Vasatlık sarmalından çıkmalıyız

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Muhtemelen okurlarımın pek çoğu farkındadır, düşünürken de yazarken de yapabildiğimce hep pek popüler olmayan arka plana, toplumun uzun vadeli yörüngesini ve geleceğini şekillendirecek temel ve yapısal dinamiklerine odaklanmaya çalışıyorum. Ne kadar çekici ve coşku verici olsa da günlük ve geçici heyecanlar yaratma dışında bir kıymeti harbiyesi olmayan gelişmelerden, ekonomik, sosyal, politik ve kültürel her alanda uzak duruyorum. Çünkü inanıyorum ki toplumsal enerjimiz ve ortak aklımız mevcut konumumuzu olumlu yönde değiştirecek dönüşüm çabasına yönelmedikçe, sadece günlük dertleri savuşturmak ve habire çoğalan risklerle boğuşmak bütün güzümüzü tüketecek; biz de küçük başarıları büyüterek kendimizi avutmak zorunda kalacağız.

Bu bağlamda sık sık düştüğümüz bir hata, değerlendirmelerimizde içe kapanıp kendimizi soyutlamamız, sadece içeride değil dünyada karşılığı olan ve mutlaka kıyas içeren bir bakış açısı ile hareket etmeyişimiz diye düşünüyorum, Sonuçta ezeli sorunlarımızdan biri olan vasatlık sarmalına sürükleniyor ve gereksiz bir rehavet içinde işlerin yolunda olduğunu sanıyoruz. Yabancıların mediocracy dediği bu yaygın sıradanlık eğilimi, her alanda tarihsel bir dönüşümün ayak seslerinin duyulduğu günümüzde tam da ihtiyaç duyduğumuz değişim için gerekli kolektif bilinç ve kararlılıktan bizi alıkoyuyor.

Çelişkili ruh hali ve kafa karışıklığı

Ortak akıl ve bilinç eksikliği, değer yerine uyanıklığın, empati ve özgüven yerine kaygı ve sorumluluktan kaçmanın hakim olduğu bir kültür iklimi ile birleşince bu sentezden ne St. Augustine'in tanımladığı gibi aynı idealler etrafında bir araya gelen, ne de zaaflarıyla yüzleşip bilim ve teknoloji üretimine, eğitim kalitesine ve verimliliğe yoğunlaşan bir toplum yapısı çıkmıyor. Üstelik uzun zamandır izlenen politikalarla ekonomi ve büyümedeki payı sürekli düşme trendinde olan imalat sanayiini ve belirli bir sınırın altına düşmeyen enflasyonu da dikkate alınca, hele iç tasarruf yetersizliğini kısa ve orta vadede telafi edecek tek kaynak olan doğrudan dış yatırımların giderek azaldığını izledikçe büyümenin sürdürülebilirliği giderek zorlaşıyor. İşin kötüsü hem kalıcı büyüme stratejisi gereklerini, hem yatırım ortamı cazibesini arttırmaya yönelik politikaları aynı anda ihmal edişimiz. Çünkü diğer gelişen ülkeler hiç değilse bazı faktörlerde gelişme sağlayarak sözgelişi üretimde teknoloji düzeyini hissedilir ölçüde arttırıyor. Biz ise şimdilik söylem üretmekle yetiniyoruz; gün geçmiyor ki şu veya bu kesimden küresel güç olmamıza ramak kaldığı yolunda mesajlar yükselmesin...

Geçen aydı sanırım, en büyük gazetemizin en çok okunan köşe yazarı Londra'da sokaktaki insanların ellerinde "simit sarayı" poşeti görünce gözlerinin yaşardığını yazmıştı övünerek. Zaten medyamız neredeyse her gün filanca yabancı şirkette falanca müdürlüğe bir Türk'ün atandığını, aynı örnekler en yoksul Afrika ülkesinin Batı’da eğitim görmüş çocukları için de geçerli olduğunu bilmesine rağmen başlıca başarı hikayemiz olarak ısıtıp durmuyor mu? AB süreci gibi daha on yıl önce kendi deneyimimizle kanıtlanmış gerçek bir başarı çapasını bir çırpıda savsaklayıp kenara koyan bir toplum için oldukça çelişkili bir ruh hali. Geçen gün gerçekçi ve yatırımcı kişiliğiyle tanıdığımız Başbakan Yıldırım'ın İstanbul Finans Merkezi bina inşaatlarının temelinin atılması sırasında üstelik inşaatçı firmaların asıl ortamın cazibesi ile ilgili mevzuatın öncelik taşıdığı yolundaki hatırlatmasına "onların önemli olmadığı, zaten inşaat bitene kadar on defa yapılabileceği" yolunda cevap vermesi, daha önemlisi Batı ülkelerinde bin bir sorgu suale maruz kaldığı için yatırımcıların paralarıyla rezil olmaktansa daha güvenli yerler aradığını söylemesi, karışıklık ve çelişkinin sadece ruh halimizde değil kafamızda ve düşüncelerimizde olduğunu da gösteriyor. Daha önce de yazmıştık, finans merkezi olmanın şartları güçlü ve istikrarlı bir ulusal para, gelişmiş bir ulaşım altyapısı, en önemlisi de sanayiye kaynak sağlayacak derin ve yaygın bir sermaye piyasası. Yoksa küresel finans sisteminin bugünkü gelişmiş elektronik platformlarında izole para merkezlerine pek yer yok.

Öncelikler doğru belirlenmeli

Yine söylemek durumundayız, önceliklerimizi doğru belirlemeliyiz. 500 büyük firmamızın içinde sadece 20'si küresel ölçek sayılabilecek 1 milyar dolar ciro sınırını aşarken, mütevazi 100 milyon dolar sınırını aşan şirket sayımız sadece 400. Üstelik bunların dağılımı çok dengesiz, yarısı İstanbul, İzmir ve Kocaeli'nde. 500 firmanın toplam cirosu 180 milyar dolara ancak ulaşıyor, yani ilk beş'e giren küresel firmalardan herhangi birinin üçte biri kadar. Brüt karların yarısı, finansman maliyetine gidiyor, yani öz kaynaklar yetersiz. Sadece %3'ü yüksek teknoloji üretiyor; çoğunun içinde bulunduğu sektörler otomotiv, demir çelik ve petrokimya gibi yüksek ithal girdisi ve enerji maliyeti buna karşılık düşük katma değeri ve net ihracat katkısı olanlar. İlk beşi Uzakdoğu ülkelerinin oluşturduğu eğitim kalitesinde sonlarda olduğumuz, hukuk güvenliğinde büyük sorun yaşadığımız malum. Akılcı strateji katma değer ve teknoloji odaklı büyük şirket sayısını arttırmak, eğitim ve hukuk zaaflarını gidermek, böylece sermaye ve yetenek çekme potansiyelini arttırmak olmalı.

Aksi takdirde vasatlık dokularımızın ve hayatımızın parçası olmaya devam edecek. Geçenlerde bunun akla ziyan bazı belirtilerini az sayıdaki ortak tutkularımızdan biri olan futbolda gözledik: Futbol Federasyonu Başkanımız, ülkeyi siyasetle çökertemeyenlerin futbolla çökertmek istediğini söylemiş. Galatasaraylı taraftarlar da birkaç galibiyet aldığı için antrenör Riekerink'i Atatürk'e benzetmişler. Bir yandan küresel güç olduğunu iddia ettikleri ülkelerini bu kadar küçümseyen insanlar size ne kadar umut veriyor? Daha ağır bir alanda, siyasette yoğunlaşan sistem ve rejim tartışmalarının kişilere ve pozisyonlara odaklanması, asıl sorun olan parlamentonun zayıflığının hiç gündeme gelmemesi de vasatlığın başka bir göstergesi. Sorun açık: Ne iç dinamikleri geliştirip üretilen katma değeri arttırmayı, ne de yatırım ortamını güçlendirip dış dinamiklerden yararlanmayı becermedikçe bu sarmaldan kurtulmamız zor olacak.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019