başardığını görmemek mümkün değildir.

Uzağa gitmeye gerek yoktur. Bu topraklarda yaşayan herkes kendi ailesinden bir şeyler bilir. Dedem, Filistin’i savunurken İngilizlere esir düştüğü Mısır’dan Bursa’ya gelip anneannemle nişanlandığında İzmir daha işgal altındaydı. Nişanlanırken çocuklarının ve torunlarının nasıl bir ülkede büyüyeceği konusunda hiçbir fikirleri yoktu büyük bir ihtimalle. Dedemi tanıdığımda o günler hep aklındaydı, hep şükranla doluydu. Torunu da öyle.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar