Huawei’in suçu ne?

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Evvelki hafta Amerikan Ticaret Bakanlığı, Çin’in Huawei (Huavey) şirketi ve yan kuruluşları ile iş yapacak olanların bundan böyle Amerikan hükümetinden özel izin almaları gerektiğini açıkladı. Böylece hem ticaret savaşlarında hem de küresel iktisadi sistemin altyapısının siyasi şantaj aracı olarak kullanımında yeni bir aşamaya geçmiş olduk. Görünen nedir? Bir nevi artık takke düştü, kel göründü. Ticaret savaşlarının asıl hedefi belirginleşmeye başladı. Amerikan hükümeti, Çinli Huawei’e iyice kafayı taktı. Peki, Huawei’in suçu ne? Gelin ne gördüğümü anlatayım.

Huawei kararını nasıl değerlendirmek lazım?

Amerikan hükümeti, Huawei’in bilgi ve iletişim teknolojileri (ICT) alanındaki rekabet gücünden orta vadede çok büyük bir kayba uğrayacağını düşünüyor olmalı ki, kısa vadede Amerikan şirketlerini doğrudan olumsuz etkileyecek bir adım atmaya karar verdi. Açıktır ki, Amerikan hükümeti mevcut işleyen küresel değer zincirlerini (KDZ) parçalamayı bile göze alıyor. Bu KDZ’lerin hepsini Amerikan şirketleri özenle kurmuşlardı. İşletiyorlardı. Ben bu yılın başında Beijing’deyken Çin hükümetinin ana konusu, ticaret savaşlarının Amerika’yı daha derinden olumsuz etkileyeceği argümanıydı, doğrusu. Düşünülen de KDZ’lerdi. Peki, kısa vadeli kaybı sineye çekmeye neden olan orta vadeli büyük kayıp ihtimali ne olabilir?

Huawei, Çin’in dev şirketlerinden biri ve telekomünikasyon cihazları üretiyor. 5G teknolojisinin öncü kuruluşlarından biri olarak kabul ediliyor. AI (Artificial Intelligence-yapay zeka) teknolojisinin gelişiminde önemli bir rol oynuyor. Özellikle yüz tanıma teknolojisinde de bir nevi öncü. Huawei eskiden Cisco, Motorola ve T-Mobile gibi Amerikan şirketlerine taşeronluk yapan bir firmaydı. O vakit, Çin, işin daha taklit aşamasındaydı. Ancak giderek bu Amerikan devlerine rakip olan bir Çin devine dönüştü. Taklitten yenilik yapabilme kabiliyeti çıkarttı.

Huawei, Amerikan şirketlerinin rakibinden Amerikan hükümetinin hedefine dönüştü

Dünden bugüne değişen şu aslında: Eskiden dev Amerikan şirketleri Huawei’i normal bir ticari rakip olarak kabul ederek doğrudan dava ederler, Huawei ile rekabet etmeye çalışırlardı. Bu girişimler başarısız olmaya başlayınca devreye Amerikan hükümeti girdi bir nevi. İşte o zaman bir dizi adım atıldı zaten. Ticaret savaşları yerini giderek, Huawei ile Amerika hükümetinin ihtilafına bırakmaya başladı. Bu değişiklik bana önemli geliyor doğrusu.

Hatırlayın bu yılın başlarında, Texas’ta bir mahkeme kararına dayanarak, Huawei tepe yöneticilerinden Wangzhou (Wangçao) Meng Kanada’da tutuklanmıştı. Geçen yıl Amerikan Kongresi Huawei ve ZTE gibi Çin şirketlerinin telekomünikasyon cihazlarının Amerikan hükümet yetkilileri tarafından kullanılmaması gerektiğine dair bir karar almıştı. Savunma sanayii bütçesinin fasıllarının kullanımı da bu karara uyulmasına bağlanmıştı.
Derken şimdi de Amerikan Ticaret Bakanlığı izni olmadan, Huawei ile iş yapmanın yasaklanması kararı geldi. Bu gelişmeyi iki açıdan ilginç buluyorum doğrusu. Birincisi, hadise artık Amerikan hükümeti ile yeni teknolojilere odaklanmış dev Çin şirketleri arasında bir meseleye dönüşmeye başladı. İkincisi, Amerikan hükümetinin 1945 sonrası kendi askeri ve siyasi gücüne dayanarak kurduğu küresel iktisadi sistemin altyapısı artık Amerikan hükümetinin tehdit olarak gördüğü şirketlere karşı siyasi şantaj unsuru olarak kullanılmaya başlandı. Bankalar arası para transferi sistemi Swift’in siyasi şantaj aracı olarak kullanımında bir yeni aşamaya daha geldik.. Artık Amerikan şirketlerine rakip olan başka şirketleri ekarte etmek için, Amerikan hükümeti doğrudan devreye girmeye başladı. Doğru ya da yanlış değil, sadece böyle. Peki, Huawei’in suçu yalnızca başarılı olmak mıdır? Hayır. Ortada bir başka pazarlık var, benim gördüğüm.

Haziran ayında Osaka’da yapılacak G20 toplantısının temel konusu veri yönetişimi (data governance) olacak gibi duruyor

Peki, nedir bu pazarlık? 1945 sonrası inşa edilen küresel iktisadi sistemin yasal ve kurumsal altyapısı, teknolojik gelişmenin getirdiği yeni tür meselelere çözüm üretmekten uzak olduğu için Huawei’in vaziyeti böyle. Müsaadenizle, birkaç tarih hatırlatayım ve bir tespit yapayım..
Bilgisayarlar üzerinden ilk elektronik mesaj, bir nevi e-posta, 1969 yılı Ekim ayının 29’unda, yani bundan yaklaşık 50 yıl önce atıldı. Mesaj, bugünkü internetin temeli kabul edilen ARPANET (Advanced Research Projects Agency Network) üzerinden atıldı. Internet üzerinden ticari alışverişler ise 1985 yılında başladı. O vakit, DotCom alanı ortaya çıktı. Bildiğimiz anlamda elektronik ticaret (e-ticaret) ise 1990larda yaygınlaşmaya başladı.

Şimdilerde işi bilenler, dijital ekonominin küresel milli gelirin yüzde 20’sine ulaştığını söylüyorlar. Bundan sonrası daha da hızlı olacak üstelik. Yine bu aynı kişiler, ticaretin böyle devam edebilmesi için, 2005’ten 2014’e küresel veri akımının tam 45 kat arttığını söylüyorlar. Ticaret ve finans akımlarını solluyor artık küresel veri akımı. Boyutu büyüyor, çeşitleniyor.
Niye artıyor veri akımı? Yeni teknolojilerin giderek artan ticarileşmesi sayesinde elbette. Şirketler alan kapmak için büyük bir hızla yeni araçları piyasaya sürerek, rekabet ortamında ayakta kalmaya çalışıyorlar. Ancak bu arada, bu yeni teknolojilerin güvenli kullanımı için gereken yasal ve kurumsal altyapı aynı hızla gelişemiyor. Startuplar ile birlikte ortaya çıkan “hızlı hareket et, bir şeyleri kır” (move fast, break things) yaklaşımından mülhem “bir an önce pazarla, eksikleri sonradan tamamla” (field it, fix it later) davranış kalıbı aslında bizi bu noktaya getirdi. Bir nevi, küresel iktisadi sistemin yasal ve kurumsal altyapısı teknolojik gelişmenin hızı ve bu “bir an önce pazarla, eksikleri sonradan tamamla” kültürü, karşısında intibak kabiliyetini yitirerek şaşırdı kaldı. Bugün geldiğimiz nokta işte tam da burası. Şimdi artık küresel veri yönetişimi sistemi tasarlamamız gerekiyor. Pazarlığın odağı tam da burası.
Bu yıl Haziran ayında Osaka’da toplanacak G20 Zirvesi’nin ana konusu bana sorarsanız, veri yönetişimi (data governance) olacak. Japonya G20 ‘si sırasında bu konuda ciddi bir adım atılırsa, küresel ticaret savaşları konusunda ortam değişir. Göreceğiz bakalım.

Veri özel mülkiyete mi yoksa kamu mülkiyetine mi tabi olmalıdır? İşte bütün mesele budur

Mesele nedir? Öncelikle şudur: Bugünkü ticaret sistemimizde önce verinin ne olduğunu tanımlamak gerekiyor, sonra da veri mülkiyeti konusuna bir açıklık getirmek gerekiyor. Veri, Amerika, Avrupa Birliği ve Japonya’da özel mülkiyette kabul ediliyor. Çin’de ise kamu mülkiyetinde ve doğrudan devlet kontrolü altında.

Özel mülkiyet söz konusu olduğunda da fark var. Avrupa Birliği’nde, veri kişinin kendi özel mülkiyetindedir. Kullanmak için önce ondan izin almak gerekir. Bizim kişisel verilerin kullanımı düzenlemesi de öyle. Halbuki Amerika’da veri, ilgili teknoloji şirketinin kendi özel bahçesinde petrol bulması gibi değerlendirilmektedir. Hangisi doğrudur, işte tartışmamız gereken ilk konu budur.

İkinci olarak ise, veri akımlarının serbestliği ya da kamu kontrolünde olması meselesi gündeme gelecektir. Açıktır ki, devlet veri akımlarının sınır aşırı hareketini ne kadar zorlaştırırsa yeni küresel mimarinin oluşumu bir o kadar zorlaşacaktır. Türkiye, bu açıdan bakıldığında dijital ticareti sınırlandıran ülkelerden biri olarak görülmektedir. ECIP veri seti böyle demektedir.
Üçüncü olarak ise, dijital ticaretin artan önemi ile birlikte, dijital vergi politikalarının tasarımı meselesi üzerine düşünmeye başlamamız gerekecek. Nedir? Konu, dijital ticaretin normlarını ve kurallarını belirlemekle yakından ilgilidir. Dünün “bir an önce pazarla, eksikleri sonradan tamamla” kültürünü neden artık sürdürmek mümkün değil? Tek örnek vereyim: Siber suçların yıllık artış oranı yüzde 26’ya ulaştı. Bugün bunun küresel ekonomiye verdiği hasar 2 trilyon doları aştı. Küresel milli gelirin yaklaşık yüzde 2,1’i. Bu arada, birbirine bağlı pek çok aracın varlığı nedeniyle ortaya çıkan şeylerin interneti (IoT) suçları da 2016’dan 2017’ye yüzde 600 artış göstermiş. Açıktır ki, bu durum sürdürülebilir değil.

Yalnızca paranoyaklar ayakta kalır

Ben içinde bulunduğumuz ticaret savaşları döneminin en önemli habercisinin 2017 Aralık ayında Trump ile birlikte Beyaz Saray web sitesine yüklenen Amerikan Milli Güvenlik Strateji Belgesi olduğunu düşünüyorum. O vakit, Dünya’da bunu değerlendirirken şöyle demişim: “Benim ABD’nin yeni milli güvenlik belgesinden anladığım budur: Yalnızca paranoyaklar ayakta kalır” (https://www.dunya.com/kose-yazisi/yeni-amerikan-milli-guvenlik-belgesi-teknoloji-transferini-zorlastirir/395721). Ayrıca Amerikan Başkan Yardımcısı Pence’in Ekim 2018’de Amerikan düşünce kuruluşu Hudson Institute’ta yaptığı konuşmayı da dinlemenizi öneririm doğrusu.

Peki, Türkiye açısından durum nedir? Ben, Türkiye’nin üzerinde kapsamlı olarak düşünülmüş bir veri yönetişimi politikası olmadığı kanaatindeyim. Olup bitenin pek bir dışındayız sanki. Bir ara, bu alana bakınca, ne gördüğümü, ayrıca anlatırım. Hâlbuki veri yönetişimi ile teknolojik gelişme at başı gideceğine göre, gelişmekte olan ülkelerin temel beka meselesi, artık, veri yönetişimi konusundaki küresel tartışma sürecine intibak gibi geliyor bana. Huawei’in sorunu, küresel veri yönetişimi konusundaki tartışmanın tam ortasına düşmesi yalnızca.

Doğrusu ya, S-400 meselesi de, bu aynı veri yönetişimi tartışmasının ayrılmaz bir parçası aslında. Ama o da başka bir yazıya kaldı artık. Ne demiştim? Veri yönetişimi konusunda politikası olmayanın, bu konudaki küresel tartışmaları takip edebilmesi mümkün olamaz. Aynı biz.

Malum zaten biz bu aralar geleceğe yönelik zihin egzersizlerine zaman filan ayıramayız. Seçim var bir tane daha. Şimdi fazladan telaşe olmasın. Falan filan.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar