Reform ve ince ayar birlikte acilleşiyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Bütün işaretler, 2017’nin pek çok yönden ve her kesim için oldukça netameli olacağını gösteriyor. Gelişmiş Batı ülkelerinde patlayan 2008 krizinden sonra, hiç de zorunlu olmadığımız halde tavsattığımız reform süreci nedeniyle, küresel ekonomide beklenenden uzun süren belirsizlikten yeterince yararlanamadığımız gibi risk iştahının azalmasıyla birlikte son üç yılda temel ekonomik göstergelerin sürekli aşağı yönlü bir trend izlediğini görüyoruz. İşin kötüsü küresel konjonktürün 2008 öncesine dönmesine ilişkin beklentiler de iyice zayıflamış durumda.

Küresel büyüme tahminleri sürekli revize edilip düşürülürken, eskiden ortalama büyüme hızının iki katı bir hızla artan dünya ticareti, artık ekonomik büyümeden daha yavaş bir hızla genişleyebiliyor. Böylece azalan küresel talep, emtia ve özellikle enerji fiyatlarında keskin düşüşlere yol açtı. Öte yandan dünyada kamu ve özel sektör borçlanması 152 trilyon dolar ile tarihsel zirvesine ulaşmış, finansal kesim dışındaki borçlar da ekonomik büyümenin iki katını aşmış bulunuyor. Ağırlıklı bölümü özel sektöre ait borçların, büyüyen riskler nedeniyle artan maliyeti ve azalan firma karları dolayısıyla hafiflemesi de neredeyse imkansız. Üstelik bu, faizlerin sıfıra düşürülmesine, negatif faiz niyetlerinin konuşulmasına rağmen böyle. Yani krizden çıkmak için bilinçli seçilen borçla büyüme süreci tıkanmış görünüyor; krizden nispeten az etkilenmemize rağmen biz de kolay bulduğumuz bu borçla büyüme modelini temel strateji haline getirdiğimiz için aynı kadere mahkum görünüyoruz. Küresel finans sisteminin saydamlığına yönelik tedbirlerin ve küresel şirketlerin maliyet optimizasyonu için dünyaya yaydıkları üretim ve lojistik zincirlerinin vergisel yönden daha sıkı bir şekilde sorgulanmasının da ticareti ve likiditeyi/ kredileri daraltıcı etkileriyle sermaye hareketlerini azaltması söz konusu.

İş yapmak zor ve güvensiz ise teşvik nafile

Sadece bu küresel manzara dahi bizim stratejimizde ve politikalarımızda ciddi bir değişiklik zorunluluğunu dayatırken, bir yandan sürekli sıcak tuttuğumuz seçim konjonktürü ve rejim tartışmaları, diğer yandan yeniden hızlanan terör ve sınır ötesi güvenlik operasyonları ile enerjimizi içeriye yoğunlaştırdık. Ardından malum darbe girişimi ve sonrasında olağanüstü hal ilanıyla girişilen geniş tasfiye operasyonları gündemimizin kalan bütün bölümünü doldurdu. Bu arada reform diye yaptığımız da, kaçıncı defa olduğunu artık unuttuğum teşvik rejimi revizyonu oldu. Bir de artık kanıksanan ve yatırımcı güvenine pek bir yararı bulunmayan varlık ve vergi barışı açıklandı. Oysa darbe öncesinde de Türk ekonomisi yapısal zafiyetleri, yüksek finansman ihtiyacı, büyüme oranında ve kalitesinde düşüş nedeniyle görünümü kredi derecelendirme kuruluşlarınca negatif olarak değerlendirilen ve durumu nasıl düzelteceği izlenmekte olan bir konumdaydı. Artan ve öngörülebilirliği azaltan riskler ile daha da zayıflayan hukuk güvenliği ve kurumsal kalite algısı, kredi notunun yatırım seviyesinin altına düşürülmesine, bu suretle fazlasıyla ihtiyaç duyduğumuz dış kaynak çekme yeteneğimizin hasar görmesine, sıcak para girişinin maliyetinin yükselmesine yol açtı. Özel sektörün dış borcu 300 milyar dolara, yıllık taze finansman ihtiyacı 200 milyar dolara ulaşmış bir ekonomi için tablonun çok kırılgan bir hale geldiği açık.

Son bir yılda ekonominin göreceli gücünü gösteren küresel rekabet endeksinde altı sıra gerileyerek 51'inci sıraya, kurumsal kalitede on bir sıra gerileyerek 75'inci sıraya gerileyen ülkemizin, zihinsel kodlarımız gereği daha fazla önemsediğimiz "iş yapma kolaylığı “endeksinde de on beş sıra gerileyerek 69 uncu sıraya düştüğü Dünya Bankası Raporu ile açıklandı. Bu gelişme, özel yatırımlarda uzun süredir görülen durgunluğa ve büyümenin tek boyutlu yani tüketim çekişli olmasına da bir açıklama niteliğinde. Araştırma, sadece teşviklerle yatırmaların artmadığını, iş yapma kurallarının saydamlığının ve herkese eşit uygulanmasının daha önemli olduğunu, bizim bu konuda başarılı olmadığımızı gösteriyor. Ayrıca tıpkı dünyada olduğu gibi bizde de "borçla büyüme" yolunun sonuna gelindiği, düşük faiz ve gevşek kredi uygulamasının özel yatırımlar bir yana özel tüketimi bile bir noktadan sonra uyaramadığı ortaya çıkıyor. Kaldı ki düşük iç tasarruflar ve cari açık nedeniyle tüketimin sürgit pompalanması doğru da değildir. Keza, geçen yıla göre %60 artsa da düşük bütçe açığı ve kamu borcu sayesinde başvurma rahatlığımız bulunan kamu harcamalarının sadece seçilmiş üretken alanlarda arttırılması gerektiği, aksi takdirde dış borçlanmanın tehlikeli bir sınıra zorlanacağı da ortada. Ne bankalara yönelik likidite kolaylıkları, ne de şirketlere yönelik sınırsız teşvik vaatleri yatırımcı güvenini yeniden oluşturmaya yetmiyor.

Yerli yatırımcı da yapısaldan yana

Nitekim, Dünya’nın iki hafta önce gerçekleştirdiği "İş Dünyası Anketi”, yerli işletmelerin ve yatırımcıların da artık kısa vadeli tedbirleri değil, hukuk ve eğitim sisteminde kalite artışı, büyümede ithalata bağımlılığın azaltılması ve iç tasarrufların arttırılması gibi yapısal nitelikli çözümleri daha önemli bulduğunun altını çiziyor.İlginçtir,ankettten anlaşılıyor ki, teşviklere ve vergi aflarına karşı duyarlık da, yukarıda öngördüğümüz gibi, azalmış durumda. Zaten, cari açık on yılı aşkın zamandır bir numaralı sorun iken, bunu giderecek süper teşviklerin neden ancak şimdi düşünüldüğü ya da verimliliğin gelişmiş ülkelerin onda biri düzeyinde olduğu tarımda havzaya göre üretim planlaması ve koruma alanları gibi tedbirlerde neden gecikildiği herkesin kafasındaki soru işaretleri...

Şirketlerimizin, hem küresel konjonktürdeki gelişmeleri, hem de Orta Vadeli Program ve 2017 Bütçesi ile ilgili gerçekleşmeleri ve sapmaları dikkatle izlemesi, büyüme ile birlikte hatta ondan da fazla operasyon etkinliğine ve finansal dengelerine odaklanması gereken bir döneme giriyoruz. Kamu yönetiminin de yatırım ortamı ve yatırımcı güveni konusunda küresel paradigmalara uyum sağlaması, aynı dilden konuşması şart. Tabii aynı zamanda şimdilerde izlenen düşük faiz-artan kur politikasının tüketimi ve konut inşaatını sınırlı da olsa desteklediğini, fakat üretimi özellikle imalat sanayiini kösteklediğini, bunun da enflasyonu ve nitelikli işsizliği azdırdığını da unutmadan...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019