Karbondioksit emisyonu: Dünya başarabilecek mi?

Fatma MELEK
Fatma MELEK PİYASA GÖZÜYLE fatma.melek@akbank.com

İklim değişikliği dünyamızın halihazırda en önemli ve çözümü zorluklar içeren konularının başında gelmektedir. Temmuz ayı başında yapılan G-8 zirvesinde de öne çıkan başlıklardan birisi iklim değişikliğine yol açan ve global ısınmaya sebebiyet veren karbondioksit emisyonunun 2050 yılında en az yüzde 50 oranında azaltılması hedefinin benimsenmesi idi. Ancak, karbondioksit emisyonunun Kyoto Protokolü'nün esas aldığı 1990 yıllardaki seviyelere göre mi, yoksa halihazırdaki seviyeye göre mi azaltılacağı konusuna bir açıklık getirilmedi.

Zirvede ayrıca, 2050 hedefine ulaşabilmenin, global bir hareket ile ortak fakat farklılaşmış sorumlulukların yerine getirilmesi prensibi yoluyla, mümkün olabileceği belirtildi. Bunun yanısıra, G-8, hızla büyüyen gelişmekte olan ülkelerin de karbondioksit emisyonlarını anlamlı bir şekilde azaltmaları taahhüdünde bulunmaları konusunda ısrarcı olmakta ve bu ülkelerin nakit ve teknoloji karşılığında, teklifi kabul etmelerini amaçlamaktalar. Avustralya, Güney Kore ve Endonezya 2050 hedeflerini benimserlerken Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika ve Güney Afrika bu vizyonu paylaşma konusunda önemli bir işaret vermeyerek, geçmişteki emisyonun önemli bir kısmına sebebiyet veren gelişmiş ülkelerin ilk adımı atmaları gerektiğini yinelediler.

Buna ek olarak Çin, Hindistan, Brezilya, Meksika ve Güney Afrika gelişmiş ülkelerin daha iddialı hedefler taahhüt etmelerini istemekte ve bu ülkelerin karbondioksit emisyon seviyelerini 1990 yılındaki seviyelerinden 2020 yılında yüzde 40 oranında ve 2050 yılında yüzde 80-yüzde 95 oranda azaltmalarını beklemekteler. Ayrıca, kendi ülkelerinde yüz milyonlarca insanı fakirlikten kurtarmak için gerekli olan ekonomik büyümelerini tehlikeye atabilecek hiç bir önlemi almayacaklarına da işaret etmekteler.

Sonuç olarak, Çin ve Hindistan başta olmak üzere gelişmekte olan ülkeler -G-8'ler daha fazla çaba gösterene kadar- karbondioksit emisyonun azaltılması hedeflerini imzalamayacaklarına işaret ederlerken, G-8'ler ise, gelişmekte olan ülkeler bu hedefleri imzaladıkları takdirde daha fazla taahhüt altına gireceklerini belirtmekteler.

G-8 toplantısına kadar, ABD kesin bir taahhütte bulunmamakta ve hedeflerden ziyade, emisyonun azaltılmasını destekleyecek temiz teknolojilere yatırımların artırılmasını desteklemekte idi.

Bilindiği gibi ABD, G-8 ülkeleri içinde Kyoto Antlaşması'nı imzalmayan tek ülke. Bush yönetimi, ABD ekonomisine zarar vereceği ve gelişmekte olan ülkeleri kapsamadığı gerekçeleri ile 2001 yılında antlaşmayı kabul etmemiş idi. Çin, Hindistan ve diğer büyük gelişmekte olan ülkeler Kyoto Protokolü'nü imzalamalarına rağmen, emisyonlarını azaltma konusunda bir yükümlülük taşımamaktalar.

ABD geçtiğimiz yıllara kadar en fazla sera gazı yayan ülke konumunda iken halihazırda yerini Çin'e devretti. FT'ye göre, 2007 itibariyle en fazla karbondioksit emisyonu yapan ülke yüzde 24 pay ile Çin olup, Çin'i yüzde 21 pay ile ABD izlemektedir. AB-15'in payı yüzde 12 olup, Hindistan ve Rusya sırasıyla yüzde 8 ve yüzde 6 paya sahiptir. Dolayısıyla G-8 ülkeleri karbondioksit emisyonunun yüzde 40'ını yayarken, Çin ve Hindistan toplam gaz emisyonunun yüzde32'sini yaymakta ve bu oranın kömür enerjisi destekli ekonomileri büyüdükçe artış kaydetmesi beklenmektedir.

Uluslararası Enerji Teşkilatı önümüzdeki 40 yılda emisyon azaltılmasının getireceği ek maliyetin 45 trilyon dolar veya bu dönem süresince öngörülen global ekonomik hasılanın yüzde 1.1'i seviyesinde gerçekleşeceğini öngörmektedir. Teşkilata göre, dünyanın her yıl 32 nükleer tesis ve 17,500 rüzg‰r türbini inşaa etmesi gerek. Bu sayılar mevcut yatırımların çok üzerinde.

Ancak en önemli zorluk maliyetin nasıl dağılacağı; maliyetlerin yüksek gelirli ülkeler tarafından karşılanması gereğine ilişkin üç güçlü argüman var. Bunlardan ilki halihazırdaki problemi yüksek gelirli ülkelerin yarattığı, ikincisi bu ülkelerin kişi başına çok daha fazla emisyon yaratmaları ve son olarak bu maliyeti karşılayacak güçleri olmaları. FT'ye göre insanların yarattığı sera gazı stokunun beşte üçü gelişmiş ülkeler tarafından yapılmış. 2004 yılı rakamlarına göre ABD'deki kişi başına emisyon miktarı Çin'in 5 katı ve Hindistan'ın 17 katı.

Ancak bunun yanısıra 2030 yılında gelişmekte olan ülkelerin dünya nüfusunun yüzde 80-90'ını oluşturacağı ve mevcut durumun devam etmesi halinde emisyonun yüzde 60-yüzde 70'inden sorumlu olacağı beklenmekte. Bu da iklim değişikliği çözümünün gelişmekte olan ülkelerin katılımı olmadan verimli ve yeterli olmayacağını göstermekte.

Karbondioksit emisyonunda iki önemli eleştiri ön plana çıkmakta: Birincisi dev adımlar atılması gereken bu konuda 2050'de yüzde 50 azalma hedefinin yetersiz olduğu görüşü; ve daha önemlisi o tarihe kadar ara hedefler içermemesi.

 İkincisi ise dünya çapında bunu yapabilecek siyasi iradenin olup olmamasıdır. İngiltere ve Fransa Kyota taahhütlerini yerine getirdiler. Almanya özellikle eski Doğu Almanya'daki güç santrallarını kapatmak suretiyle emisyonda yüzde 17'lik bir azalma sağladı. Rusya da Sovyetler Birliği'nin dağılmasını takiben ekonomik küçülme neticesinde emisyonlarda azalma gösterdi. Buna karşılık dünyadaki karbondioksit emisyonundaki büyüme 1990-2004 döneminde yaklaşık yüzde 28 olurken, Çin ve Hindistan yüzde 100 artış ile başı çekmektedir. Emisyon artışları, Türkiye'de yüzde 55 ABD'de yüzde 26, Japonya'da yüzde 17 Kanada'da yüzde 54 ve Euro bölgesinde yüzde 4 oldu.

Sonuç olarak şimdi gözler 2009 Aralık ayında yapılacak Kopenhag Zirvesi'nde ve özellikle seçilecek yeni ABD Başkanı'nın konuya göstereceği tavırda..

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
2016 Beklentiler 07 Ocak 2016