Rant üreten bir ülke olarak Türkiye

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Sn. Hasan Bülent Kahraman dünkü yazısında Türkiye’ye ilişkin çok yerinde bir tesbitte bulunmuş: “Türkiye rant üreten bir ülke.” Hatta bu tesbiti bir kademe ileriye taşıyarak Türkiye’nin rant dışında fazla bir şey üretmeyen bir ülke olduğunu da söyleyebiliriz. Ekonomi literatüründe “rant peşinde koşan toplum” (rent-seeking society) diye bir kavram vardır. Maalesef, Türkiye zaman içinde giderek daha çok oranda bu tarz bir topluma dönüşmüş durumda. (Küçük bir anekdot olarak da eski Dünya Bankası Başekonomisti Anne Krueger’in 1960’lı yıllardaki Türkiye tecrübesine dayanarak “rent-seeking” deyimini ortaya atmış olduğunu belirteyim.)

Başta ABD olmak üzere pek çok gelişmiş ekonomideki önemli bir yapısal sorunun bu toplumlardaki  kapitalist kesimin gerek tekelci konumları, gerekse de yürüttükleri (gizli veya açık) lobicilik faaliyetleri ile elde ettikleri maddi imtiyazlar sayesinde sağladıkları rantlar olduğu bilinen bir gerçek. (Son yıllarda özellikle ekonomist Joseph Stiglitz bu konuya parmak basıyor, ve ABD toplumunda giderek artan gelir dağılımı eşitsizliğinin ana sebeplerinden birinin “rant peşinde koşma” olduğunu vurguluyor.) Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye de kapitalizmin bu olgusundan fazlasıyla nasibini almakta. Ancak Türkiye’de farklı olan durum ise rant üretiminin sadece kapitalist sınıf tarafından talep edilmemesi, aksine bizzat Yürütme tarafından teşvik ve tanzim edilmesidir. Bu da Türkiye’yi gerçekten de rant üretiminde küresel çapta bir statü sahibi kılmakta.

Türkiye toplumunun rant ile bu kadar iç içe olmasının hiç kuşkusuz tarihsel sosyo-politik sebepleri var. Tüm monarşilerde rant görülür. Özellikle üretim değil de “fetih” ve “salma” üzerine inşaa edilmiş Osmanlıda rantın çok yaygın olması ve bunun da kültürel kodlarla bugüne taşınmış olması da gayet doğal. Bunun ötesinde son 50 yılda yaşanan hızlı kentleşme olgusu da rant’ı (özellikle toprak rantını) körükleyen bir olgu. İktidar kadrolarındaki “demokratikleşme” de rant üretimini artırmakta çünkü yeni kadroların “ iş yapma anlayışı”nda rant’ın yadsınamaz bir yeri söz konusu. 

Rant’ın orijinal anlamı sermaye ve emek ile birlikte üçüncü bir üretim faktörü olarak görülen toprak’ın (gayrimenkul) sağladığı gelir, yani kira. Ancak toprak sahipliği bir tekeli ifade ettiği için “rant” zamanla bir tekelden elde edilen (aşırı) kâr anlamında kullanılmaya başlandı. Daha sonra da, elde edilen herhangi bir imtiyaz sonucunda elde edilen gelirlerin tümü için “rant” denmeye başlandı. 

Rantın en klasik örneği derebeylerinin tüccarlardan kendi işgalleri altında olan derelerden (daha doğrusu nehirlerden) geçerken aldıkları ücretlerdir. Bugünlerde Türkiye gündeminde olan bir başka yaygın rant da doğal kaynak (maden çıkarma ve işletme) rantı.  Patent ve telif hakları da çoğu zaman bir rant olarak değerlendirilebilir. (Özellikle bu hakların uzatılması ve/veya aşırı uzun tutulmasının rantı artırararak toplumsal fayda değil zarar sağladığı yönünde eleştiriler söz konusu.) Bir başka popüler güncel örnek de tabii ki taksi plakaları. Devlet plaka sahiplerine yolcu taşıma imtiyazı verme karşılığında plaka satıyor. Yolcuların ödedikleri yol ücretinin içerisinde bu taksi plakasının kirası (rantı) da var tabii. Ancak son dönemde Über’in piyasaya girmesi ile bu düzen bozuldu. (Über gelirlerinde vergi kaçağı olmaması da devletin işine geliyor. Tabii, plaka için devlete para ödemiş olan plaka sahipleri bu işten hiç de memnun değil.) 

Denilebilir ki, nihayetinde “rant” da bir üretim, biz de bunu çok iyi beceriyoruz, kötü mü? Evet, kötü, hem de çok kötü çünkü birincisi rant pek tabii ki gerçek bir üretim değildir, olsa olsa bir üretimin yarattığı katma değerin çarpık bir biçimde dağıtılmasıdır. İkincisi ise rant peşinde koşan bir toplum olmak aynı zamanda kültürel ve ahlaki yozlaşmayı, ve “güven toplumu”ndan ve “hukukun üstünlüğü”nden uzaklaşmayı da ister istemez beraberinde getirir. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019