Soma’ya yapılan bağışlara başka bakış…

Nevzat SAYGILIOĞLU
Nevzat SAYGILIOĞLU EKO ANKARA nevzatsaygilioglu@atilim.edu.tr

13 Mayıs günü Manisa’nın Soma ilçesindeki kömür madeninde yaşanan felaket hala gözler önünde. Bu felaketin izleri de kolay silinecek gibi değil. Ülkede ve hatta dünyada en büyük maden faciası yaşandı. 301 can gitti, 432 evlat babasız ve yüzlerce kadın kocasız kaldı. 

Canlar gitti ama siyasetçiler gitmedi. Sanki bu işin kurallarının konulmasında, kuralların işletilmesinde, denetlenmesinde siyasilerin ve yöneticilerin yasal ve idari düzenlemelerinin hiç kusuru yokmuş gibi davranıldı. Hatta Meclis’te iki muhalefet partisinin verdiği gensoru önergesi de bir çırpıda reddedildi. 

Oysa başka ülkelerde çöken çatının altında sanki o ülkenin Başbakanı kaldı ve istifa etti. Aynı şekilde bir başka ülkede batan gemiden dolayı sorumluluğunun olduğunu açıklayan Başbakan derhal istifasını verdi, Devlet Başkanı da bir bayan olarak halka seslenişte gözyaşlarına boğuldu. 

Her iki örnekte de bireysel ve başkalarına ait kusurları siyaset tereddütsüz üstlendi. 

Bizde ne oldu?... Soma’ya ilişkin yine karşılıklı atışma ve sonunda istismar çıktı. Şimdi de Türkiye’nin dört bir yanına ve sokağa yansıyan teröre gerekçe oldu. 

Bu arada, her zamanki gibi bu felaketin sonunda da yine garip uygulamalar ve günü birlik tedbirler gündeme geldi. 
HSYK bu soruşturma için 28 savcı görevlendirdi. Bunların hangi ortamda ve nasıl çalışacağı ve daha da önemlisi koordinasyonun nasıl sağlanacağı sorusu akıllara takıldı. 
Ölen madenciler için “sivil şehit” muamelesi yapılacağı müjdelendi!... Şehidi anladık da sivilini anlamadık. Son derece sakil ve gereksiz bir düzenleme. Ölenlere ve mağdurlara bir şey verilecek ise bunun için “şehit” muamelesi yapmaya gerek yok. 

Aynı şekilde SGK mevzuatını zorlayıp veya hiçe sayıp ölüm aylığı verileceği ve diğer hakların sağlanacağı duyuruldu. Bu konuda 4 günlük oturma eylemi sonunda bazı şeyler taahhüt edildi. 

Maden ocağındaki yaşam odalarının eksikliğinden diğer aksaklıklara kadar bir yığın sorunlar perakende bir şekilde dile getirildi. 

Bu arada özellikle görsel basınımızın haber formatını aşan ve damardan giren yayınları da yufk a yürekleri dağladı. Konunun; teknik, fiziki ve hukuki boyutları yerine duyguya vurgu yapan yönü işlendi. O da şimdiden geçti gitti… 

Aslında bu yazımız ile bir hususu gündeme getirmek ve farklı bakış ortaya koymak istiyoruz. 

Bu felaketin sonunda hemen bir “yardım kampanyası” başlatıldı. Başbakanlık bu işe öncülük yaptı ve AFAD’ı adres gösterdi. Ne yazık ki şimdiden bu bağışların yerine gidip gitmeyeceği tartışmaları başladı. 

Sorumuz şu: Niye bu yardım kampanyası yapılıyor?... Acaba böyle mi olmalı, yaralar böyle mi sarılmalı? 

Önce şu tespiti yapmak gerekir. Bu yaşanan bir “doğal felaket” veya “doğal afet” değil. Yani Allah’tan gelmiş olağan dışı bir durum yok. Yani sel değil, deprem değil… 

Dolayısıyla bu bir doğal felaket değil, tam anlamıyla hukuki ve fiili bir “rezalet”!... Üstelik münferit bir iş kazası da değil. Yüzlerce canın gittiği bir katliam. 

Peki kim bu rezaletin veya katliamın müsebbibi?... Firmanın bizzat kendisi ve görevini tam ve doğru yapamayan tüm ilgili devlet kurumları. 

Bir yandan firma bir yığın ihmal ve eksiklik içerisinde para kazanmanın yollarını sonuna kadar zorlamış. Ancak; basına yansıyan kayıtlara göre; yıllık yüzlerce milyon lira üretim ve satışa rağmen 1 milyon lira bile vergi vermemiş. Düşünün ki; asıl patron 3 yıldır madene uğramamış, profesyonellere ve dayı başı taşeronlara bırakmış ve düzeni buna göre kurmuş. 
Bir yandan da devletin ilgili kurumları hem mevzuat olarak ve hem de uygulama ve denetim yönüyle çuvallamış. Açıkçası “mış” gibi yapılmış. 

Böyle bir tablo karşısında “yardım kampanyası” düzenlemek yerine başka şeyler düşünmek ve hatta yapmak gerekmez mi? Bütün bu maliyetleri öncelikle ve özellikle firmaya yüklenmesi düşünülemez mi? 

Böyle düşünülürse firma üzerinde çeşitli şekillerde tasarruf yapılabilir. Belki de ilk yapılacak şey firmaya el koymaktır. Ölenlerin ve geride kalanların yaralarını firmaya sardırmaktır. 

Düşünün ki; bir firma kazancını kendine alıyor; maliyetini ise, üstelik de devlet eliyle başkalarına yükletiyor. Bu kadarı da pes doğrusu.!... 

Alelacele 1 maddelik maden kanunu değişikliği çabasına giren hükümetin, böyle farklı bakış ile firmaya el koymanın hukuki alt yapısını oluşturması daha samimi, haklı ve etkin değil mi?... Çünkü ortada kitlesel katliam var, buna neden olan(lar) var. Bu radikal yaklaşım biçimi, bundan böyle yaşanması muhtemel büyük facialar için de önleyici olmaz mı?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar